2- NİKÂHLA İLGİLİ YAZIŞMALARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR
Bir baba, bulûğa erişmiş büyük kızını nikahlarken şöyle yazar; Filan ile filanenin bu evlenmesini; fîlânemn velisi; onun izniyle, rızasıyla, emriyle, şu kadar mehirle ve sahih, caiz, nafiz nikahla, âdil bir cemaatın huzurunda yaptı.
Onun kocasının, mehrini vermeye gücü yeter. Nafakasim verir.
Aralarında nikâhı bozacak bir sebeb yoktur. Nikâhın fesadını gerektiren bir sebep de yoktur.
Mehr-i müsemması, mehr-i mislidir.
Bu kız, bu nikâhla, onun karışıdır.
Bu mehir de onun üzerinde vacip ve lâzım bir borçtur.
Bunların tamamı, şu tarihte olmuştur.
Başka şekli:
Bunun üzerine şahitler şehâdette bulunurlar ve şöyle derler: Gerçekten filan şahıs, filane isimli kızını, bâliğa olduğu hâlde, onun nzasiyle, şu kadar mehirle, filan adama, şahitler huzurunda, sahih nikahla nikahladı. Gerçekten o filan da, söylenen bu mehir üzerine, bu mecliste, sahih nikâhla tezevvüc eyledi ve fîlâne, vasıfları söylenen bu nikâh sebebiyle, şu tarihte filanın karısı oldu. Şayet bu nikâhı kocanın babası, oğlu için kabul eder ve oğlan da bulûğa erişmiş olursa, şöyle yazılır:
Filan oğlu filan (bu kocanın babasıdır) oğlu için, bu sözleşmeyi kabul eyledi. Bu mehir de, bu mecliste, onun emriyle, sahih bir şekilde kabul edildi.
Diğer bir şekli de: Nikahı kocanın ikrarını; kadının onu doğrulamasını; kadının ikrar edip, kocanın, onu doğrulamasını; velinin ikrar edip karı ve kocanın onu doğrulamasını yazmaktır. Zehıyre'de de böyledir.
Âlimlerin "velisiz nikâhın cevazındaki ihtilaflarından dolayı" bu bir ihtiyattır. [9]
Bulûğa Ermiş Bir Kızı Evlendirirken Yazılacak Hususlar
Veli, "mehir belirlenip, kıza haber verilince; onun sustuğunu veya ağladığını; onun bakire, âkile, bâliğa, aklı ve bedeni sahih, (sağlam) olduğunu" yazar.
Onun susmasına da filan ve filan şahit olurlar.
Bu şahitler, o kızı, adını, nesebini, filanın kızı filane olduğumu, bu vasıflarla yapılan akid (= sözleşme) sebebiyle onun, filanın karısı olduğunu" bilirler.
Kocanın adını ve mehrin açıklanmasını yazmak elbette gerekir. Çünkü, o almayınca, ihtilaf çıkıyor ve onun susması, nikâha razı okluğu için midir, yoksa razı olmadığı için midir belli olmuyor.
Kız küçükse, "onun nikâhını, -baba velâyetiyle- babasının yaptığı" yazılır.
Koca küçük ise, yine böyle yazılır.
Filan adam, filane isimli küçük kızını, babalık velâyetiyle, filan oğlu filan küçüğe, şu kadar mehirle, sahih, caiz, nafiz ve lâzım bir hâlde, her iki tarafın da razı olduğu, âdil şahitlerin huzurunda nikâh eyledi. Bu nikâhı da bu mehirle, bu küçük oğluna, babasi-babalık velâyetiyle- sahih bir kabulle, akid meclisinde kabul eyledi. Bu küçük oğlan, bu küçük kız için denktir. Zikredilen mehir de mehr-i mislidir.
Şayet baba, oğlunun yerine mehri kabullenirse, o da yazılır ve şöyle denir: Bujaaba, bu zevç (= koca) olan küçük oğlu için, küçük kızın, bütün mehrini sahih bir kabulle kabul eyledi. Ve buna, küçük kızın babası, bu mecliste, şifahan razı oldu.
Şayet baba, kendi malından mehr-i muaccel olarak bir şey verirse onu da şöyle yazar:
Gerçekten, bu çocuğun babası filan, kendi malından, zikredilen mehir cümlesinden olmak üzer,e, şu kadar dinarı.bu küçük kızın babasına, -babalık velâyetiyle- verdi. O da, bunu sahih bir alışla teslim aldı. Ve koca için, bu kadar mehir, mehir cümlesinden olarak vâki oldu; geride şu kadar mehir kaldı.
