YUNUS EMRE
13. yüzyıldan bu yana geçen yedi yüzyıl içinde, her zaman güncel
kalabilmiş; yaşarlığını hiç yitirmemiş, hem halk katında, hem aydınlar
arasında, hem edebiyat alanında etkinliğini sürdüregelmiş bir gizemci, büyük bir
ozandır Yunus Emre.
Uzun süre yaşamıyla ilgili yeterli bilgiler edinilemediği için,
söylencelere dayalı yaşamöyküsü sürüp gitmiştir. Bugün de, bu söylencelerin
geçerliliğini yitirmediği söylenebilir. "Ermiş"lik katına ulaşmış bir kişi sayıldığı için
Yunus Emre'nin yaşamının söylencelerle donatılmasını, bezenmesini de bir
bakıma, doğal karşılamak gerekir.
Yakın yıllara dek Yunus Emre'nin okuma yazma bilmez bir halk ozanı
olduğu sanılıyordu. O'na "ümmi" denişinin nedeni buydu. Sonraları Yunus
Emre'nin kimliği, kişiliği, şiirleri, yaşamı üzerinde derinlikli
incelemeler yapan uzmanlar, daha gerçekçi sonuçlara varabildiler. Bütün yaşamının gene de
gereği gibi aydınlığa kavuştuğu ileri sürülemezse de ilk yıllarda olduğu
gibi, tümüyle bilgiden yoksun da değiliz.
Yunus Emre'nin kimi şiirierindeki dizelerden de yola çıkılarak,
O'nun bir "ümmi" (okuma yazma bilmez) ozan olduğu yolundaki yargılar, artık
geçerliğini tümüyle yitirmiştir. Anlaşılmıştır ki, Yunus Emre, bu "ümmi"lik yargısının
bütünüyle dışında medrese öğrenimi görmüştür. Üstelik iyi bir öğrenim
görmüştür. Felsefe Kuran'ı yorumlama bilimi olan Tefsir, İslam hukuku
anlamına gelen Fıkıh, vb. bilimleri, Yunan Mitolojisini, İran
Mitolojisini izlemiş, astronomi, yöntembilimi (ilm-i usuli ni, Arapçayı, Farsçayı bilen,
çağının aydın, ileri bir kişisidir. Aruzla yazdığı şiirlerinden O'nun bu ölçüyü,
dolayısıyla bu şiiri de bildiği anlaşılıyor.
Bu nedenledir ki, özellikle Yunus Emre ile gizemcilik üzerinde
uzmanlaşmış kimi araştırmacı ve incelemeciler, Yunus Emre'nin "bir halk ozanı"
olmadığını, "kesinlikle" vurgulama yoluna gitmişlerdir. Bu yargıya, bir bakıma
"yanlış" denilemez. Elbette böyle bir eğitim, öğretimden geçmiş kişiyi halk
ozanı" tanımlamasının dar kalıpları içinde değerlendirmek, doğru bir yargıya
varmaktan alıkoyabilir bizi. O zaman, Yunus Emre'yi nereye koyacağız,
sorusuna sağlıkla bir yanıt vermek gerekiyor.
Yunus Emre, her şeyden önce bir "tekke ozanı"dır da. Bektaşi'dir. Bu
gerçeği de gözden ırak etmemek gerekir. Gizemciliği, derinine bilen
bir kişidir.
Şiirlerinin büyük çoğunluğunu hece ölçüsüyle yazmıştır. Yedi yüzyıldan
bu yana, halkın içinde, yüreğinde, dilinde, beğenisinde yaşamıştır,
yaşamaktadır. İlahileriyle, nefesleriyle..
Yunus Emre ile Türk halkı öylesine bütünleşmiştir ki, onun için
söylenceler çıkartılmış, dokuz yerde mezarı olduğu ileri sürülmüştür. Yunus
Emre'nin dokuz ayrı yerde mezarı oluşu, O'nun Türk halkıyla nasıl bir sevgi bağıyla
kenetlendiğinin de bir başka, somut örneği olsa gerektir.
Böyle olunca, Yunus Emre'yi salt "Gizemci ozan"lar kümesinde değerlendirmek,
doğru, yerinde, sağlıklı bir değerlendirme olmaz kanısını taşıyoruz. Gizemciliği
ne ölçüde doğru, yerinde ise, halkla bütünleşmesi, halkın yüreğinde, düşünde,
özünde yaşamakta oluşu da öylesine vurgulanması gereken bir gerçektir.
