Ankaranın Kızılcahamam ilçesinin Taşlıca bölgesinde; tam istanbul yolu çıkışında bir kaya topluluğu göze çarpar. İlk bakışta herhangi bir kayalık görüntüsü versede dikkat edince gerçekten hala orada yaşandığı iddia edilen olayın izlerini taşımaktadır.
Halk arasında dolaşan rivayete göre bu kayanın gerçekten trajik bir öyküsü var. Rivayete göre bu kaya yığını aslında zamanında burdan geçmekte olan ve geçerken bölgedeki yatırın yakarışı ile taşa dönen bir gelin alayıdır.
Rahatsız olduğu gelin alayını Allaha havale eden ermiş zat; Yine eren olan Kırmızı Ebe'nin oğlu olan Oruç Gazi hazretleriymiş. Bu arada rahatsızlığı davuldan değil düğünde gelin ve ailesine yapılan haksızlıktanmış.
Şimdi rivayete geçmeden Kırmızı Ebe ve Oruç Gazi hazretleri hakkında birz bilgi edinelim;
Kırmızı Ebe Türbesi:
Anadolu'nun İslâm-Türk ülkesi haline gelmesi için, kendisinden önce başlatılan seferlere devam eden Anadolu Selçuklu Devleti Hükümdarı Alâaddin Keykubat, Başköy Rum kalesini fethetmek üzere yol üzerindeki Taşlıca köyüne uğrar. Burada, yıllar önce gelip yerleşmiş kadın Erenlerden Kırmızı Ebe ve Oğlu Oruç yaşamaktadır. Kırmızı Ebe Türk askerlerini karşılar ve kendilerine ayran ikram etmek ister. Yayıkta yeni çalkadığı taze ayranı, oradaki taş oluğa döker. Bütün asker de hem ayran içmek hem de kaplarını doldurmak için sıraya geçer.
Herkes ayran içip kabını doldurduğu halde, taş yalakdaki ayran hiç tükenmez. Bu olay, Kırgız Ebe'nin evliyadan olduğunun ve ona Allah (C.C.) tarafından verilmiş bir keramet olduğu kesindir. Bu arada, ayran içip kaplarını dolduran askerlerle Kırgız Ebe arasında şu diyalog yaşanır:
-Doldurun Gazilerim,
-Doldur Ana,
-Doldurun yavrularım,
-Ana,dolu,
Bütün bir orduyu, bir bakraç ayran ile doyurduğu, Sultan’ın kulağına gider ve Kırgız Ebe'yi huzuruna davet eder. O'nda gördüğü keramet ile etkilenir ve çevre toprakları oğlu Oruç Gazi'ye yurt olarak bağışlar. Buna dair Kırmızı Ebe'ye bir berat verir. Kırmızı Ebe'nin türbesi köyün doğu çıkışında bir tepe üzerinde olup 2001 de hayırsever bir vatandaş tarafından restore edilmiştir.
Ayran Taşı:
Taş yalak (Ayran Taşı) ise, köyün üst başındaki, mezarlık içindedir. 2001 de türbelerin restoresi sırasında bu Ayran Taşı da kafes içine alınmış yanına da yukarıdaki olayı anlatan bir kitabe dikilmiştir. Köye ziyarete gelenler, türbe ve Gelin kayası ile beraber bu taş yalağı da görmeden gitmezler ve dilek tutarak, yanındaki bodur alıç ağacının dallarına bez bağlarlar.
Oruç Gazi türbesi:
Kırmızı Ebe'nin oğlu olan Oruç Gazi'nin türbesi köyün batı ucundaki diğer mezarlığın içinde bulunur. Türbede Oruç Gazi'den başka onun ailesine ait olduğu sanılan üç mezar daha vardır. Eski ve virane haldeki türbe, 2001 yılında klasik Selçuklu tarzında restore edilmiştir.