Eğer baba» muaccel mehirden bir şey Öder; geride kalanı da kendisi kabullenirse; bu da şöyle yazılır;
Gerçekten bu küçüğün babası, kendi malından ve mehir cümlesinden, şu kadar dinar ödedi. O küçüğün karısı için geride kalan meh-ride, sahih bir kabul ile kabul eyledi. Ona velayeti olan da, ona razı oldu (veya şer'i şerife uygun olarak izin verdi.) der. Yazı da, böylece tamam olur.
Kadının babasından, "mehrin bir kısmını bağışlaması" dilenir veya "aldığını ikrar etmesi" istenirse; aldığını ikrar etmesi -ikrar akd meclisinde olursa- bâtıl olur. Çünkü, o mecliste bulunanlar, onun yalan olduğunu biliyorlar. İkrar başka bir mecliste yapılırsa; küçük için, kabz ikrarı sahih olur.
Kız ise, büyük için de böyledir; dul ise, elbette onun izni ve rızası gerekir.
Bağışa gelince, eğer küçük olursa; bağış sahih olmaz. Eğer büyük olur ve bağış onun rızası ve emriyle olursa, bağış sahih olur. Ve bu şöyle yazılır:
Bu kadının babası, onun rızası ile, mehir cümlesinden şu kadarını, akid meclisinde, bu koca için, şu kadar dirhem bağışta bulundu. Koca da, babadan, bu bağışı kendisi için sahih bir kabul ile kabul eyledi ve geride şu kadar mehir borcu kaldı.
Bu kadının, bağışa razı olduğunu ve izin verdiğini, şahitlerin haber verdiği zaman böyledir. Şayet, kadının izni bilinmiyor; ancak, baba kabul ediyorsa; o da şöyle yazılır:
Kadının babası, koca için, mehirden şu kadarını, onun emriyle bağış yapmıştır.
Şayet, kadın bunu inkâr ederse; ona tazminat gerekir. İhtiyat olan, bu durumda kadının nikâh meclisinde hazır bulunup, onun izniyle velisinin, onun nikahını yapması ve kendisinin mehrinin bir kısmım, kocasına bağışlamasıdır.
Den doğrusunu ancak, Allahu Teâlâ bilir. [10]
Bir Babanın, Küçük Bir Kızını, Bulûğa Ermiş Bir Kocaya Nikahlaması
Bir babanın, küçük kızını baliğ bir kocaya nikahlaması şöyle yazılır:
Filan, filâneyi -kız küçük olduğundan babasının babalık velayeti hakkıyla- babasının nikâhlamasıyla şu kadar mehirle, şu kadarı peşin, şu kadarı şu seneye kadar ödemek üzere vadeli mehirle tezvic eyledi. Bu hususta Allah'dan korkmasını, ona iyi davranmasını, Allahu Teilâ'hın emreylediği ve Onun Nebisi (S.A.V.)'nin sünneti üzerine iyi geçirmesini tavsiyede bulundu. [11]
Bir Kızı, Dedesinin Nikahlaması
Kızı tezvîc eden (= evlendiren) ced (= dede = babanın babası) işe, şöyle yazar:
Filan şahıs; hâfidesi (= torunu) olan, filan oğlunun kızı fîîaneyi -babası öldükten sonra- dedelik velâyetiyle (tezvic etti)..." der ve sonuna kadar, yazıya devam eder. [12]
Bir Kızı, Kardeşinin Evlendirmesi
Kızı nikahlayan, baba-ana bir kardeş veya baba bir kardeşse, şöyle yazar:
"Filan şahıs, kız kardeşi olan küçük füaneyi (ki o filan oğlu filanın kızıdır) baba ve ana bir kardeşlik veya baba bir kardeşlik velâyetiyle, tezvic eylemiştir."
O kızın, kardeşinden daha yakın birisi yoksa ve ona müslüman hâkimlerinden, hükmü sahih ve caiz bir hâkim tarafından
Fetâvâyi Hindiyye
hükmedilmişse, bu evlendirme caizdir. Zira, baba ve dedenin handndt olan kimselerin, küçüğün nikâhını yapması hususunda âlimler arasında ihtilaf vardır.
