Tasavvufî Hayat ve Geri Kalmışlık
Bugünün İslâm dünyası ile “gelişmiş” Batı arasında ekonomik, politik, askerî, bilimsel ve teknolojik açıdan büyük mesafe var
Kimi çevreler bu halin sebepleri arasında tasavvuf kültürünü, sûfiliğin zühd ve takva odaklı öğretisini de sayıyorlar Bir anlamda İslâm dünyasının “geriliğinin” asıl kabahatini yine müslümanda buluyorlar
Sahiden böyle midir? Tasavvuf kültürü, özelde zühd anlayışı dünyadan el etek mi çektirir?
Tasavvuf kitaplarında dünyanın önemsizliği, ahiretin önceliği öne çıkarılır Dünyaya önem vermeyen zühd aleminin büyüklerinin sözlerinden ve münzevî hayatlarından örnekler verilerek dünyadan uzak durmanın önemi anlatılır
Elimizdeki zühde dair eserlerde geçen tavsiyeler ve bazı kıssa ve menkıbelerde anlatılanlara bakan çağımızdaki bazı insanlar, müslümanların günümüzde hak ettikleri konumda olmamalarının nedenleri arasında zühd anlayışını ve tasavvuf kitaplarının müminleri dünyadan uzaklaştırmasını sayarlar
Bu iddiaya göre, tasavvuf kitaplarını ve sûfilerin sözlerini okuyan, yaşantılarını öğrenen müminler dünyaya önem vermemişler ve hayattan koparak tamamen ibadet odaklı bir yaşam sürmüşlerdir Bir hırka bir lokma ile hayatlarını devam ettirmişlerdir
Bu arada müslüman olmayanlar, dünya hayatını önemseyenler boş durmamışlar, çeşitli icatlar yaparak ilerlemişler, dünyaya hakim olmuşlar, müslümanlar da onların gerisinde kalmışlardır Üstelik onlara muhtaç duruma düşmüşlerdir
Tarihin yalanladığı iddia
Farklı çevrelerde sık sık duyduğumuz bu iddialar gerçek midir? Bu sorunun cevabını aramak, iddianın ne kadar sağlam bir zemine dayandığını anlamak için, öncelikle önümüze bir İslâm tarihi kitabı koymamız gerekir
Masaya bir İslâm tarihi koyduktan sonra, söz konusu zühd hayatının önderlerinin yaşadıkları dönemlerin siyasi tarihini okumamız icap eder
En baştan söyleyelim: Eğer bahsettiğimiz şekilde tarihe bakarsak, başta zühd önderlerinin yaşadıkları devirler olmak üzere, İslâm devletlerinin hiçbirinde hayatı dışlamanın, ahiret adına dünyayı unutmanın söz konusu olmadığını görürüz
Bırakın dünyaya boş vermeyi, İslâm’ın ilk asırları dünyevî başarılar anlamında günümüz müslümanlarının övündükleri dönemlerin başında gelir Zira bu yıllar fetihlerle, siyaset, ekonomi, kültür ve medeniyet kısaca her alanda İslâm dünyasının muhteşem başarılar gerçekleştirdiği dönemlerdir
Peki, bütün bu başarıların dünyadan uzaklaşıp, bir abaya bürünerek dağ başına çıkıp uzlete çekilerek gerçekleşmesi mümkün müdür? Elbette mümkün değildirO zaman zühd önderlerine ve onların etkisinde kaldığı iddia edilen müslümanlara yöneltilen suçlama pek de sağlam bir zeminde yükselmiyor demektir
Günümüzdeki durum
Esasında çok eskilere gitmemize gerek yok Şu dönemde de tasavvuf hayatını benimsemiş olan insanlar aynı kitaplara son derece önem vermekte ve bu kitaplardaki dünyayı öteleyen, ahirete yönelmeyi teşvik eden sözleri ve yaşantıları okumaktadırlar