Gelin kayası:
Köyün güneyinde bir tepede, gerçekten at üzerindeki bir gelin görünümündedir. Yanında gelinin sacayağı, odası, merdiveni ile vurunca davul gibi ses çıkaran, taş olan çalgıcının davulu olduğu söylenen taşlar var. Düğünlerde davul çalmama adetinin, eski ûlemanın aşırı eğlenceye kaçılmaması için koyduğu bir müeyyide veya Bizans'dan kalma bir efsane olması muhtemeldir. Taşlıcalılar, bu 'davul çalmama' adetine asırlarca uymuşlardır. Geçmişte, civar köylerden bazılarının, buna inanmayıp davul çaldıkları, ancak felç olup yatağa düştükleri anlatılıyor.
Nitekim gün gelir ki o yörenin en güzel kızlarından biri olan Nigar ve bölgede çobanlık yapan bir genç birbirine aşık olurlar; nitekim köyün biraz yukarısındaki kösten köyünde yaşayan güçlü bir ağanın oğluda Nigar'ın güzelliğinden etkilenir ve onunla evlenmek ister. Nigar'ın babası kızının gönlü olsun ister ve çobanla kızı evlendirmeye karar verir, ancak kösten köyündeki ağa kızı oğluna almak istemektedir ve Nigar'ın babasını tehtit etmeye başlar; baskılara dayanamayan baba kızının varlıklı ailenin oğluyla evlenmesini kabullenir.
Düğün günü kapıya dayanır ve davullu zurnalı erkek tarafı kızı almaya gelir, acılı baba; "Ağalar, kızımı zorla aldınız bari dvul zurna çalmayın, içim dağlanıyor" diye feryat eder. Varlıklı aile kimseyi dinlemez ve davul zurnayla olabildiğince güçlerini kanıtlamaya çalışır. Gelin alayı Oruç Gazi'nin yanından geçerken eğlence devam etmektedir ve derinden bir ses "Ağalar garibin ciğerini aldınız bari davul zurna çalmayın" der ve ardarda üç kes "davulu durdurun,davulu durdurun, davulu durdurun" şeklinde devam eder; gelin alayının durmaya niyeti yoktur, kendilerini eğlenceye kaptırmışlardır ve oruç gazi hazretleri "size ne denebilirki, sizi Cenab-ı Allah'a havale ediyorum" der.
Sonrasında sessizliğe bürünen hava birden patlayıverir ve toz duman olur; ortalık durulduğunda gelin alayından geriye köyün yamacında bir taş yığını kaldığı görülür.
Bölge kızılcahamam belediyesi tarafından tellerle çevrilip koruma altına alınmış durumda, bizzat gidip görenler ki bende bunlar arasındayım bu müthiş olaya tekrar tanıklık etmişcesine hayretler içerisinde kalıyor. Gelin kayası ( yazılı kaya ) aşınmış olmasına rağmen seçilmekte; Atın üstündeki gelin içi hala boş ve vurulduğunda ses gelen davul , eğlenen insanlar, gelinin çeyizi bu doğaüstü olayın en büyük kanıtları.
Nitekim gizemlerle dolu ülkemiz topraklarında bu tip olaylar bir değil bir kaç kez yaşanmıştır yaşanmıştır; üçköy köyünde yaşayan kaynak şahsımız Hüseyin Dönmezin verdiği bilgiye göre buradada bir çoban kız aşkı yaşanır, kızın başkısı ile evlenmesiyle çobanın feryadı duyulur, çoban bir ağaç kız ise taşa dönüşür.
Türkiye'nin farklı yerlerinde, farklı öykülerle taş kesilmiş insanlar, hatta hayvanlar görenleri hayrete düşürüyor.
Ben üstü kapatılıp türbe görüntüsü verilmek istenmiş bir eren'in bir gecede üstündeki barınağı attığına şahit oldum ki bu yapılan üçüncü restoreydi, yapıldığı gece yıktı, artık yapılmasını istemeyişinin sebebinin bir ağaç olduğunu biliyorum, belki birçoğumuz böyle şeyler yaşadık belki de ilk kez duyuyoruz ama günümüzde görülmeyen bu yüksek benliklerine ulaşmı insanlar yaşadılar, yaşıyorlar.
alıntıdır.