Savaş, cinsel taciz, trafik kazası gibi şiddetli travmaların beynin bir kısmını yok edip etmediği araştırılıyor
İlk kez beyin tomografisi (CT) veya manyetik rezonans (MRI) çektiren hastalar, beyinlerinin somut görüntüsü karşısında şaşkınlıklarını gizleyemezler. Anatomi dersinde beyin konusunu işleyen tıp öğrencileri de kadavra beynini ilk kez ellerine aldıklarında tuhaf bir duyguya kapılırlar. İnsanı insan yapan bu önemli, önemli olduğu kadar da karmaşık organ gizemini hâlâ koruyor.İnsan vücudunun gelişimi, beyin gelişimini tamamlayıp, yetişkin bir insan beyni haline geldikten çok sonra sona erer. Bu nedenle yetişkin bir insanının beyninde meydana gelen değişiklikler, bilim adamlarının her zaman ilgisini çekmiştir. Kronik alkoliklerin beyni incelendiği zaman, beynin bir bölümünün alkolün etkisi ile dağılmaya başladığı görülür. Bu arada zehirli organik maddelere maruz kalan bir kişinin beyninin bir başka bölümünde bozuklukların başladığı anlaşılır. Son günlerde tüm dikkatler beynin zarar gören bir üçüncü bölümüne çevrilmiş durumda. Bu bölümün strese bağlı olarak atrofiye olduğu (organların gıdasızlıktan erimesi, zayıflaması)düşünülüyor .18 yaşında, normal koşullarda büyüyen bir çocuğu alın, askeri üniforma giydirin; savaşın tam ortasına bırakın; her çeşit zulmün ve vahşetin kol gezdiği kanlı çatışmalara sokun; birliğinden geriye kendinden başka kimse kalmasın; en yakın arkadaşı gözlerinin önünde çırpına çırpına can versin. Bu ve bunun gibi ortamlardan çok az sayıda insan hiç etkilenmeden, ruh sağlığı bozulmadan çıkar. Ortalama bir insanın böyle bir durumdan etkilenmemesi mümkün değildir. Bir süre karabasanlarla boğuşur. Geri döndüğünde savaş alanlarında neler yaşadığını anlamakta zorlanan yakınlarına yabancılaşır. Bütün bunları şansı varsa kısa sürede atlatır. Bu insanların büyük bir kısmı yıllarca acı çeker ve eski haline dönemez .Birinci Dünya Savaşı sonrasında bu fenomene adı verildi. Bu şokun etkisi altındaki insanlar, kapının sert bir şekilde çarpmasından bile ürkerek kendilerine sığınacak bir delik ararlar. Bu olguya İkinci Dünya Savaşın'dan sonra ''savaş yorgunluğu'' adı verildi. Ağdalı psikiyatrik terimlerin yaygın olduğu zamanımızda ise bu hastalığa ''post-traumatik stress disorder-travma sonrası stres hastalığı-PTSD'' deniyor. Ve hastalığa yalnızca savaşlar değil, tecavüz, çocuklukta maruz kalınan cinsel tacizler, Auschwitz toplama kamplarında yaşamak gibi talihsiz olaylar da neden olabiliyor
