Ayrıntılı Konu Bilgileri
Sayfa BaşlığıKonu: Yağmur Yağıyordu
Mesaj SayısıMesaj Sayısı: 1 cevap var
OkumaGösterim: 1345
Google Özel Arama

Gönderen Konu: Yağmur Yağıyordu  (Okunma sayısı 1345 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Yağmur Yağıyordu
« : 03 Ağustos 2007, 21:18:23 »


 

-Yarın yola gideceksin, kapat perdeni de uyu biraz.
-Tamam baba, iyi geceler.
Mecburen çektim perdeyi. Uzandım yatağıma. Uyku, bazen, sıkıntılardan kaçmak için sığındığım son kalem olur. Dualar edip, döndüm sağıma, yumdum gözlerimi. Sevdiğim yanı başımda, çook uzakta. Aramızda koskoca bir duvar ve sevdiği....o yakışıklı canavar...
Başkasını sevdiğini düşünmek, o duygunun yeniden yüreğimi sıkıştırıp, boğazımı sıkması... Yorganı çektim başıma. Hayaller düşlere doğru yol alırken, kapıda babamın uzaklaşan ayak sesleri...
Gece yarısı, bir sesle dönüyorum. başu*****da annem;
-Hayrola anne!
Bakışlarında üzüntü, için için bir ağlama;
-Nolacak oğlum senin halin?
-Nolmuş ki!
-Ben anlamaz mıyım, o kıza vurulmuşsun.
İçim cız etti, karabasanlar sardı beynimi. Anlamamış gibi davranmak istedim;
-Hangi kıza?
-Nur dediğin kıza.
-Öyle olsa nolur ki anne?
-Oğlum ben seni evlensin, çoluk çocuğa karışsın diye bekliyorum, sen bu gün yarın ölecek bir kıza aşık oluyorsun.
Annem böyle değildi, noluyor diye içim ürperirken, sesim de titredi;
-O ölmeyecek anne.
-Ölecek oğlum, ölecek.
-Anne sen böyle değildin, niçin böyle konuşuyorsun.
Saçlarımı okşayarak fısıldıyor;
-Ölecek o ölecek.
Yanağımda hissettiğim gözyaşları hangimizin bilemiyorum.
Birden kapıdan Nur giriyor, bana bakarak bağırıyor;
-Öleceğim.
-Hayır!

