Hz. İbrahim’in Hacer’den olma oğlu İsmail, annesiyle birlikte Bekke’ye (Arabistan’da darlığından bu adı alan vadi daha sonra Mekke adını aldı) göçtü. Bu vadi Güney Arabistan’dan Akdeniz’e giden kervan yollarından birinin üzerinde idi. Kervanlar çoğunlukla güzel kokular taşıdığı için bu yola “misk yolu” denilmekteydi. Hacer burada mola verdi ve oğluna su aramaya başladı. Ümidini kestiği bir anda İsmail’in olduğu yerden su çıktığını gördü. Su o kadar bol ve güzeldi ki vadi kervanların konak yeri oldu. Hz. İsmail burada büyüdü ve babası onu ziyarete geldiğinde Allah’ın emri ile buraya ibadethane yaptılar. Küp şeklinde olduğundan Kabe adını alan bu yapı tüm bölge için hac yeri olarak ünlendi.
Kabe’nin korunması görevi prestijli bir görevdi ve bu işi hep Hz. İsmail’in soyundan gelen kabileler üstlendi. Bunların sonuncusu Kureyş kabilesi idi. Kureyş’ten Kusayy Huzaa kabilesine damat olmuştu ve güçlü kişiliği ile kayınpederi Huleyl’in ölümünden sonra Kabe’nin yöneticiliğini üstlendi. Kusayy’ın dört oğlundan en yeteneklisi Abdu Menaf olmasına rağmen O kendinden sonra yönetici olarak büyük oğlu Abdu’d-Dar’ı atadı. Fakat sonraki nesilde yöneticilik için Kureyş bölündü. Bir kısmı Abdu Menaf’ın oğlu Haşim’i desteklerken diğerleri Abdu’d-Dar’ın soyunda kalması gerektiğini savundu. Haşim’i destekleyenler, Kabe’nin etrafında toplanıp kadınların getirdiği güzel kokulara ellerini batırarak beraberlik andı içtiklerinden “Güzel Kokanlar” diye anıldılar. Diğerlerine ise “Müttefikler” denildi. Sonunda Haşim hacılara hizmet ve vergi toplama görevlerini alırken Abdu’d-Dar oğulları Kabe’nin anahtarlarını ve diğer görevleri aldı.
Haşim Yesrib’li (Medine) Neccar sülalesinden güçlü bir kadın olan Selma ile evlendi. Selma’nın bir oğlu oldu ve onu Yesrib’te büyütme konusunda Haşim’i ikna etti. Haşim’den sonra Kabe’nin koruyuculuğunu vekaleten yürüten kardeşi Muttalib bu görevi çok genç olmasına rağmen ününü duyduğu bu oğula devretmeye karar verdi. Şeybe adındaki yeğenini alıp devesinin arkasında Mekke’ye getirirken yolda onları görenler çocuğa Abdü’l-Muttalib (Muttalib’in kölesi anlamında) dediler.
Abdü’l-Muttalib cömertliği ve akıllılığı ile Kureyş’ten saygı görüyordu. Bir gece gördüğü bir rüya üzerine Kabe’nin yakınındaki bir tepeyi kazdı. Buradan değerli hazineler ve su dolu bir kuyu çıktı. Bu kuyu, Hacer’in oğlu için bulduğu ve Cürhümilerin Mekke’den kovulurken hazinelerini gömerek kapattıkları Zemzem kuyusu idi.
Abdü’l-Muttalib’in bir tane erkek oğlu vardı ve o dönemde de erkek evlat oldukça önemliydi. Bu nedenle eğer on tane oğlu olursa birini kurban edeceğine dair yemin etti. Yıllar geçti ve dokuz oğlu daha oldu. En küçüğü buluğ çağına geldiğinde yeminini oğullarına açtı. Onlar da itiraz etmeden kabul etti. Aralarında çekilen kurada Abdullah çıktı. Abdullah’ın annesi Fatıma (Zübeyir ve Ebu Talip’in de annesi idi) en güçlü kabilelerden biri olan Mahzum kabilesindendi. Oğlunun kurban edilmesine karşı çıktı ve yerine deve kurban etmeyi önerdi. Abdullah ikilem içindeydi ve çözüm için bir kahine danışmaya karar verdi. Kahin Abdullah ile on devenin arasında kura oku çekilmesini ve eğer kura Abdullah’tan yana olursa on deve daha eklenip yeniden kura çekilmesi gerektiğini söyledi. Buna göre çekilen kura sonucu deve sayısı yüze çıktığında ok develerin tarafını gösterdi ve Abdullah’a karşılık yüz deve kurban edildi.
Bu olaydan hemen sonra Abdü’l-Muttalib oğlunu evlendirmeye karar vedi ve Kusayy’ın kardeşi Zühre’nin torunu olan Vehb’in kızı Amine’yi seçti. Evlilik 569 yılında oldu.
Bundan bir yıl sonra “Fil Olayı”nın olduğu yıl Abdullah ticaret için çıktığı kervan yolculuğundan dönüşte Yesrib’e uğramıştı. Burada yakalandığı ateşli bir hastalık sonucu hayatını kaybetti. Amine’nin tek tesellisi ise doğacak çocuğu idi.