Bizler bu cemaatlerin müntesiplerinin hayatlarına baktığımızda ne dünyadan koptuklarını ne de bir yere kapanıp günlerini ve gecelerini sadece ibadetle geçirdiklerini görmekteyiz
Onlarda gördüğümüz yegâne durum kulluğu öncelemeleri, nafile ibadetlere herkesten fazla önem vermeleri, birbirleri arasında dayanışmayı diğer müminlerden fazla gerçekleştirmeleri, bu arada da gündelik hayatlarını sürdürmeleridir
Yani onlar hem bu kitaplarda anlatılanlara önem vermekteler hem de hayat standartlarını üst seviyeye çıkarmak, ailelerine daha iyi imkanlar sunmak ile İslâm’ın daha geniş coğrafyalarda yaşanması için maddi imkanlarını seferber etmek için çabalamaktadırlar Hatta günümüz Türkiye’sinde pek çok üst seviyede zenginin, tasavvufu kendisine yaşam tarzı olarak benimsediğini hepimiz bilmekteyiz
Bu gerçek bizlere zühd hayatını öven sözler ile kıssa ve menkıbelerin müslümanları dünyadan kopardığı şeklindeki iddianın haklı bir suçlama olmadığını göstermektedir Zira günümüzdeki müminlerin dünyaya bakışları nasılsa, geçmiş dönemlerde de ortalama olarak aynıydı
Gerçeği doğru okumak
Burada esasında görmek istemediğimiz veya görmemiz gerektiği halde aklımıza gelmeyen bir hakikat vardır O da şudur:
Zühd ve tasavvuf kitaplarında, büyük sahabi Hz Ebu Zer ra misali dünyadan kopuk bir hayat yaşadıkları ve maddiyat olarak bir şeylerinin olmadığı zikredilen insanlar, toplumun ahireti unutmaması, dünyaya kendini kaptırmaması açısından önemli bir vazife görmüştür Toplumun yakasını tamamen dünyaya kaptırmamalarını sağlamıştır Çünkü bu zatların sohbetleri ve sergiledikleri ibadet anlayışı gönüller üzerinde etki yapmıştır Diğer insanlara nisbetle dünyadan kopuk yaşamaları ise genelleşmemiş, insanlar gündelik yaşamlarını devam ettirmişlerdir
Dolayısıyla toplumun genelinden farklı olarak münzevî hayatları bireysel tercihleri olarak anlamak ve toplum içinde böyle insanların bulunmasının gayet normal olduğunu söylemek durumundayız Hatta bunun bir rahmet olduğundan dahi söz edebiliriz
Nitekim günümüzde de farklı İslamî anlayışlar çerçevesinde genel müslüman kitleye göre değişik tutum ve yöntemler içinde olan gruplar vardır Bunların toplumun genel yönelimlerini değiştirmek gibi bir işlevi yoktur Bu insanların dinin ruhuyla veya zahir hükümleriyle çelişmediği sürece hakikatin bir yönüne işaret eden unsurlar olarak kabul edilmesi en güzel yoldur
Kaldı ki klasik kitaplarda anılan insanların esasında tamamen dünyadan kopmadıkları da zikredilmektedir Dolayısıyla geçmiş yansıtılırken bilgiler seçilerek alınmamalı, aynı hususla ilgili farklı rivayetler göz ardı edilmemelidir Çünkü böyle bir tavır tabloyu yanlış okumaya veya muhatap kitleyi yanlış bilgilendirmeye sevk eder
Halbuki zühd hayatının önderlerine dair aşağıda zikredeceğimiz bilgilere bakan bir insan bu zatların dünyadan tamamen koptuklarını anlamaz Aynı şekilde dünyayı ihmal etmek, ondan tamamen uzaklaşmak gerektiği sonucunu da çıkarmaz
Zâhidler ne diyor?
