-Yarın yola gideceksin, kapat perdeni de uyu biraz.
-Tamam baba, iyi geceler.
Mecburen çektim perdeyi. Uzandım yatağıma. Uyku, bazen, sıkıntılardan kaçmak için sığındığım son kalem olur. Dualar edip, döndüm sağıma, yumdum gözlerimi. Sevdiğim yanı başımda, çook uzakta. Aramızda koskoca bir duvar ve sevdiği....o yakışıklı canavar...
Başkasını sevdiğini düşünmek, o duygunun yeniden yüreğimi sıkıştırıp, boğazımı sıkması... Yorganı çektim başıma. Hayaller düşlere doğru yol alırken, kapıda babamın uzaklaşan ayak sesleri...
Gece yarısı, bir sesle dönüyorum. başu*****da annem;
-Hayrola anne!
Bakışlarında üzüntü, için için bir ağlama;
-Nolacak oğlum senin halin?
-Nolmuş ki!
-Ben anlamaz mıyım, o kıza vurulmuşsun.
İçim cız etti, karabasanlar sardı beynimi. Anlamamış gibi davranmak istedim;
-Hangi kıza?
-Nur dediğin kıza.
-Öyle olsa nolur ki anne?
-Oğlum ben seni evlensin, çoluk çocuğa karışsın diye bekliyorum, sen bu gün yarın ölecek bir kıza aşık oluyorsun.
Annem böyle değildi, noluyor diye içim ürperirken, sesim de titredi;
-O ölmeyecek anne.
-Ölecek oğlum, ölecek.
-Anne sen böyle değildin, niçin böyle konuşuyorsun.
Saçlarımı okşayarak fısıldıyor;
-Ölecek o ölecek.
Yanağımda hissettiğim gözyaşları hangimizin bilemiyorum.
Birden kapıdan Nur giriyor, bana bakarak bağırıyor;
-Öleceğim.
-Hayır!
Kapı çalınıyor, ben bağırıyorum; “Hayır! hayır!”
Birden kapı açılıyor ben yatakta doğruluyorum, annem kapıdan giriyor;
-Noluyor oğlum.
Toparlanmaya çalışıyorum, susuyorum.
-Bağırdığını duydum, kötü bir rüya mı gördün?
-Eee...evet, bir uçurumdan düşüyordum, düşerken de bağırıyordum.
-Besmelesiz mi yattın oğlum. Dua et, besmele çekip sağına dön yat.
-Tamam anne. Şeyyy... çok mu bağırdım. Herkes duymuş mudur?
-Yok yok duymamıştır. Ben uyanıktım, Kuran’ımı okuyordum.
-Uyanık mıydın? Saat kaç ki?
-Yarım saate kadar sabah ezanı okunur. Hadi sen biraz daha uyu.
Annem üzüldüğünü gizleyip, gülümsemeye çalışarak çıktı. Gözlerimi yumdum ama uyuyamadım. İçimdeki sıkıntı bir türlü geçmek bilmiyordu. Yatakta sıkıntılı düşünceler içerisinde bir o yana, bir bu yana dönüp durdum.
Ben uyumaya çalışırken, sabah ezanı sesi gelmeye başladı. Yavaşça kalktım, üzerimi giyinip, dışarı çıktım. Her taraf cıvıl cıvıl kuş sesleri içindeydi. Avludaki çeşmede abdest aldım, odama dönüp sabah namazını kıldım, Mevla’ma verdiği her güzellik için şükrettim, dualar ettim. Nur’un iyileşmesi için dua ederken içimin daraldığını hissettim.
Artık uyku tutmayacağını anlamıştım, tekrar odamdan çıkıp avluya indim. Kuş seslerine, köpek havlamaları, horoz ötüşleri karışıyordu. Avlu kapısına yakın yerde bağlı duran köpeğimiz boncuk beni gördü, adeta çırpınmaya başladı. Yanına gittim, zincirini çözdüm.
-Bana bak kara boncuğum, misafirleri rahatsız etmek yok ama.
Uzun süredir görmediğim halde beni unutmamıştı. Sevimli hareketler yapıp duruyordu. Biraz sevdim, onunla sağa-sola koşarak oynadım. Sonra, avludaki çeşmeye gidip, elimi sabunladım, buz gibi suyla yüzümü yıkadım. Kuşlar dallarda, adeta büyük bir telaşla ötüşüyordu. İlk defa gören biri, büyük bir toplantı yapıyorlar sanacak gibiydi sanki, daldan dala koşuşturuyor ve devamlı ötüşüyorlardı.
Cem’in sesini duydum pencereden;
-Ne bu gürültü yahu!
Bana bakarak gülümsüyordu.
-Noldu beyefendi, erkenden uyanmış oldun, daha istiyorsun.