Tezvîc eden amca ise, o da şöyle yazar: Filan şahıs; kardeşinin kızı olan füİaneyi, ana-bâba bir veya baba bir amcaitk velâyetiyle tezvic eyledi."
Kardeş hakkında söylenenler, amca hakkında da söylenmiştir.
Şayet, kadının kendisini tezvic edecek (= evlendirecek) bir velisi yoksa; bu kadın hâkimin izniyle, kendi kendini evlendirir ve: Filâne, şu kadar mehirle, âdil şahitler huzurunda, hâkimin izniyle, kendi nefsini, fülana tezvic-î sahih ile tezvic eyledi. Onun, hazırda da, gaipte de bir velisi yoktur." diye yazar.
Eğer, böyle bir kadın, kendisini hâkimin izni olmaksızın evlendi-rirse sonunda hâkime varır. Müslüman hâkkn.d^ bu nikâhın sıhhatine hükmeder ve kadın "Bu kocadan, mehir cümlesinden şu kadar dirhon aldım. Geride şu kadar kaldı." diye yazar. [13]
Köleyi Evlendirmek
Bir köle evlendirilirken, şu hususlar yazılır:
"Filanın kölesi filan,filan oğlu filanın kızı, baliğa ve hürre filane ile, efendisinin izniyle evlendiler. Bu evliliği efendisi emreyledi ve bu akid, âdil şahitler huzurunda şu kadar, sahih lâzım ve nafiz mehirle, kadının babası filan oğlu filan tarafından kadının rızası üzerine yapıldı. Nikâh şahindir." diye yazılarak, bu yazı tamam olur.
Şayet, kadın küçük ise, yazının sonuna hâkimin hükmü de ilâveten yazılır. Çünkü, babanın küçük kızım köleye vermesi, İmim Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâmeyn arasında ihtilaflı mes'eledir. [14]
Cariyenin Evlendirilmesi
Bir câriye evlendirilirken şu hususlar yazılır:
"Filan, filan oğlu filanın cariyesi ile evlendi." veya "Filan oğlu filanın cariyesi, filan oğlu filan efendisinin izniyle, şu kadar mehir karşılığı evlendi." diye, sonuna kadar yazılır.
Köylerde âdet» kocalar veya babalar, akarları veya araziyi kadınlara belirli bir bedelle satıyorlar. Onun parasını da mehre karşılık tutuyorlar.
Kfitip için uygun olan, besmeleden sonra, eğer satış kocadan ise, "Klan kızı fîlfine» filan oğlu filan kocasından etrafı dıvarla çevrili, evi yapılı, bağı veya beş dönüm ekime elverişli -köyün filan yerindeki- araziyi, hudutları belli olmak üzere, şu kadara satın aldı." diye yazmaktır. Satış bölümünde tafsilatı gelecektir.
Katip "bedelini teslim aldu" sözüne varınca, şöyle yazar: "Bu iki sözleşmeci, bu bedelin tamamını müşteri olan kadının, kocasında olan mehrine karşılık, sahih bir şekilde, misilleme yaptı. Ve müşteri olan kadın, bu bedelden dolayı mehrinden berî oldu. Kocası da bu misilleme sebebiyle mehrin tamından beri oldu."
Sonra da şöyle yazılır: Müşteri kadm, satıcının teslimiyle, sahih bir alımla teslim aldı." der ve tarihini yazar.
Bu satış, mehirin tamamına değil de bir kısmına karşılıksa, o zaman, zifaf dan önce, nikâhta peşin mehri şart koşar ve şöyle yazar:
Bu bedelin tamamını, mehrin tamamına karşılık yaptılar. Onun peşin olması ve kadına verilmesi şart koşulmuştur.
Sonra da, devamla şöyle yazar: "Gerçekten, müşteri olan bu kadının, satıcı olan kocasında, mehrinden şu şu kadarı, onun üzerinde hak, vacip, lâzım, doğru ve sabit olarak -aralarında olan nikâh sebebiyle- borç kaldı." der ve tarihini yazar.
Şayet bu satış, kocanın babası tarafından yapılmışsa; o zaman da, "kadın, kocasının babasından, şu şu kadara satın aldı." der ve katip -söylediğimiz gibi- sonuna kadar yazar.