Amerikan Psikiyatri Birliği'ne göre PTSD hastalarının şikayetleri şunlardır: Geriye dönüşler (belleğe kayıtlı olayları yeniden yaşamak), kâbuslar, uyku bozuklukları, duygusuzluk, aşırı duygusallık, zevk alamama, gereksiz ürkme-sıçrama refleksi, bellek ve dikkat ile ilgili sorunlar. Bunların içindeki son iki semptom beyin-görüntüleme çalışmalarına öncelik verilmesine yol açtı.Bellek sorunların kaynağı mikroskopik olabilir. Birkaç kritik nöronün üretim veya tüketim aşamasında ortaya çıkan sorunlar, nörotransmiter'lerin içinden geçtiği enzimlerle ilgili sorunlar veya hücrelerarası bilgi alışverişinde reseptörlerde görülen bozukluklar mikroskopik oluşumlardır, Son yıllarda bazı sinirbilimciler, resmi bütünüyle görmeye karar verdiler ve PTSD hastalarının MR'larını çekip, beyinlerinin çeşitli kısımlarını titizlikle ölçmeye başladılar. Bu ölçümlerde hastanın cinsiyetini, yaşını, eğitimini, ailede başka PTSD hastası olup olmadığını da dikkate aldılar. Son günlerde birbirinden bağımsız olarak bu konuda araştırmalar yapan Yale, Manchester, Harvard, New Hampshire, California Tıp Fakülteleri'nden bilim adamları PTSD hastalarının beyinlerindeki hipokampus denilen bölümün normalden küçük olduğunu bildirdiler.Bu ortak bulgu bilim dünyasını derinden sarstı. Beyinde uzun süreli anıların depolandığı, bilinçli belleğin yer aldığı hipokampus bugüne dek pek çok araştırmaya konu oldu. Hipokampus'u ameliyatla çıkartılan HM olarak anılan ünlü hastanın belleği bir daha geri gelmemek üzere yok olmuştu. Alzheimer hastalığının da hipokampus'u tuttuğu çoktandır biliniyor.PTSD hastaları üzerinde gerçekleştirilen son araştırmalarda, bu hastaların beyinlerinde yalnızca hipokampus'un atrofiye olduğu, beynin geriye kalan kısımlarında herhangi bir değişiklik olmadığı görüldü. Ne var ki hipokampus'taki hasar göz ardı edilemeyecek kadar büyüktü. Harvard Tıp Fakültesi ve Manchester Tıp Merkezi'nden Tamara Gurvits, Roger PitmanRockwell Lightve çalışma arkadaşları, savaş kurbanı PTSD hastalarının hipokampus'larının bir tarafındaki küçülmenin yüzde 25'lere ulaştığını kaydettiler. Bilim adamları bu kaybı, kalbin dört odacığından birinin travma nedeniyle ortadan yok olması ile bir tutuyorlar. Yale Tıp Fakültesi'nden Dr.Bremner ve çalışma arkadaşları bu kaybın belleği ciddi biçimde etkilediğine dikkat çekiyorlar.Glukokortikoid hormonları "Sinirbilimciler atrofiye olmuş hipokampus ile PTDS hastaları arasında yakın bir ilişki olduğunu iddia etmekle birlikte, bunun nedenleri hâlâ sert tartışmalara yol açıyor. Bremner'in başı çektiği bir grup bilim adamına göre bu nedenlerden biri glukokortikoid hormonları (böbrek üstü bezi korteksinin salgıladığı ve kortikosteron, kortizon ve kortizolden oluşan hormonlar) denilen steroid sınıfı hormonlardır. Fiziksel veya psikolojik stres sırasında, kişinin adrenal bezi (böbrek üstü bezi) bu hormonlardan bol miktarda salgılar. Glukokortikoid'ler av peşindeki leopardan kaçmaya çalışan geyik yavrusu için yaşamsal önem taşır. Hormonlar geyiğin bacak kaslarına ekstra enerji gitmesini sağlarken, büyüme ve üreme gibi o an için gereksiz etkinlikleri geçici olarak durdurur. Şiddetli fiziksel stres durumlarında yaşamsal öneme sahip olan bu hormonlar, kronik psikolojik stres durumlarında yüksek tansiyon gibi strese bağlı bozukluklara yol açabilir.