-Ben alışkın değilim bu saatte kalkmaya. Söyle şu kuşlara biraz sessiz olsunlar.
-Onlar da, Cem’e kuş tüyü yastık vermeyi unuttuk diye üzülüyorlardı.
Biz konuşurken, Cem’in yanından bir dünya güzeli, bir prenses, bir sultan mahmur bakışlarıyla göründü;
-Günaydın.
“Günaydın gönlümün sultanı!, günaydın.” diye içimden mırıldandım. Dışımdan;
-Günaydın uykucular! Siz daha Çankırı’nın içi sayılacak benim köyümde erkenden kalkarsanız, Ilgaz’ın havası, doğası daha da güzel, orda hiç uyumazsınız herhalde.
Cem, kollarını havalara kaldırıp gerinirken, Mehtap onu kenara itekleyerek geçti, seslendi;
-Günaydın Ümit. Ne yapıyorsun sabah sabah.
-Ne yapayım, bizim boncuğu sevdim biraz.
Yanımdaki köpeğe baktı;
-Ben de yüzümü yıkamaya gelecektim, ısırır mı o?
-Merak etme bizim yanımızda gördüğü bir insana saldırmayacak kadar akıllı. Babam öyle yetiştirmiş ki, en öfkeli zamanında bile “Dur!” deyince hemen oturur.
-Bak geliyoruz ama.
-Gelin, çekinmeyin.
Avluya geldiler. Kızlar çekinse de, Cem, Boncuğa çabuk alıştı, sevmeye başladı.
Yüzlerini yıkadıktan sonra Nur, çeşmenin yakınında, ağaçların altındaki tabureye oturdu. Yüzünü yıkamasına rağmen uykusunu açamamış gibi bir hali vardı.
Cem’den cesaret alan Mehtap ise Boncuğa yaklaşmaya çalışıyordu.
-Bana bakıyor.
Cem;
-Yasak mı canım. Hem sen de ona bakıyorsun.
-Cem, şakayı bırak da yardımcı ol.
-Tanıştırayım mı?
-Ben seni, ayağımdaki terlikle tanıştırayım istersen.
-Yok sağol, sağol.
Mehtap birden telaşlandı;
-Şimdi bu kuyruğunu sallaması ne demek oluyor…. Aman…aman.. ısıracak mı, kuyruğunu hızlı sallamaya başladı.
-Yok bu neşeli sallama.
-Ne biliyorsun.
-Sen asıl, hiç tepki vermeyen köpeklerden kork. Birden saldırıverirler.
-‘Havlayan köpek ısırmaz’ hikayesi mi?
Nur, sırtında bir hırka, yüzünde tatlı bir tebessümle onları seyrediyordu. Ben de zaman zaman onu.
Mehtap telaşlı telaşlı;
-Dur Cem, dur. Hemen yaklaştırma köpeği. Önce uzaktan alışsın.
-Uzaktan alışma mı olur? Gel, sev, alışır o zaman.
Onlar böyle konuşurken, Nur yerinden kalktı, geldi Boncuğu sevmeye başladı. Mehtap şaşkın bakakaldı. Sonra;
-Offf…of. Nur bile benden cesaretliymiş.
Nur’un yanından çekinerek Boncuğu sevdi.
Annem yukardan seslendi;
-Hadi bakalım. Çay suyunu koydum. Ama köpeğe değdiniz. Hepiniz, ellerinizi yeniden yıkayıp da gelin.
Çeşme başında sıraya geçtik. Çeşmeden sonra Mehtap, oynamak için yanına sokulan Boncuktan bağırarak kaçtı, merdivenleri ikişer, üçer çıktı. Bunu da bir oyun sanan Boncuk, peşine koşacaktı ama kızarak seslendiğimi duyunca durdu. Nur’la Cem gülüyordu.
Gülüyordu Nur, gülüyordu. Dilime bir şiirin aynı dizeleri takılıyordu “Seni seviyordum, haberin yoktu” . Dudaklarımda gülümseyişin ardına saklanmış bir hüzün. Gözlerimde, akmak için yapayalnız anımı bekleyen birkaç damla.
**** ***** *****
İSMİN YOKTU
----------
Yine akşam oldu
Yine yine sensiz.
Sensizlik tüm şiirlerime
kafiye oldu.
Geceyi gizlemiyordu
Perdeleri kapatmam.
Sen uyuyordun,
şehir uyuyordu.
Ben ağlıyordum
gözyaşım yoktu.
Seni sevdiğimi
masam biliyordu
sandalyelerim
ve duvarlar...
Bir sen bilmiyordun.
Öğrenmek için bu mektubu
yazmamı bekliyordun.
Oysa mektupta
adresin yoktu
ismin yoktu...
AHMET UNAL CAM