Kuruluşunun 700. yılını kutladığımız Osmanlı İmparatorluğu'na adını veren ailenin Osmanlı Devleti'nin çöküşünden sonraki pek bilinmeyen öyküsü: Yabancı Müslüman hanedanlara mensup prenslerle evlenen birkaç sultan dışında hanedan mensubu erkeklerin hemen hepsi hayatlarını çalışarak kazandılar ve başka kralların maiyetlerinde görev yapmaktan sabun satıcılığına ve hatta mezar bekçiliğine kadar her işi gördüler.
Sirkeci İstasyonu'ndan 1924'ün 5 Mart akşamı saat dokuza çeyrek kala bir tren kalktı. Aynı anda istasyonun hemen arka tarafındaki rıhtımdan da bir gemi demir alıyordu.
Tren İsviçre'ye gidecek olan 'Simplon Ekspresi'ydi. Gemi ise o zamanlarda büyüklüğü dillere destan olan 'Julio Sezari' isimli yolcu vapuruydu ve kaptan rotayı Beyrut'a çizmişti.
Saat tam dokuza çeyrek kala tren düdüğünü çaldı, vapur istimini bıraktı. Bu sesler Anadolu'nun, Ortadoğu'nun, Balkanlar'ın, Doğu Avrupa'nın ve Kuzey Afrika'nın tarihini 600 küsur yıl boyunca etkilemiş, hatta etkilemekten de öte bizzat yazmış bir ailenin artık bu toprakları terkettiğinin ilánıydı: Osmanlı hanedanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 3 Mart 1924 günü kabul ettiği 431 sayılı kanun uyarınca Türkiye sınırları dışına çıkartılıyordu. Hanedan mensuplarının herbirine dönüşü olmayan, sadece 'gidişe mahsus' birer pasaportla ikişer bin İngiliz lirası verildi, mal varlıkları tasfiye edildi ve Türkiye'ye değil girmeleri, Türk topraklarından transit geçmeleri bile yasaklandı.
SÜRGÜN 15 GÜNDE BİTTİ
Sınırdışı edilmede öncelik Osmanlı ailesinin o andaki reisi olan Halife Abdülmecid Efendi'ye verilmişti. Halife bir gece önce kızı Dürrüşehvar Sultan'la, oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi'yle ve kadınlarıyla beraber bir gece önce, 4 Mart akşamı çoktan Türkiye dışına çıkartılmış, İsviçre'ye gönderilmişti. Hemen ertesi günü, Türkiye'yi 24 saat içerisinde terketmeye mecbur tutulan şehzadeler yani Osmanlı hükümdarlarının soyundan gelen prensler yola çıktılar. Simplon Ekspresi'yle Julio Sezari vapuru işte şehzadeleri yani günün birinde Osmanlı tahtında hak iddia edebilecek olan imparatorluk prenslerini sürgüne götürüyordu.
Hanedanın sürgünü on günde tamamlandı. Şehzadelerden sonra kendilerine Türkiye'yi terketmeleri için on gün süre verilmiş olan sultanlar, yani padişahların kızları ve kız torunlarıyla onların çocukları olan 'hanımsultan' ve 'beyzadeler' gönderildi. Mart'ın sonuna yaklaşıldığında Türkiye'de Osmanlı hanedanının artık hiçbir mensubu kalmamıştı. 431 sayılı kanun sürgüne gidecek olan Osmanlılar'ın sayısını 155 olarak belirlemişti; 1924 Mart'ında Türkiye'de 36'sı erkek, 48'i kadın ve 60'ı çocuk olmak üzere 144 adet Osmanlı vardı ve bu 144 kişiden 140'ı 15 Mart akşamı artık Türkiye'de değildi.
Memleketi son terkeden Osmanlı, Sultan Beşinci Murad'ın kızı Fatma Sultan oldu. Sürgün kanunu çıktığı sırada sultan bügün Ortaköy'deki Yüzme İhtisas Klübü'nün yanında ilkokul olarak kullanılan yalı-sarayında kızamıktan yatıyordu ve iyileşene kadar Türkiye'de kalmasına izin verildi. Fatma Sultan üç cocuğuyla beraber üç hafta sonra trenle Viyana'ya gidecek ve sürgün tamamlanacaktı.
Sürgün hanedanın kadın mensupları için 28, erkekleri için 50 yıl sürdü. Kadınlara Adnan Menderes hükümeti tarafından 1952'nin 16 Mart'ında çıkartılan bir kanunla hakları iade edildi, Türkiye'ye dönüp yeniden Türk vatandaşı olmalarına izin verildi. Erkekler ise bu haklara 1974'te Bülent Ecevit'in ilk başbakanlığı sırasında çıkartılan genel af yasasıyla kavuşabildiler. Padişah torunlarının bir kısmı Türkiye'ye döndü, bir kısmı ise yıllar önce kurdukları düzenlerini bozamayarak önceden yerleştikleri ülkelerde yaşamaya devam ettiler ama çoğu 1974'ten sonra Türk vatandaşlığına geçti.
SADE BİR HAYAT
Osmanlılar'ın sürgün yılları son derece maceralı geçti ve birçoğu hayatını çok zor şartlar altında sürdürdü. Yabancı Müslüman hanedanlara mensup prenslerle evlenen birkaç sultan dışında erkeklerin hemen hepsi hayatlarını çalışarak kazandılar ve başka kralların maiyetlerinde görev yapmaktan sabun satıcılığına ve hatta mezar bekçiliğine kadar her işte çalıştılar.