Bu hususu teyit etmek, meşhur sûfilerden birkaçının zühd konusunda ne dediklerine bakalım
İbn Şihâb ez-Zührî ks (v: 742)
“Zühd, haramın sabrı yenemediği, helâlin de şükre mani olamadığı şeydir”
Süfyan es-Sevrî ks (vı: 778):
“Zühd, emel ve arzuları azaltmak ve hırstan sıyrılmaktır Yoksa ne adi şeyler yemek ne de yırtık ve yamalı şeyler giymektir”
Yanındakiler:
– Kişi hem zengin hem zâhid olabilir mi, diye sorduklarında da şu cevabı verir:
– Evet zâhid olabilir Yeter ki herhangi bir belaya maruz kaldığında sabredebilsin, bir nimete erişince de şükredebilsin
Fudayl b İyaz ks (v: 803):
“Zühdün aslı Allah’tan razı olmaktır Kanaatkâr kişi zâhiddir Zâhid ise zengindir Her kim yakîni elde ederse bütün işlerinde Allah’a güvenir O’nun yazdığı kadere razı olur, ümitle korku halinde mahlukattan gönlünü çeker Bu durum onun gayri meşru bir yolla dünyayı talep etmesini engeller İşte böyle yapan bir kimse dünyalık hiçbir şeye sahip bulunmasa bile zâhid ve insanların en zenginidir”
Ebu Süleyman Dârânî ks (v: 820):
“Gerçek zâhid dünyayı ne kötüler ne de metheder Ona iltifat etmez Dünya kendisine yöneldiğinde sevinmediği gibi ondan uzaklaştığında da üzülmez”
Hâris el-Muhâsibî ks (v: 857):
“Zühd, dünyaya ait kıymet ve değerlerin kalpten atılması ve dünya ile ilgili her şeyin kelpten çıkarılmasıdır Kalpten dünya varının değeri düştüğü zaman, onun varlığı ile yokluğu eşit olur İşte o zaman zühd gerçekleşmiş olur”
Yahya b Muaz ks (v: 872):
“Gerçek zâhid, Allah’ın dışında bütün isteklerden kalbini boşaltan kimsedir”
Bâyezid Bistâmî ks (v: 874):
“Zâhid, bir şeye sahip olmayan demek değildir Asıl zâhid, malın mülkün kendisine sahip olmadığı kimsedir”
Cüneyd Bağdâdî ks (v: 909):
“Zühd, dünyanın küçük görülüp izlerinin kalpten çıkarılmasıdır”
Ebû Tâlib Mekkî ks (v: 996):
Zühdün, varlıklı kişilerle yoksul kişilere göre farklılık arz ettiğini söyler Zenginin zühdü malı harcaması ve kalbini ona bağlamamasıdır Kişinin varlık içindeyken malı kendisi için alıkoyması uygun düşmez Çünkü bu tutumu varlığa düşkün olduğunu gösterir Fakirin zühdü ise yokluk içinde varlığa imrenmemek ve yokluğa rıza göstermekle olur
Şimdi buraya alıntıladığımız bu rivayetlerde, “dünyayı ihmal edin, hiç önem vermeyin, yeryüzünü Allah’ın dinini inkâr edenlere bırakın” diye bir anlam var mı? Yoksa burada, dünyayı yaşarken ahireti unutmayın mı deniyor? Elbette ölüm sonrasını unutmadan ihlâslı kullukla bezeli bir hayat sürülmesi istenmektedir
Suçlanan kitaplar
Müslümanların dünyadan kopma nedenleri arasında sayılan zühd ve tasavvuf eserlerine gelince Önce şu sorulara cevap bulmak gerekir:
Bu kitaplar dünyayı elden mi çıkartın diyor, yoksa kalpten çıkartın mı diyor?
Bu kitaplarda tavsiye edilen “fakr hali”nin tam karşılığı nedir? Başkalarının yardımına muhtaç yaşamak mı, yoksa kulun hen an ve halde Rabbine muhtaç olduğunun idrakinde olmak mı?
Bu kitapları yazanlar müminlerin zenginleri hakkında neden tek kelime olumsuz bir şey söylemiyor?
Yüzyıllar boyunca bu kitapları başucundan ayırmayan nice alim, arif, kâmil zatlar dünyadan el etek mi çekmişlerdir?
Bu sorulara verilecek hiçbir insaflı cevapta içinde “dünyayı tamamen terk etmek gerekir” sonucu bulunamaz Çünkü bu kitaplar “dünyayı bırakın, dağ başında bir başınıza yaşayın” demiyor
Peki, zühd ve takvayı öğütleyen, hayatı bir ibadet olarak yaşamayı teklif ve tavsiye eden bu kitaplar ne diyor?
Son derece kıymetli, faydalı, ilahî hakikatleri ve hikmetleri gönül diliyle anlatan bu eserler: Müslümanların kendilerini mala kaptırmamalarını, ne kadar zengin olurlarsa olsunlar ahireti unutmamalarını, zekâtlarını ihmal etmemelerini, daima Allah yolunda infak etmelerini, iffetli olmalarını, kalplerine ve dillerine sahip olmalarını ve buna benzer güzellikleri anlatıyor
Dolayısıyla bu eserler, müslümanların geri kalmalarına değil, kulluğu unutmama noktasında büyük bir tesire, dünya ahiret dengesini kurmaya sebep olduğunu söyleyebiliriz
Kaldı ki, günümüzde tasavvufu kendisine yol olarak benimsemiş, büyük sûfilerin kaleminden çıkmış eserleri baş tacı etmiş kişilerin pek çok ticari faaliyette bulunması, dünyevî meşgalelere sahip olması da bu etkiyi teyit eder