Ayrıntılı Konu Bilgileri
Sayfa BaşlığıKonu: Peygamberimizin Tiçaret Ahlakı
Mesaj SayısıMesaj Sayısı: 0 cevap var
OkumaGösterim: 1044
Google Özel Arama

Gönderen Konu: Peygamberimizin Tiçaret Ahlakı  (Okunma sayısı 1044 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Peygamberimizin Tiçaret Ahlakı
« : 05 Kasım 2010, 22:15:15 »


 

Hz. Peygamber, hem satmış, hem satın almıştır, hem kiraya vermiş ve hem de kiralamıştır. O'ndan bize intikal eden yalnızca peygamber olmadan önce ücretle koyun sürüsü gütmesi ve bir yolculuğu esnasında Hz. Hatice'nin malınıŞam'a götürmesi olaylarıdır.
Allah Elçisi, ortaklık yapmıştı, ortağıyanına gelince ona: "Beni tanıyor musun?" diye sormuş, o da: "Sen ortağım değil miydin? Hem de ne güzel ortaktın, aldatmaz ve münakaşa et mezdin." demişti.[1] Metinde geçen "aldatmazdın" kelimesi 'hem zeli' olarak, hakkı savunma anlamındaki müdârae kökündendir. 'Hemzesiz' olarak ise, en güzel şekilde savuşturma anlamındaki müdârâ kökündendir.
Hz. Peygamber, vekil tayin etmiş, vekil olmuştur. Hediye vermiş, hediye kabul etmiş ve hediye ile mükafâtlandırmıştır. Bağış yapmış, bağış kabul etmiştir. Seleme b Ekva'nın payına ganimetten bir câriye düşmüştü; Peygamber ona: "Onu bana bağışla" deyince o da bağışlamıştır. Hz. Peygamber, o câriyeyi müslüman esirleri kurtarmak için Mekke müşriklerine fidye olarak vermiştir. Gerek rehin karşılığı, gerek rehinsiz borç almıştır. Hem ödünç almış, hem de gerek peşin, gerekse veresiye alış-veriş yapmıştır. Rabbinden bir takım amellere karşı özel bir garanti (kefâlet) almış ve amelleri işleyenin cennete gitmesine kefil olacağını bildirmiştir. Genel olarak da, vefat edip de geride borcunu karşılayacak mal bırakmayan müslümanların borçlarınıödemiştir.
 Bu hükmün, Hz. Peygamber'den sonra gelen devlet başkanları için de geçerli olup, devlet başkanının da yeterli mal bırakmayan müslümanların borçlarınıdevlet hazinesinden ödeyeceğine ilişkin genel bir hüküm olduğu söylenmiştir. Bu hususu şöyle ifade etmektedirler: Hiçbir mirasçı bırakmadan ölen kişinin malı nasıl devlet hazinesine kalıyorsa (devlet başkanı ona mirasçı oluyorsa), borcunu karşılayacak kadar yeterli mal bırakmadan ölen kişinin borcunu da devlet başkanı öder. Yine aynışekilde, hayatta iken kendisinin geçimini (nafakasını) sağlayacak kimsesi bulunmayan kişinin geçimini devlet yöneticisi temin eder.
Resûlullah, sahibi olduğu bir araziyi vakfedip Allah yoluna sadaka olarak bağışladı.[2] Hem arabuluculuk yaptı hem de araya aracılar sokularak kendisine müracaat edildi. Berîre isimli kadın, ayrıldığı kocası Mugîs'e geri dönmesi için Hz. Peygamber tarafından yapılan arabuluculuk girişimini kabul etmedi. Buna rağmen, Allah Elçisi o kadına ne kızdı ne de azarladı. Hz. Muhammed, bazen yemin ederken (inşallah diyerek) istisna yapar, bazen herhangi bir nedenle geri dönmek istediğinde yeminine kefâret öder, bazen de yeminini devam ettirirdi.[3]