Bugün Osmanlı ailesinin Türk vatandaşlığına geçmiş olan mensupları 'Osmanoğlu' soyadını kullanıyor, bizden biri olarak yaşıyor ve tarihin en büyük devletlerinden olan Osmanlı İmparatorluğu'nun hanedan tarihini onlar devam ettiriyorlar.
TAHTIN VÁRİSİ
BÖYLE Defnedildi...
Osmanlı hanedanının bir önceki reisi olan Şehzade Mehmed Orhan Osmanoğlu'nun cenazesi Nice'deki bir karma mezarlığa 14 Mart 1994 günü böyle defnedildi. Cenazede Sultan Abdülhamid soyundan Bülent Osman ve Sultan Abdülmecid'in torunları Melike ve Emire hanımsultanlarla eşleri vardı, namazı ise dört Tunuslu kıldı.
HANEDAN REİSİ...
1912 doğumlu Şehzade Osman Ertuğrul Efendi eşi Prenses Zeynep Osman'la beraber. Şimdi New York'ta yaşayan ve Osmanlı ailesinin en büyük şehzadesi olan Osman Ertuğrul, Osmanlı Devleti devam etseydi 'Dördüncü Osman' veya 'Birinci Ertuğrul' adıyla tahta geçecekti.
SÜRGÜN HATIRASI...
Halife Abdülmecid Efendi, 1930'lu yılların başında Güney Fransa'nın Nice şehrinde sürgünde. Yanında kızı Dürrüşehvar, kucağında torunu Necla ve önünde diğer torunları Neslişah ve Hanzade sultanlar var.
BİR HAYATA İKİ SÜRGÜN...
Halife Abdülmecid Efendi'yle Sultan Vahideddin'in torunu olan ve şimdi İstanbul'da yaşayan 'Büyük' Neslişah Sultan, sürgünü iki defa tattı. Önce üç yaşındayken ailesiyle beraber Türkiye'den çıkartıldı; sonra Kavalalı Mehmed Ali Paşa soyundan olan Mısır Kral Naibi Prens Muhammed Abdulmunim'le evli olduğu için de 1952'deki Nasır darbesiyle Mısır'dan da sınırdışı edildi. 700. yıl kutlamalarına katılması için Ankara’dan resmî davet alan ilk Osmanlı, Neslişah Osmanoğlu’ydu.
Sabun da sattılar, mezar da beklediler
ABDÜLKERİM EFENDİ
OTEL ODASINDA CESEDİ BULUNDU
Sultan İkinci Abdülhamid'in torunuydu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Çin'in istilá eden Japonlar'dan Türkistan tahtına oturma ve Türkistan İmparatoru olma teklifi aldı. Tokyo'yla temasları devam ederken New York'taki küçük bir otelin odaında tabancayla vurulmuş olarak bulundu. İntihar mı ettiği yoksa bir cinayete mi kurban gittiği hiçbir zaman anlaşılamadı.
EV ev DOLAŞIP SABUN SATTI
Sultan Abdülhamid'in en küçük oğluydu. Paris'te siyaset bilimi okudu ama hayatı sıkıntılar içinde geçti. Yıllarca Fransa'da kapı kapı dolaşıp sabun sattıktan sonra Beyrut'a yerleşti, Suudi Arabistan Kralı Faysal'ın bağladığı küçük bir aylıkla geçinmeye çalıştı ve hayata 1973'te orada veda etti.
BOKS RİNGİNDE CAN VERDİ
Sultan Abdülmecid'in soyundandı. Fransa'da Renault fabrikasında çalışırken bir yandan da profesyonel boksörlük yaptı ve hayatını 1950'de Paris yakınlarındaki bir boks müsabakasında kaybetti.
YOKSUL AYLIĞI ALIYORDU
Babası Sultan Abdülaziz'in, annesi Sultan Abdülhamid'in torunuydu. İstanbul'da doğdu, küçük yaşya yakalandığı bir hastalık yüzünden hayat boyu kötürüm kaldı, son yıllarında gözlerini de kaybetti. Fransız Hükümeti’nden fakir aylığı alıyondu. Yüzünün güzelliği Fransız ressam Henri Matisse’e ilham vermiş ve Matisse ünlü ‘Beyazlı kadın’ tablosunda Nermin Sultan’ın yüzünü kullanmıştı. Sultan hayattan geçen yıl Orta Fransa'daki bir kimsesizler yurdunda ayrıldı.
SULTANLARIN EN GÜZELİ...
Halife Abdülmecid Efendi'yle Sultan Vahideddin1in torunu olan Hanzade Sultan 1924'te Dolmabahçe Sarayı'nda doğdu, Mısır Prensi Mehmed Ali İbrahim’le evlendi ve hayata 1998 Mart'ında Paris'te veda etti. Bir zamanlar Avrupa sosyetesinin en güzel kadını olarak kabul edilirdi.
KADRİYE SULTAN
HASRETTEN VEREM OLDU
Sultan Abdülmecid'in soyundan geliyordu. 1895'te İstanbul'da doğdu, 1924 sürgününden sonra Nice'e yerleşti ve orada 1935'e kadar son derece sıkıntılı bir hayat sürdü ve tüberkülozdan can verdi. Kadriye Sultan'ı tanıyanlar ölümüne Fransa’da yakalandığı tüberkülozun değil memleket hasretinin ve İstanbul’u bir daha görememe endişesinin sebep olduğunu söylüyorlar.
Murat BARDAKÇI
alıntı