Kapı çalınıyor, ben bağırıyorum; “Hayır! hayır!”
Birden kapı açılıyor ben yatakta doğruluyorum, annem kapıdan giriyor;
-Noluyor oğlum.
Toparlanmaya çalışıyorum, susuyorum.
-Bağırdığını duydum, kötü bir rüya mı gördün?
-Eee...evet, bir uçurumdan düşüyordum, düşerken de bağırıyordum.
-Besmelesiz mi yattın oğlum. Dua et, besmele çekip sağına dön yat.
-Tamam anne. Şeyyy... çok mu bağırdım. Herkes duymuş mudur?
-Yok yok duymamıştır. Ben uyanıktım, Kuran’ımı okuyordum.
-Uyanık mıydın? Saat kaç ki?
-Yarım saate kadar sabah ezanı okunur. Hadi sen biraz daha uyu.
Annem üzüldüğünü gizleyip, gülümsemeye çalışarak çıktı. Gözlerimi yumdum ama uyuyamadım. İçimdeki sıkıntı bir türlü geçmek bilmiyordu. Yatakta sıkıntılı düşünceler içerisinde bir o yana, bir bu yana dönüp durdum.
Ben uyumaya çalışırken, sabah ezanı sesi gelmeye başladı. Yavaşça kalktım, üzerimi giyinip, dışarı çıktım. Her taraf cıvıl cıvıl kuş sesleri içindeydi. Avludaki çeşmede abdest aldım, odama dönüp sabah namazını kıldım, Mevla’ma verdiği her güzellik için şükrettim, dualar ettim. Nur’un iyileşmesi için dua ederken içimin daraldığını hissettim.
Artık uyku tutmayacağını anlamıştım, tekrar odamdan çıkıp avluya indim. Kuş seslerine, köpek havlamaları, horoz ötüşleri karışıyordu. Avlu kapısına yakın yerde bağlı duran köpeğimiz boncuk beni gördü, adeta çırpınmaya başladı. Yanına gittim, zincirini çözdüm.
-Bana bak kara boncuğum, misafirleri rahatsız etmek yok ama.
Uzun süredir görmediğim halde beni unutmamıştı. Sevimli hareketler yapıp duruyordu. Biraz sevdim, onunla sağa-sola koşarak oynadım. Sonra, avludaki çeşmeye gidip, elimi sabunladım, buz gibi suyla yüzümü yıkadım. Kuşlar dallarda, adeta büyük bir telaşla ötüşüyordu. İlk defa gören biri, büyük bir toplantı yapıyorlar sanacak gibiydi sanki, daldan dala koşuşturuyor ve devamlı ötüşüyorlardı.
Cem’in sesini duydum pencereden;
-Ne bu gürültü yahu!
Bana bakarak gülümsüyordu.
-Noldu beyefendi, erkenden uyanmış oldun, daha istiyorsun.
-Ben alışkın değilim bu saatte kalkmaya. Söyle şu kuşlara biraz sessiz olsunlar.
-Onlar da, Cem’e kuş tüyü yastık vermeyi unuttuk diye üzülüyorlardı.
Biz konuşurken, Cem’in yanından bir dünya güzeli, bir prenses, bir sultan mahmur bakışlarıyla göründü;
-Günaydın.
“Günaydın gönlümün sultanı!, günaydın.” diye içimden mırıldandım. Dışımdan;
-Günaydın uykucular! Siz daha Çankırı’nın içi sayılacak benim köyümde erkenden kalkarsanız, Ilgaz’ın havası, doğası daha da güzel, orda hiç uyumazsınız herhalde.
Cem, kollarını havalara kaldırıp gerinirken, Mehtap onu kenara itekleyerek geçti, seslendi;
-Günaydın Ümit. Ne yapıyorsun sabah sabah.
-Ne yapayım, bizim boncuğu sevdim biraz.
Yanımdaki köpeğe baktı;
-Ben de yüzümü yıkamaya gelecektim, ısırır mı o?
-Merak etme bizim yanımızda gördüğü bir insana saldırmayacak kadar akıllı. Babam öyle yetiştirmiş ki, en öfkeli zamanında bile “Dur!” deyince hemen oturur.
-Bak geliyoruz ama.
-Gelin, çekinmeyin.
Avluya geldiler. Kızlar çekinse de, Cem, Boncuğa çabuk alıştı, sevmeye başladı.
Yüzlerini yıkadıktan sonra Nur, çeşmenin yakınında, ağaçların altındaki tabureye oturdu. Yüzünü yıkamasına rağmen uykusunu açamamış gibi bir hali vardı.
Cem’den cesaret alan Mehtap ise Boncuğa yaklaşmaya çalışıyordu.
-Bana bakıyor.
Cem;
-Yasak mı canım. Hem sen de ona bakıyorsun.
-Cem, şakayı bırak da yardımcı ol.
-Tanıştırayım mı?
-Ben seni, ayağımdaki terlikle tanıştırayım istersen.
-Yok sağol, sağol.
Mehtap birden telaşlandı;
-Şimdi bu kuyruğunu sallaması ne demek oluyor…. Aman…aman.. ısıracak mı, kuyruğunu hızlı sallamaya başladı.
-Yok bu neşeli sallama.
-Ne biliyorsun.
-Sen asıl, hiç tepki vermeyen köpeklerden kork. Birden saldırıverirler.
-‘Havlayan köpek ısırmaz’ hikayesi mi?
Nur, sırtında bir hırka, yüzünde tatlı bir tebessümle onları seyrediyordu. Ben de zaman zaman onu.
Mehtap telaşlı telaşlı;
-Dur Cem, dur. Hemen yaklaştırma köpeği. Önce uzaktan alışsın.
-Uzaktan alışma mı olur? Gel, sev, alışır o zaman.
Onlar böyle konuşurken, Nur yerinden kalktı, geldi Boncuğu sevmeye başladı. Mehtap şaşkın bakakaldı. Sonra;
-Offf…of. Nur bile benden cesaretliymiş.

Nur’un yanından çekinerek Boncuğu sevdi.
Annem yukardan seslendi;
-Hadi bakalım. Çay suyunu koydum. Ama köpeğe değdiniz. Hepiniz, ellerinizi yeniden yıkayıp da gelin.
Çeşme başında sıraya geçtik. Çeşmeden sonra Mehtap, oynamak için yanına sokulan Boncuktan bağırarak kaçtı, merdivenleri ikişer, üçer çıktı. Bunu da bir oyun sanan Boncuk, peşine koşacaktı ama kızarak seslendiğimi duyunca durdu. Nur’la Cem gülüyordu.