Bu gerçektir ki, Yunus Emre'yi, "Türk Halk Şiiri"nin başustası
saymamızı onu öyle de değerlendirmemizi, sunmamızı gerekli, zorunlu kılıyor.
Halkla böylesine içiçe girmiş bir ozanı "halk bütünü"nden ayırmak, hem Yunus
Emre'ye, hem halka haksızlık olurdu kanısındayız.
Yunus Emre çağının halk konuşma dilini kullanmış, Oğuz lehçesiyle
yazmıştır. Yer yer, biraz da gizemciliğinin zorunlu sonucu sayılabilecek
Türkçe olmayan sözcükler, deyimler, terimler de kullanmak zorunda kaldığı
görülüyor. Ne var ki, Yunus Emre'nin asıl önemli yanı, yalın bir halk diliyle,
Türkçeyle en karmaşık gizemcilik bilgilerini halka ulaştırılabilmesidir.
Üstelik, bunları şiirsel deyişten uzaklaşmadan yapabilmesidir. Çünkü, Yunus
Emre'nin şiirleri salt gizemciliği öğretmek amacını güden "manzume"ler
değildir.
Şiirleri üzerinde özenle durulduğunda görülüyor ki, Yunus Emre,
şiirlerinde gerçekten bir sözcük ustasıdır. Sözcüklerin istiflenmesinde,
yerlerinin -ölçü değişmese de -değiştirilmesi, yerinden oynatılması
olasılığı yoktur. Büyük ölçüde heceyi kullanan Yunus Emre, "hece"nin 7 ile
8'li kalıplarına eğilim göstermektedir.
Yunus Emre için çıkarılan söylencelerin ayrıntılarına girmeden, bugün
elimizdeki bilgilere göre yaşamı da şöylece özetlenebilir:
Yunus Emre'nin doğduğu yıl kesinlikle bilinmiyor. Doğduğu yer de
tartışmalı. Ancak, son yıllarda Yunus Emre'nin Porsuk Çayı'nın Sakarya'ya döküldüğü
yerde, Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy'de doğduğu, uzun
yıllar da orada yaşadığı 1320/21 yıllarında gene Sarıköy'de öldüğü kabul
ediliyor. Bu nedenle, adına bir de anıtmezar yapılmıştır.
Araştırmacılardan bir kesimi de Yunus Emre'nin, Konya'nın Karaman
ilçesinde doğduğunu, orada öldüğünü, Karaman'da bir "Yunus Emre Türbesi"
olduğunu da ileri sürerek, bu görüşlerinde direniyorlar. Ancak, Yunus Emre'nin
Sarayköy'de doğduğu ve öldüğü daha da ağırlık kazanmış görünüyor.
Yunus Emre, gençliğinde bir süre çiftçilikle uğraştıktan sonra Taptuk
Emre'nin buyruğuna girerek onun dervişi olur. Kırk yıl Taptuk'un kapısına
odun taşır. Şiirlerinde de şeyhi Taptuk Emre'den sürekli saygıyla söz eder.
Yıllarca Taptuk Emre'nin kapısında "piştikten" sonra da şeyh olur.
Yunus Emre, Taptuk Emre'nin düşüncelerini, inancalarını yaymak amacıyla
Anadolu'yu, Kafkasya'yı dolaşmış, Şam'a gitmiştir. Sonra gene Sarıköy'e
dönmüştür. Bu arada Yunus Emre'nin Mevlana ile de görüşmüş olduğunu
biliyoruz.
Az sözle, ayrıntılı düşünceleri, duyguları söyleyebilmenin büyük ustasıdır
Yunus Emre. Varlık, yokluk, insan-Tanrı-ölüm kavramlarını, aralarındaki
bağlantıları insancıllığı sevecenliği, barışı, verimliliği, hoşgörüyü
dizelerinde yoğurarak, 13. yüzyıldan bu yana bizlere dek ulaştırabilen güçlü,
etkin, saygın bir ozan olan Yunus Emre'nin geleceğe de aynı güçlülükle, dirilikle,
yenilikle varacağından kuşku duyulmamalıdır.