Bu takdirde de; kadın, satın aldığının bedelinden; kocanın babası ve koca da mehrin tamamından beri olurlar (= kurtulurlar). Misilleme hükmüyle; tarihi de yazılır.
En doğrusunu ancak Allahu Teâla bilir.
Bir adam karısını mehri ve nafakası karşılığı hal eylese, kadınla medhûle olsa, adam bunu böylece yazmak istese, şöyle yazar: Bu yazı, filan oğlu Manındır ve o, filan kızı filanın kocasıdır. İmim Ebû Hanî-fe (R.A.) ve arkadaşları böyle zikrettiler. Hassâf, Tahâvî, Semtî, Hilâl ve Ebû Zeyd eş Şurûtî, gibi âlimler, bu yazıyı biraz daha artırdılar:
Filan kızı fülâne dedikten sonra Ben, senin sohbetini sevmiyorum ve senden ayrılmak istiyorum." diye ilâve eder.
İmâm Ebû Hatıîfe (R.A.) arkadaşları da böyle yazarlardı. Halbuki Hassâf, Hilâl, Semti ve şurut ehlinin umuma, yazılarını artırarak: "Sen, beni, sahih ve caiz olarak, —bana asabamdan rakımın olan— velim tarafından hür, âdil, baliğ şahitlerin yanında, müsemma olan mehr-i muaccel ve müeccelimle nikahladın. Ben ise, senden mahri-mi almadım. Başka bir şey de almadım. Sen ise, bana dahil olup cima eyledin. Ben ise, senin sohbetini kerih görüp, senden bana bir ziyan gelmeden, ayrılmanı istedim ve ben senden beni, benim sende olan bütün alacağıma karşılık hal etmeni istedim .Alacağını mehrim den şu şu kadar dirhemdi." der. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve ushabı ile ehl-i şurutun tamamı şöyle yazarlardı:
"Biz korkuyoruz ki, Allahu Teâla'nın hududunu koruyanlayız da; sen beni, üzerinde olan mehrimin tamamı sebebiyle, bâine talâk laboşarsm."
"Biz korkuyoruz ki" yazısından sonra, yüce Âllahın kitabıyla teberrüken âyetini yazarlardı.
Ve onlar, talâk sözünü, kendi sözüne tercih ederlerdi ve "ben, senden, beni bâin talâk ile boşamanı istedim," diye yararlardı da "hal etmeni istedim." diye yazmazlardı. Çünkü, talâk hükmü, bâin olunca; bi'1-icmadır. Hal hükmü ise, sahabe ile selef arasında ihtilaflıdır. Elbette bil-icma olan, muhtelefün fîH (= kendisinde görüş ayrılığı olan) den daha evlâdır.
Ancak, "mehrimin tamamı, senin üzerinedir. O da şu şu kadar dır. diye yazdıklarında hulû sebebiyle düşen miktar malum olursa, o zaman ihtilaf haddinden çıkar. Çünkü, düşeni bilmemek tesmiyenin sıhhatine mâni olur. Onun için, "bil-icma hal sahih olsun" diye söler ve devamla: "îddafim devam eddiği sürede, nafakamın tamamı da..." der. Gerçekten, mehir ve nafakanın yazdmasıyla iktisar eyledi; fazla mal zikreylemedi: Şayet söylemiş, olsaydı, sahih olurdu. Zira, serkeşlik kadın tarafından oldu. Serkeşlik kadın tarafından olunca da, kocanın daha ziyâde alması helâl olur. Hem diyane-ten, hem de kazaen, koca, verdiğinden daha fazlasını alabilir. Câ-"iı*'in rivayeti budur.
Hem diyaneten, hem de kazaen, koca, verdiğinden daha fazlasını alabilir. Câmi'in rivayeti budur.
Fakat,Talâk kitabındaki bir rivayete göre de,Kadın tarafından olunca da, kocanın daha ziyâde alması helâl olmaz. Bu durum, kendisi ile Allahu Teâlâ arasındadır.
Şayet geçimsizlik (= serkeşlik) kadın tarafından olursa, mehir ve nafaka üzerine iktisar eylediler.
Kocanın, verileni alması, bi'l—ittifak helâldir. Sonra kocanın: "Kabul ettim." demesi yazılır. Böylece, "icabın kocadan olduğu" sabit olmuş olur. Çünkü, talâk, ancak kocanın icabı ile vâki olur.