Gülüyordu Nur, gülüyordu. Dilime bir şiirin aynı dizeleri takılıyordu “Seni seviyordum, haberin yoktu” . Dudaklarımda gülümseyişin ardına saklanmış bir hüzün. Gözlerimde, akmak için yapayalnız anımı bekleyen birkaç damla.


**** ***** *****
İSMİN YOKTU
----------
Yine akşam oldu
Yine yine sensiz.
Sensizlik tüm şiirlerime
kafiye oldu.

Geceyi gizlemiyordu
Perdeleri kapatmam.
Sen uyuyordun,
şehir uyuyordu.
Ben ağlıyordum
gözyaşım yoktu.
Seni sevdiğimi
masam biliyordu
sandalyelerim
ve duvarlar...
Bir sen bilmiyordun.
Öğrenmek için bu mektubu
yazmamı bekliyordun.
Oysa mektupta
adresin yoktu
ismin yoktu...


AHMET UNAL CAM
Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim

    ozanyazar

  • Yeni Üye
  • *
  • Avatar Yok

  • İleti: 2
  • Rep: +0/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Profili Görüntüle
  • Çevrimdışı
Yağmur Yağıyordu
« Yanıtla #1 : 09 Temmuz 2008, 11:18:18 »
Çeşme başında sıraya geçtik. Çeşmeden sonra Mehtap, oynamak için yanına sokulan Boncuktan bağırarak kaçtı, merdivenleri ikişer, üçer çıktı. Bunu da bir oyun sanan Boncuk, peşine koşacaktı ama kızarak seslendiğimi duyunca durdu. Nur’la Cem gülüyordu.

Gülüyordu Nur, gülüyordu. Dilime bir şiirin aynı dizeleri takılıyordu “Seni seviyordum, haberin yoktu” . Dudaklarımda gülümseyişin ardına saklanmış bir hüzün. Gözlerimde, akmak için yapayalnız anımı bekleyen birkaç damla.


   Boncuk sesimdeki kızgınlığın sahteliğini anlamış gibi oynamaya çalışıyor, ben de merdivenlere koşuyorum. Bu kez babamın seslenmesiyle Boncuk, geri dönüp bir kenara oturdu. Ama “oynamak için sizi bekleyeceğim” der gibi kuyruğunu  neşeyle sallamaya devam ediyordu.
Merdivenleri çıkarken, Mehtap, Nur’un arkasına saklandı. Cem’le ben de neşeyle yukarı çıktık.  Sofrayı görünce Mehtap’ın korkusu geçmişti;
-Ooo... tereyağ, köy peyniri, bazlama, reçel. Çay da mis gibi kokuyor. Ümit annen seni geldi diye neler hazırlamış. Sayende biz de bayram edeceğiz.
Annem kaşlarını çattı;
-Olur mu öyle şey, misafir varken oğluma göre mi sofra kuracağız!
-Şaka yaptım teyze. Valla şu manzara bile yeter bana, ellerine sağlık.
Oturduk, küçük şakalar eşliğinde yemeği yedik. Yemekten sonra, Cem ile elimize çay bardaklarımızı alıp kanepeye geçtik.  Kanepenin oradaki pencereden, köyün çoğu kısmı görülüyordu. Açık pencereden gelen hafif bir esintiyle beraber, benim ‘köy sesi’ diye özetlediğim, at arabası, horoz sesi, uzaktan bir sıpanın acıklı sesi, bahçedeki kavak yapraklarının sesleriyle birbirine karışarak kulağımıza kadar geliyordu.
Köy yollarına bakarken, yaz tatillerinde gelip oynadığım yollar, harmanlar gözümde canlandı. Lise çağlarında karşılıksız sevdiğim güzel kız, yine çeşmeden su doldurup evinin yolunu tuttu. Ben yine yalnız kalmak için bahçelerin yolunu tutum.
-Noldu Ümit, dalmışsın!
-Köydeki çocukluk, gençlik günlerim aklıma geldi, dalmışım. Tam, büyüklerimin beni kaytarırken yakalayıp, kazmayla-kürekle-bel ile bahçe kazmaya, su tutmaya filan götürdüğü kısma geliyordum ki, sen kurtardın.
Babam gülümsedi;
-Ne kadar çok çalıştırdığımız, ellerindeki nasırlardan belli zaten.
Ben elimi saklayamadan, Cem yakalamıştı bile,
-İyi de hiç nasır yok ki,..ha.. demek ki hep kaytardın.
Annem;
-Oğlum, bırak şimdi elinin nasırını da, yola çıkın.
-Aman anne, misafirlere “git” diyormuş gibi oldu.
-Yoo, her zaman misafir baş tacımızdır ama ‘yolcu yolunda gerek’ de derler bizde. Sen Sadettin amcanğilin köyüne hiç gitmedin ki. Vakitlice yola çıkında…
-Ilgaz o kadar mı uzak.
-Yol, yoldakine yakındır. Oturduğun yerde bekleyerek yol yakınlaşmaz.
Nur, gülümseyerek bizi dinliyordu. Mehtap;
-Teyze doğru söylüyor. Ben, teyzenin lafı olduğu gibi söyleyen biri olduğunu çoktan anladım, darılmam. Ama bir bardak çay daha içmeden şuradan şuraya da gitmem. Hadi bakalım Nur, senin çayın da bitmiş.
Nur, tepsiye bardakları toplayıp, mutfağa çay doldurmaya gitti.