Allah Elçisi, şakalaşır ve şakasında yalnızca hakikati söylerdi. Tevriyeli konuşur, fakat tevriyesinde hakikatten başkasını söylemezdi. Sözgelimi, gitmek istediği bir yöne doğru yola çıktığında o yönle ilişkisi olmayan "Yolu nasıldır?", "Suları nasıldır?" ve "Güzergahı nasıldır?" gibi sorular sorardı. Hem istişâre eder, hem de kendisiyle istişâre edilirdi. Hastaları ziyaret eder, cenazeye katılır, davete icâbet eder, dul kadınların, kimsesizlerin ve düşkünlerin ihtiyacını giderirdi. Şiir dinler ve mükafatını verirdi. O, hakikat olan şiire ödül verirdi. Kendisi koşu yarışı yaptı ve güreşti. Ayakkabısını kendi eliyle onardı, elbisesini dikti ve kovasını tamir etti, koyununun sütünü sağdı, giysisini temizledi, ailesinin ve kendisinin hizmetini gördü, Mescid-i Nebevî'nin inşasında kerpiç taşıdı, hem misafir oldu hem de misafir ağırladı ve hastaya zarar verecek şeyleri yemesini yasakladı (perhiz verdi).
Hz. Peygamber davranış bakımından insanların en iyisi idi. Ödünç aldığı zaman ondan daha iyisiyle öderdi. Bir kişiden borç aldığında o kişinin borcunu öder, ona dua eder ve: "Allah ailene ve malına hayırlar versin. Borcun karşılığı yalnızca teşekkür etmek ve ödemektir." derdi.
Bezzâr'ın zikrettiğine göre Resûl-i Ekrem bir kişiden kırk sa'* borç aldı. Borç aldığı ensarlı buna ihtiyaç duydu ve Hz. Peygamber'e geldi. Allah Resûlü: "Henüz bize bir şey gelmedi." buyurdu. Bunun üzerine o kişi laf etmek isteyince, Hz. Peygamber: "İyilikten başka bir şey söyleme. Ben borç alanların en hayırlısıyım." dedi ve kırkı borcu karşılığı kırkı da fazladan olmak üzere toplam seksen sa' verdi.
Hz. Peygamber, bir deve ödünç almıştı. Sahibi borcunu almak için geldiğinde Allah Elçisi'ne ağır sözler sarf etti, bunun üzerine ashabı o kişiye haddini bildirmek isteyince o: "Bırakın onu, hak / mal sahibinin söz söyleme hakkı vardır."[4] buyurdu.
Ebû Dâvûd'un rivâyet ettiğine göre Allah Resûlü bir keresinde bir şey satın almıştı. Fakat yanında parası yoktu. Kendisine kâr teklif edilince onu sattı, kârını Abdülmuttaliboğulları'na sadaka olarak verdi ve: "Bundan sonra yanımda para olmadan bir şey satın almayacağım." [5] buyurdu. Bu hadîs, bir müddete kadar borçlanarak alış-veriş yapmaya aykırı olmadığını ifade eder. Çünkü o borca almak başka, satmak başkadır. Bir alacaklısı Allah Resûlü'nden borcunu almak üzere geldi ve sert konuştu. Bunun üzerine Hz. Ömer adamı haklamak istedi. Hz. Peygamber: "Yavaş ol ey Ömer! Sen, bana borcumu ödememi emretmene; ona da sabırlı olmasını emretmene daha çok ihtiyacımız var." buyurdu. Bir yahudi Hz. Muhammed'e bir müddete kadar veresiye bir şey sattı. Yahudi süresinden önce parasını almaya gelince Resûlullah: "Henüz süresi dolmadı." dedi. Bunun üzerine yahudi:
"Ey Abdülmuttaliboğulları! Siz borcunuzu geciktiriyorsu nuz." dedi. Sahabe o yahudiyi haklamak isteyince Hz. Peygam ber onlara engel oldu. Bu durum ancak onun yumuşak huy luluğunu artırdı. Bunu gören yahudi: "Sendeki peygamberlik alâmetlerinden hepsini tanıdım. Yalnızca biri kalmıştı. O da kendisine karşı yapılan aşırı câhilâne tavırların, ancak onun yumuşak huyluluğunu artırmasıydı. Onu da ta nı mak istedim." dedi ve hemen müslüman oldu.[6]
 