Hipokampus'ta bol miktarda glukokortikoid reseptörleri bulunduğu için beynin bu bölgesi söz konusu hormonlara karşı aşırı duyarlıdır. Glukokortikoid'ler kemirgen ve primatların hipokampi'sindeki (hipokampus'un çoğulu) nöronlara zarar verebilir. Bu konuya açıklık getirmek amacıyla gerçekleştirilen deneylerde, denekler değişen sürelerde bu hormonlara maruz bırakıldı. Glukokortikoid düzeyi bir-iki günlük bir süre için yükseltiğinde, deneyin oksijen ve glukoz eksikliğine dayanıklılığı azaldı. Bu süre birkaç haftaya çıkartıldığında, glukokortikoid'ler hipokampal nöronlar arasındaki dala benzer uzantıların büzülmesine ve kurumasına yol açtı; ancak glukokortikoid düzeyi eski haline döndürüldüğünde dallar yavaş yavaş büyüyerek normal durumuna geldi. Son olarak glukokortikoid düzeyi uzun süre yükseklerde seyrettiği zaman (ay veya yıl) hipokampal nöronlara ciddi zararlar verebileceği görüldü.Bu çalışmalar klinik doktorlarının cesaretini kırdı, çünkü pek çok hastalık bugün yüksek dozda glukokortikoid'lerle tedavi ediliyor; üstelik bu tedaviler aylar, yıllar sürebiliyor. Ayrıca nörolojik kriz dönemlerinde vücudun kendisi bu hormonlardan tonlarca üretiyor. Bu durumda aşırı dozda glukokortikoid'ler insan hipokampi'sine zarar verir mi, vermez mi? Belki Tavuk-yumurta Cushing Sendromu adı verilen hastalıkta (glukokortikoid'lerin aşırı salgılanmasından dolayı meydana gelen durum, obezite, kıllanma, hipertansiyon, polistemi, osteoporoz ve glikozüri gibi belirtilerle kendini gösterir) çeşitli tümörler astronomik düzeyde glukokortikoid hormonları üretir. Michigan Monica Starkman (Lewinsky değil) ve arkadaşları bu hastalığı taşıyan kişilerin beyin MR'larında, hipokampi'lerinin atrofiye olduğunu ortaya çıkarttı. Beynin geri kalan kısımlarında herhangi bir sorun görülmüyordu. Ancak hastanın kanında aşırı düzeyde glukokortikoid hormonları, hipokampi'de küçülme ve bellek sorunları tespit edildi. Tümör çıkartılıp, glukokortikoid düzeyi normale dönünce hipokampus'un eski boyutlarına indiği izlendi. Bu gelişmeler hipokampus boyutlarında meydana gelen küçülmenin geriye dönüşü olduğunu göstermesi açısından ilgi çekiciydi. Cushing Sendromu ile PTSD hastaları arasında bu açıdan bir paralellik kurulabilir mi? Halihazırda kimse, PTSD hastalarında hipokampus'un nasıl küçüldüğüne ilişkin kesin bir şey söyleyemiyor. Araştırmacıların bu bağlamda beynin görüntüleri yerine beyin dokusunu incelemesi gerektiği ileri Alternatif bir model New York Mount Sinai Tıp Fakültesi'nden Rachel Yehuda ve arkadaşları tarafından geliştirildi. Travma sonrası problemler çıkmadan önce hastanın glukokortikoid düzeyi ölçüldü. Ölçümler herkesi şaşırttı, çünkü hormon düzeyi normalin üzerinde olmadığı gibi, normalin altındaydı. Araştırma derinleştirilince, beynin, glukokortikoid'lerin düzenleyici etkisine karşı daha hassas olduğu sonucu ortaya çıktı. Buna bağlı olarak salgılama daha düşük düzeyde seyrediyordu. Böylece, sendrom, travma sırasındaki aşırı stres hormonlarıyla değil, travma sonrasındaki hormonlara aşırı duyarlılık ile açıklanabiliyordu.Doğal olarak bu sonuçlar, travmanın beynin küçülmesine yol açtığı savının tümüyle yanıltıcı olabileceği şeklinde de yorumlanabilir. Bir çeşit ''tavuk mu yumurtadan çıkar, yoksa yumurta mı tavuktan'' ikilemini çağrıştıran bu durumu açıklamak için şu senaryodan yola çıkalım:Bir gurup askeri cehennemi bir savaşın tam ortasına bırakalım. Bunların arasında ancak yüzde 15 ile 30'nda PTSD görüldüğünü varsayalım. Şimdi öyküyü tersine çevirelim ve küçük hipokampus'lu kişilerin PTSD geçirme olasılığının daha yüksek olduğunu iddia edelim. Belki de küçük hipokampus'lu kişiler bilgileri yanlış algılıyor; belleğe yanlış işliyor ve daha sık kâbus görüyorŞimdi, bazı araştırmacılar küçük hipokampus'un mu PTSD'ye yol açtığını yoksa PTSD'nin mi hipokampusu küçülttüğünü araştırıyor...
Derleyen
Mustafa Sezgin