Onlar çaylarını içene kadar biraz daha oturduk. Ben Nur’a bakmamaya çalışarak hep onu düşündüm, ağzımdan başka kelimeler, cümleler çıkarken, zihnimden hasret şiirleri geçiyordu. Annemin yanı başında olması, dizinin dibinde olması beni olmadık hayallere daldırıyordu. Bu güzel ve zor hayalleri bir buruklukla düşünürken susmuşum, gözlerim önde dalmışım. Bir an sessizlik dikkatimi çekti, babam ve Cem çoktan dışarı çıkmıştı ama odadakilerin hepsi de susmuş bana bakıyordu. Hayallerimi görmüşler gibi korktum bir an, sordum;
-Noldu, niye öyle bakıyorsunuz?
-Oğlum , niye daldın diyoruz, ses yok.
Mehtap;
-Çook derinlere dalmış, bizi duyduğu yok ki !...
-Ne o oğlum, bu kadar dalacak derdin ne?
Mehtap;
-Teyze, bu yalnızlıktan sıkılmış…
O sözleri mi söyleyecek yoksa, hemen elimle ‘sus’ işareti yaptım. Mehtap lafı değiştirdi.
-Ümit’i de köye alın, çalışsın tarlada bahçede akşama kadar.
 Annem, gülümsedi geçti ama Mehtap’la Nur’un yaramaz gülüşleri yüzümü kızarttı. Mehtap, benim halimden memnun devam etti;
-Hem böylece yorulur, düşünüp düşünüp dalacak vakti olmaz.
Artık kızmıştım. Seslendim;
-Mehtap, ben kızınca ne yaparım biliyor musun?
Mehtap sağa-sola baktı, yakınındaki kürek sapı olacak sopayı alıp, kenara sakladı.
-Ne yaparsın?
Hızla ayağa kalktım, Mehtap kendini anneme doğru saklarken yürüdüm.
-Çekeeer giderim.
Ben babamla, Cem’in indiği avluya giderken, onlar ardımdan gülüyordu. Kapıdan çıkmadan son defa dönüp baktım, Nur’un yüzünde yine o yaramaz gülüş, benim gönlümde yine o serin rüzgâr çıktım dışarı.

Seni bırakıp,
Şen gülüşünle loş odalarda 
İçimde hüzünle, içimde ah’la
Alıp yalnızlığı koynuma
gidiyorum.
 
Ne sevdin beni, ne anladın
Gülüşünle vurup, yaraladın
Üzülüp kendim, kendime
Bırakıp seni zalimliğinle
gidiyorum.