[1]     Ebû Dâvûd, "Edeb", 17; İbn Mâce "Ticârât", 63; İbn Hanbel, III, 425.
[2]     Bu, hayır vakfı olarak bilinen faydalı müessesedir. İnsanların günümüzde kurdukları ve aile vakfı olarak isimlendirdikleri vakıfların dinde temeli yoktur. Bu, kişinin yaşamı boyunca sahip olduğu şeyi kendisine, daha sonra nesline veya ölümünden sonra tabaka tabaka, nesil nesil dilediği kişilere vakfetmesidir. Hem kendisi hem de başkaları için akrabalığı şart koşuyor. Bundan maksat, istediğini çıkarıp istediğini de alacağı şekilde vakıfta değişiklik yapma imkanının kendisi için açık kalmasıdır; Vakfedenin amacı, bazen anne-babasını veya çocuklarından birini mirastan mahrum bırakmak olabilir; bazen de sevdiği bir hanımı olup onu bütün malına mirasçı yaparak çocuklarının hepsini bu maldan mahrum bırakma olabilir! Arzu ve isteklerine göre davranmış olur.
Böyle yapılmakla şer'î mirasın bir anlamı kalmayarak İslâm düzeni ihlal edilmiş olup yasal vârislerin dışındakiler vâris yapılmış olurlar. Böylece vâris, gerçek vârisin dışında biri olur. Allah Teâlâ'nın: "Allah, çocuklarınız hakkında, erkeğe, iki kızın hissesi kadar (verilmesini) emreder…" şeklindeki Nisâ sûresinde [11-14] bizzat kendisinin paylaştırdığı miras âyetlerindeki emri devre dışı bırakılmış olur. Acaba bu vakfa göre amel edenler, Allah'ın hükmüne ve paylaştırmasına razı olmuş olurlar mı? Yoksa: ‘Allah'ın belirlediği sınırları aşsa dahi mal sahibi malında istediği şekilde tasarruf eder mi?' diyecekler.
Allah Teâlâ ise şöyle buyurmaktadır: "Kim, Allah'a ve elçisine isyan eder ve O'nun (koymuş olduğu) sınırları aşarsa, O, onu, içinde sürekli olarak kalacağı ateşe sokacak; onun için, (orada) alçaltıcı bir azap olacaktır." [en-Nisâ 4/14]. Çocuğuna verdiği mala şahitlik yapması için kendisine gelen bir kişiye Hz. Peygamber: "Bundan başka çocuğun var mı?" diye sorunca, adam: "Evet" dedi. Allah Resûlü: "Buna verdiğin kadar diğerlerine de verdin mi?" diye sorunca, adam: "Hayır" dedi. Resûl-i Ekrem: "Beni haksızlığa karşı şahit tutma. Ben, haktan başkasına şahitlik etmem." buyurdu. [Müslim, "Hibât", 14-16; Nesâî, "Nihal, 1].
Bu vakıftaki korkunç şartlardan biri de, eşlerden birinin diğerine ölümünden sonra evlenmemesini, yoksa vakfından bir hak alamayacağının şart koşmasıdır. Allah aşkına, İslâm'da vakıf sebebiyle ruhbanlık câiz midir? Kişi râhip gibi yaşayacak, evlilik nimetini kaybedecek ve neslin devamında Allah'ın hikmetini iptal mi edecek? Yoksa kişi, şer'î mahkemenin vakfedenin ileri sürdüğü şartlara göre kendisini vakıftan mahrum etmesine hükmetmesinden korkarak evlenmeyip zina ederek hem kendi ahlâkını hem de toplumunun ahlâkını bozmayı mı tercih edecek?
Allah'ın hiçbir yetki/kanıt indirmediği bu utanç verici şartlar da nedir: "Bu konuda elinizde hiçbir kanıt yoktur. Buna rağmen yeni Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?" [Yunus 10/68]. "Eğer söylediklerini doğru ise, o takdirde bana, (bundan önce indirilmiş) bir kitap ya da başka bir bilgi kalıntısı getirin!" [el-Ahkâf 46/4]. İşinin çoğu, bir çok problemin sebebi ve uzaklaşmamız için yeterli olaylar bulunan bu vakıflar olan şer'î mahkemeler hakkında ne yapmalıyız? Şer'î hâkimlerden, bu vakfın kapısını kapatarak konu ve kayıtlarındaki yanlışların çokluğundan dolayı yorgun düşen şer'î mahkeme çalışanlarını dinlendirmek için kayıtlarını ortadan kaldırmak üzere çalışıp insanları Resûlullah'ın kendilerine gösterdiği hayır vakfına yöneltmelerine dair beklentimiz büyüktür. Çünkü bu tür vakıfla, izzetini ve egemenliğini koruyan ümmetin ordusu kuvvetlenir, ümmeti yaşatacak ve saygınlığını artıracak okul, hastane ve sığınma yeri vb. müesseseler çoğalır.
[3]     Yani, devam ettirme hayırlı olduğu zaman o yemini devam ettirirdi; dönmeyi hayırlı gördüğü zaman ise, yeminden döner ve kefâret öderdi. Bu durum, maslahata göredir. Nitekim Allah çeşitli âyetlerde şöyle buyurmaktadır: "Yeminlerinizden ötürü, iyilik yapmanıza, (kötülükten) sakınmanıza ve insanların arasını bulmanıza Allah'ı engel yapmayın! Allah çok iyi işiten, çok iyi bilendir." [el-Bakara 2/224]
"Allah, sizi düşünmeden ettiğiniz yeminlerden dolayı değil, fakat isteyerek kendinizi bağladığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Kefâreti ise, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on fakiri doyurmak veya onları giydirmek yahut bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. Kim, (bunları) bulamazsa, üç gün oruç tutar. İşte bunlar, yemin ettiğinizde yeminlerinizi (bozmanın) kefâretidir. Ancak siz, (her şeye rağmen yine de) yeminlerinizi tutun! Allah, şükretmeniz için, size âyetlerini böylece açıklamaktadır." [el-Mâide 5/89].
Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim


Paylaş delicious Paylaş digg Paylaş facebook Paylaş furl Paylaş linkedin Paylaş myspace Paylaş reddit Paylaş stumble Paylaş technorati Paylaş twitter
 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son İleti
0 Yanıt
1097 Gösterim
Son İleti 11 Mayıs 2007, 17:55:44
Gönderen: çoban
0 Yanıt
824 Gösterim
Son İleti 15 Aralık 2010, 00:01:46
Gönderen: nullsix
0 Yanıt
689 Gösterim
Son İleti 16 Temmuz 2011, 23:54:05
Gönderen: nullsix
0 Yanıt
770 Gösterim
Son İleti 27 Aralık 2011, 17:29:42
Gönderen: tubakum1979
0 Yanıt
1197 Gösterim
Son İleti 29 Nisan 2012, 20:58:50
Gönderen: sevdaligul