Sonra, devamla, kadın şöyle yazar: "Senin üzerinde olan bütün mehrime ve iddetim müddetince olan bütün nafakama karşılık, beni hal eyledin." Tekid için de: "Ben de buna razı oldum ve kabul eyledim." der ve o da —kadının hali kabulü sabit olsun diye— yazılır.
Artık bu durumda, bütün rivayetlere görü, hal tamam olmuştur.
Selefe ittibâen de: "Bundan dolayı ben de seni hal eyledim. Artık, bende bir hakkın kalmadı. Da'vâ, talep, mehir, nafaka ve başka hiç bir isteğin kalmamıştır." der ve o da yazılır.
Bundan sonra kocanın zimmetinde bulunan mehre karşı hal vâki olursa; tazminat yazılır mı?
Bizim âlimlerimiz bunu yazmıyorlar.
Ebû Yead eş—Şurûti yazar ve:
'Tazminat gerekirse, ben sana tazminatta bulunurum." derdi. Tahâvî: "Bu sahih olmaz." buyurmuştur. İmâm Muhammed (R.A.) ve ehl-i şuruttan hiç bir ferd "Sen, beni hal ettin." demesi gerektiğini zikr etmemiştir.
Bazı müteahhirîn ise, bunu yazmayı, ihtiyar eylemişlerdir. Bu, sünnet vaktinde mubah; bu vaktin dışında mekruhtur. Bunun için, haTin ibâha veya kerâhe sıfatları bilinsin diye yazmaya ihtiyaç vardır. [15]
Talâkla İlgili Diğer Bir Yazı Örneği
Kadın için kocası tarafından bir vesika yazılır ve o vesikada şöyle denilir:
Filan oğlu filan "filan kızı filâneyi, tarafından kendi isteğiyle, kasden şu kadar dirhem olan mehrine karşılığında, tek talak ile, mu-hâlâa ettiğini" ikrar eyledi. Ve iddeti müddetince nafakası üzerine olmak ve kendi üzerinde olan bütün haklan karşılığında mühâlaa eyledi.
Şayet başka mal üzerine de şartlaşırlarsa, bütün dâva ve husûmetlerden, bütün bâtıl ma'nalardan ve istisnadan hâli, nafiz, caiz, sahih bir hâlde muhâlâa ederler. Ve: "Kadın, bu zikredilen şartlarda, nefsini, sahih şekilde, hal eylemiştir." diye yazılır ve yazının tarihi de konulur. [16]
Talak Hususunda Koca İçin Yazılan Bir Vesika Örneği
Filan kızı filâne,. kasden (bilerek ve isteyerek) şöyle ikrar eyledi: "Gerçekten o, filan kocasından, şu kadar mehrine karşılık, bâ-ine bir talakla hal eyledi."
Keza, "iddet nafakasına karşılık, bir taiâk-ı bâine ile hal eyledi ve aralarında nikâh ve alaka kalmadı." diye yazılır ve yazı tamam olur.
Şayet halde şart koşarlar ve "mehrin üzerine fazla mal verilsin" isterlerse; o kadım bütün mehrini ve onun üzerine şu kadar dinar vererek hal ederse; bu mühâlaa caiz olur.
Eğer hal'deki fazlalık, bir yer ise, o da yazılır ve o yerin evsafı açıklanır. Bu yerin, uzunluğu, eni ve kıymeti de açıklanır.
Şayet, o fazlalık kıyemî bir şeyse, mühâlaa meclisinde, kadın, onu kocasından kabul eder ve kadın da'vâların tamamından teberrî eyler. Böylece yazı tamam olur.
Muhâlaa'da fazlalalık, bir eşya ise, "en ihtiyatlı olanı ziyadeyi dinarlar veya dirhemlerden yapmaktır" denilmiştir.
Sonra adam, o şartlarla satın alır ve onun bedelini, o ziyade ile misilleme yapar. Satılan şeye bir haksahibi çıkarsa, münazaa kalmasın diye böyle yapar.
