Kendinizi alabildiğine geniş ve uzun bir beyaz sayfa üzerinde gezinen minicik ancak bilinçli bir canlı olarak farzedin. Sayfanın üzerinde yaşıyor olduğunuz için sadece sayfanın boyutlarını biliyorsunuz. Yani, en fazla iki boyutu algılayabiliyorsunuz. Kâğıdın enini ve boyunu biliyorsunuz. Kağıdın yüzeyine dik duran ve kâğıdın yüzeyinin dışındaki üçüncü bir boyuta aşina değilsiniz. Oysa, yaşadığınız ve aşina olduğunuz iki boyutun dışındaki bir üçüncü boyut daha vardır.
Üçüncü boyutta yaşayan biri sizin gezindiğiniz her noktaya dilediği mesafeden müdahalede bulunabilir. Örneğin elindeki bir kalemle kâğıdın her noktasına dilediği biçimde ulaşabilir ve sizin gezindiğiniz her noktaya yazılar yazabilir. Ancak siz gezindiğiniz sayfanın yüzeyine üçüncü boyuttan yapılan müdahaleleri bulunduğunuz iki boyut içinde yorumlayabilirsiniz. Örneğin sayfa üzerinde sağdan sola doğru yürüyorsanız, üçüncü boyuttan uzanan kalemin yazdığı harfleri ya da kelimeleri bir sıraya koyarsınız. Diyelim ki, kalem “Ağaçlar meyve veriyor” cümlesini yazıyor. Siz önce “ağaçlar” kelimesini görürsünüz, sonra “meyve” kelimesini algılarsınız. Sizin yaşadığınız iki boyutta, “ağaçlar” “meyve”den önce gelir, “meyve” “ağaçlar”dan sonra gelir. Kalemin ucundaki yazıyı gören ancak kalemin kendisini görmeyen biri olarak, gezindiğiniz bu sayfa üzerinde olup bitenleri yorumlamaya kalkıyorsunuz. Sayfa içinde gezindikçe benzer her cümlede “ağaçlar”ın önce, “meyve”nin ise sonra geldiğini görüyorsunuz.
Buna göre, “meyve” kelimesini sayfa üzerinde yazılması için, önce “ağaçlar”ın yazılması gerektiğini düşünüyorsunuz. Çünkü her defasında böyle gördünüz. Buradan yola çıkarak, “ağaçlar” yazılmadan, “meyve” yazılamayacağı sonucuna varıyorsunuz. “O halde,” diyorsunuz, “ağaçlar meyvenin sebebidir.” Meyveyi yapan ağaç olmalıdır size göre.
Oysa, siz zavallı iki boyutunuzda bu sonuca varırken, üçüncü boyutun farkında olan biri, tebessüm ederek, bulunduğunuz sayfaya “ağaç” ve “meyve” kelimelerini yazan kalemin ya da kalem sahibinin dilerse “meyve”yi “ağaç”tan önce yazabileceğini söyler. Bu kalem sahibi sırf gramere uysun diye, önce “ağaçlar”ı, sonra “meyve”yi yazar. Doğrusu, “ağaçlar” kelimesini sana göre önceden yazmış olması, sonradan “meyve” kelimesini yazmasını kolaylaştırıyor değildir; “ağaçlar”ı da, “meyve”yi de ayrı ayrı ve özel olarak yazar.
Sırf sizin hatırınız için iki kelimeyi “birlikte” ve “birbiri ardısıra” yazıyordur. Aslında kalem sahibi, sizin yaşadığınız iki boyutun her noktasına eşit mesafededir ve her noktaya dilediği anda erişir ve müdahale eder. Böyle düşününce çok net olarak, her defasında önceden gördüğünüz adına “sebep” dediğiniz kelimelerin, her defasında sonradan gördüğünüz adına “sonuç” dediğiniz kelimelerin yazılışına kendilerinden bir katkısı olmadıklarını görebilirsiniz. Bulunduğunuz sayfada sebep ve sonuç olarak algıladığınız kelimeler vardır ama sebeplerin sonuçlar üzerinde hiçbir etkisi yoktur, gramer gereği sebepler sadece sonuçlardan önce gelir.
Diyelim ki, bir gün bulunduğunuz sayfa ortasından bir yerden delindi ya da sayfa üzerinde incecik bir kıvrılma oldu. O gün, bu sayfa üzerinde olup bitenlerin hiç de zannedildiği gibi olmadığını dehşetle kavramaya başlarsınız. Herşey bulunduğunuz düz iki boyuttan ibaret değil ve öncelik ve sonralık gibi kavramlar sırf sayfanın kâğıdının devamlılığından kaynaklanıyormuş meğer! Sayfa kendi üzerine katlanabiliyorsa, sonra bildiğiniz bir şeyin önceden de önceye gelebildiğini görebilirsiniz.
Sayfa delinebiliyorsa, her zaman kolayca ulaşabildiğiniz iki nokta arasındaki mesafenin, yani size göre iki an arasındaki mesafenin, mesela sebep ile sonuç bildiğiniz iki kelime arasındaki aralığın kendi kudretinizle aşılabilir olmadığını görebilirsiniz. Sebep-sonuç arası sonsuzdur ve sonuç sebepten önce gerçekleşebilir.
Şimdi, biz dört boyutta (üç mekan boyutu+bir zaman boyutu) insanlar olarak, alışageldiğimiz önceler ve sonralar üzerine hükümler kurmuşuz. Yeryüzünde ağaçlar meyvelerden önce yazılıyordur ve bize göre ağaç meyvenin sebebidir. “Meyveyi ağaç yapıyor olmalıdır!” “....çünkü ağaç olmazsa meyve olmaz!”. Bütün hükümlerimiz önce ve sonra kavramlarımıza bağlıdır. Doğrudur; yeryüzü sayfasında önce “ağaçlar”ı görürüz, sonra “meyveleri” görürüz. Ama sadece görürüz. Görmek ise ışığın gözümüze ulaşma hızıyla sınırlıdır; tıpkı sayfanın iki boyutuna mahkum olmuş bir canlı gibiyizdir bu durumda. Ağacı önceden görmek, meyveyi sonradan görmek bizim dört boyuttaki kısıtlılığımıza bağlıdır. O da, sayfanın eni boyu gibi, ışığın bize ulaşma hızına bağlıdır.
Işık hızı, içinde sırayla geziniyor olduğumuz sayfanın kâğıdına benziyor. Bugünlerde kâğıdın delindiğini ya da katlandığını duyuyoruz. Işık hızının gerçekten aşılmış olması ya da aşılmamış olması değil sorunumuz. Işık hızının, ne kadar hızlı olursa olsun “sınırlı” olmasını sorun etmeliyiz. Sınırlılılık, bizi bağlıyor ve öncelik ve sonralık hükümlerimizin ve dolayısıyla sebep ve sonuç ilişkilerine dair yorumlarımızın geçici ve deneyimlerimize bağımlı olduğunu gösteriyor. Geçici olmayan ve gördüklerimizden ötede olan gerçek ise, bildiğimizden başka... Sebepleri bu kâinat sayfasına zaman içinde sonuçlardan önce yazan zamanın dışındadır ve sebepleri sonuçları yapsınlar diye değil, sırf şimdilik kuralı öyle koyduğu için önceden yazıyor. Sonuç sebepden önce de yazılabilirdi. Ve aslında sonuçlar sebepsiz de yazılabilir. Şimdi gördüklerimiz, göreceklerimizin hepsi değil yani!
Hele bir ışıktan kâğıdımız yırtılıversin de!
__________________