Cem, ablalarının çantalarını arabaya yerleştiriyordu. İçimdeki hüzünü acıyı, bir kenara bırakıp, gülümseyerek yardım ettim.
-Ne kadar çok bu kızların çantası yahu…
Benden sonra çıkan kızlar da merdiveni iniyordu. Cem;
-Hiç sorma, bazen ‘pikniğe gidelim’ diyoruz, bunların çantalarını koyduktan sonra biz dışarıda kalıyoruz.
Nur;
-Cem, bizle uğraşma, Mehtap ablamla bir olursak yere yıkarız seni.
-Aaa.. siz burada mıydınız !  Ha.. ne diyorduk. Mehtap ablam, çok düzenlidir ama Nur’un çantaları bir türlü arabaya sığmaz.
Cem’in Mehtap’ı yanına çekme girişimi pek fayda etmemişti, ikisi de geçerken Cem’in sırtına vurarak geçti.
Arabayı düzenledikten sonra anne-babamın ellerini öpüp arabaya bindik. Arabaya binince, dönüp baktım; annem saklayamadan, son anda gördüm hüzünü. Üzülüyordu bana, anne yüreği içimi ezen bir aşk olduğunu kesin anlamıştı. Fakat bu aşkın sahibinin Nur olduğunu anlamış mıydı, bilemiyorum.
****               ****               ****               ****               ****               ****               ****               ****
Ilgaz’a doğru yola çıktık ama içimdeki hüznü atamamıştım. Aynı araba içinde halim kolayca anlaşılacak diye çekiniyordum. Daha fazla belli etmemek için hattı açılan cep telefonumla birilerini arasam, belki neşeli bir şeyler duyarım, diye düşündüm. Kızlar, çevredeki ağaçları, tepeleri seyrederken, köy isimlerini okurken, ben arkadaşım Hüseyin’in numarasını çevirdim. İki kere çaldıktan sonra Hüseyin’in sesi geldi kulağıma…
-Aloo…
Ağzından hiç kötü söz çıkmadığını bildiğimden, telefonun sesini dışarı vermekte çekinmedim. Sonra sesimi biraz değiştirerek;
-Buyrun, kimi aradınız.
-Şey..siz aramıştınız.
Sesimi gayet ciddi, hafif te öfkeli yaptım;
-Kardeşim kayıp mısınız ki sizi arayalım?
-Hayır beyefendi öyle arama demedim, telefonla arama…
-Burası kayıp arama bürosu beyefendi telefonla arama değil.
-Kayıp arama mı?
-Evet beyefendi  siz bizi aradığınıza göre…
-Ben aramadım ama şey, affedersiniz sesiniz… sesiniz…, alo… sen misin Ümit ?
-Beyefendi siz bir Ümit mi arıyorsunuz? …soyadı ne?
-Yok yok, şeyy.. sesinizi bir arkadaşa benzettim de.
-Gelirsem ben sizi benzetecem. Beyefendi, o zaman Ümit değil, canım arkadaşım Ümit’i arıyorum” diyecektiniz.
Hüseyin öyle bir  ‘ Ümiiiit !  ‘  diye bağırdı ki, sanırım yanında olsam dayağı yemiştim.
-Canım arkadaşım, özlemiş beni ismimi sayıklayıp duruyor.
-Demek cep telefonu aldın Ümit.
-Evet. Kendi kendime “-Canım arkadaşım Hüseyin’i böyle daha çok rahatsız edebilirim.” dedim.
-Nasıl olacakmış o?
-Geçen sabah altı da gelince kızmıştın ya, ben de sabahın altısında öfkeli oluyorsun diye gece yarısı üçte-dörtte arayacağım.
-Seni acemi, gece yarısı cep telefonunu kapatırım. Neyse onu boş ver de, sen durup dururken beni aramazsın, hayırdır?
-Çok ayıp ettin Hüseyin her zaman aklıma gelirsin.
-Mesela?
-Mesela, canım sıkılıp ta kime gıcık bir şaka yapsam desem, önce sen gelirsin aklıma…
Arabada Mehtap’la Nur gülmemek için kendilerini tutmaya çalışıyor, Can’da direksiyonda gülümsüyordu.


Yazan : Ahmet Ünal ÇAM


Paylaş delicious Paylaş digg Paylaş facebook Paylaş furl Paylaş linkedin Paylaş myspace Paylaş reddit Paylaş stumble Paylaş technorati Paylaş twitter
 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son İleti
1 Yanıt
1446 Gösterim
Son İleti 04 Kasım 2010, 16:25:28
Gönderen: leydi
0 Yanıt
952 Gösterim
Son İleti 18 Temmuz 2007, 00:55:57
Gönderen: sevdaligul
2 Yanıt
1256 Gösterim
Son İleti 21 Ağustos 2007, 21:02:58
Gönderen: sevde34
1 Yanıt
1075 Gösterim
Son İleti 04 Aralık 2007, 20:26:51
Gönderen: BİTANEM
0 Yanıt
1129 Gösterim
Son İleti 04 Eylül 2013, 22:41:34
Gönderen: sevdaligul