Koca, bu mühâlaadan dönmek isterse; kâtip, kadın için şöyle yazar:
Filan şahıs, ikrarının geçerli ve caiz olduğu sırada kasden, nefsini, filane isimli kadından; mehrinin tamamına karışık hal eyledi. Veya "mehrinin bakiyyesi ile iddet nafakası ve kadının nefsî malından elli adet Nisâbûrî altını karşılığında hal" eyledi ve bunları/mti-hâlaa meclisinde kabul eyledi. Kadın da, mühâlaa meclisinde bunu kabul eyledi. Sonra, koca, bu kadından yirmi dönüm bağ, on dönüm yeri elli Nisâbûrî dinârarına satın aldı. Hudutları belli olan bu yirmi dönüm yere, bağın evi de dahildir. Bu yer, yirmi dönüm bağdır, (veya içinde evler olan bir yurttur:)
"Satın alman ve dört taraftaki hududu belli olan bu yerin elli Nisâbûrî dinar karşılığında, sahih bir satın alışla, satın alındığı ve hal olan kadının, sahih bir satım yaptığı; her iki akdedîcinin mezkûr bedelle misillime yaptıkları ve ikisinin arasında beraatlar vâki olduğu" yazılır. Böylece ikisinin, birbirine karşı da'vâ ve husûmet hakkı kalmaz. [17]
Bir Kimsenin, Dâhil Olmadığı Karısını Hal Etmesi
Bu husus şöyle yazılır:
Kadın, kendisine dâhil olunmadan ve halvetten önce, hal olursa; yarı mehir gerekir ve böyle yazılır. Duhûl vâki olmadığından, iddet gerekmiyeceği için, o yazılmaz ve iddet nafakası gerekmez.
Hulû'da da duhûlden önce iddet yoktur. [18]
Mühâlaada Kadın İçin Yazılacak Yazı
Bir koca, karısını hal eylese; onun hal olduğu yazılır.
Şayet, nikâhda tesmiye bulunmaz ve hal de dühûldan ve halvetten önce olur ve mehir de tesmiye edilmemiş bulunursa; bir miktar mal üzerine yazılır. Ve şöyle denir. Onu, duhûlden ve halvetten önce, kadının, kocasının üzerinde olan bütün haklarına karşılık olarak, mühâlaa sahih olduğu hâlde hal eyledi. Zehiyre'de de böyledir.
Bir baba, küçük kızı filaneyi, kocasından, duhûlden sonra hal eylese (= mal mukabili boşatsa) bu da şöyle yazılır: Bunun filan ikrar eyledi: Filâne küçük kızı, (yaşını da söyleyerek) filanın nikahında idi. Onun sahih nikahla helâli idi. Onun nikâhım, —babalık velayetide— babası yapmıştı. Ve bu nikâh, şahitlerin huzurunda yapılmıştı. Kocası da ona dâhil olmuş ve bir müddet iyi geçinmişlerdi. Sonra, kocası, onun sohbetinden hoşlanmadı. Babası da, kocanın sohbetinden hoşlanmadı. Babası, kızın mehrini de teslim almıştı. Me-hir de, şu şu kadardı. Ve kocası, kadını nefsinden —babasının isteği üzerine, bir talâk, şu kadar mehri ve üç aylık iddet nafakasına karşılık olarak, şu tarihden itibaren hal eyledi. Bu, kendisinde fesâd bulunmayan, caiz ve sahih bir mühâlaa olarak, ta'lıksız ve istikbâlde bir zamana izafe kilınmaksızın, böylece ve vasıflarda, kadın hal edildi. Bu durumda, kocanın, ona müracaat hakkı kalmadı. Hiç-bir yönden, istek hakkı da kalmadı. Bu mühâlaayı da, hal meclisinde, iki taraf yüz yüze, şifahen kabul eylediler.
Kocanın beraatı yazılmaz. Çünkü koca, mehrin bakıyyesinden beri değildir. Hal', babanın malı sebebiyle olmuştur. Sanki, mehri ve nafakayı söylemeksizin, onun malı sebebiyle, hal vâki olmuş gibidir. Ancak, bu hal sebebiyle, kocadan mehir sakıt olmuştur. Babaların, "mehirden bir şey alma" ikrarları sahih olur; diğer velirin bu ikrarı sahih olmaz. [19]
Kadına Duhûlden Önce Yapılan Mühâlaa
Muhâlea, kadına duhûlden önce yapılırsa, mehrin bakıyyesi yazılır. İddet nafakası ise yazılmaz.
Bu hal'in hükmü, ayrılığın vaki olup, haramlığm sabit olmasıdır.
Ancak, küçük kız buluğa erişirse; geride kalan mehri için kocasına müracaat eder. Bu hüküm sebebiyle de koca, kızın babasına müracaat eder. Ehl—i şurut'un ba'zıları, küçüğün hal'inde, babasının; onun mehrini ve iddet nafakasını takdir edilmiş belirli bir miktar olarak ikrarının' (= kabulünü) ihtiyar eylemişlerdir.
Sonra da "kocanın, onu bainen bir talâk boşadığım ikrar eylediği" yazılır. Bu yazı şöyle yazılır:
Filan oğlu filan (yani küçük kızın babası) ikrarının caiz olduğu hâlde, kasden kendi isteğiyle şöyle ikrar eyledi: "Küçük kızı filâne, filan oğlu filanın Karısı idi; nikâhının altında idi. Sonra, onun kocası filan, küçüğün sohbetini hoş görmedi ve onu bâine bir talâkla boşadı. Bu talak sebebiyle, küçük kız bâine oldu. Kızın da kocasında, şu şu kadar dirhem mehri vardı. Nafakası cihetinden de, şu kadar dirhem alacağı vardı. Babası olmam sebebiyle, ben bunların hepsini kızım için sahih bir alışla aldım. Kocası, bunların tamamım bana ödedi. Bu küçük kızın, kocasında hiç bir hakkı kalmadı; Hiç bir sebep ve hiç bir durum, husûmeti (= da'vayı) gerektirmez.
Bunların tamamını, sahih bir ikrar ile ikrar eder. Kızın kocası da bunu doğrular.
Yazıda bunların hepsi yazılır. Böyle yazılınca da artık, mehri ve iddet nafakası hakkında husûmet hakkı yoktur. Çünkü baba, "almaya selâhiyetli olduğu hâlde, hepsini aldığını" ikrar eylemiştir. Mu-hıyt'te de böyledir.
Efendisi, cariyesini, mehrine ve iddet nafakasına karşılık hal yaptırsa; malından onu tazmin etmesinin gt* ekeceği söylenemez. Çünkü efendi, —babanın hilafına— kocayı mehirden .ibra edebilir. Bu hakka sahiptir. Câriye değil efendi, "eğer kocanın üzerine borç olmasını" dilerse; bu durumda babanın, küçük kız için yazdığının aynısını yazar. Zahîriyye'de de böyledir.
Şayet, aralarında küçük, memeden kesilmiş bir çocuk olur ve koca, karısını, çocuk, kadının yanında kalip, onu bir sene veya iki sene kadının kendi malından beslemesi kaydıyla, hal ederse; bu da ba'zı eshab-ı şurutca, caizdir.
Fakıyh Ebû'l—Kasım es-Saffar: "Bu caiz olmaz." Çünkü, çocuk için nafaka, baba tarafından olacaktır." derdi.
Buna çâre: Bu çocuk için, kifayet miktarı dirhemler veya dinarlar takdir edilir. Onu da haPda şart koşar. Sonra da, kocası, kadına o miktarı: "Besleme müddetinde, ona harcamasını" söyler veya onu, terbiye için ücret olarak verir. Şayet bunları yazmayı murad ederse şöyle yazar:
Filan (yani koca) şöyle ikrar eyledi: "Gerçekten o, karısı olan filâneyi, bâine bir talâkla üzerinde olan mehir, iddet nafakası ve kadının onun üzerinde olan bütün haklarına karşılık olarak ve bir de kadın, asına, taze ve kırmızı yüz Nisâbur dinarı —kendi malından olmak şartıyla— vermek üzere, istisnasız ve fâsid şartsız olmak kay-diyle, sahih bir muhâlaa ile hal eyledi. Bu meyanda, aralarında bir de küçük çocuk vardı. Hal'eyleyen koca, haTolunan kadından, "çocuğun, onun yanında başlangıcı şu gün, sonu şu gün olmak üzere tam bir sene kalmasını" istedi.
Böylece, o yüz dinarı, kadın, bu müddet içinde çocuğa sarf edecektir. Kadın da bunların tamamını sahih bir kabulle kabul eyledi." diye yazar.
Veya, şöyle yazar:
Hal' olunan kadın, hal' eden kocasından, onun küçük oğlunu, bu müddet içinde bakıp terbiye etmek üzere, şu gün başlayıp şu gün sona ermek üzere, bir sene yüz dinara sahih bir icarla icarladu
Veya.şöyle yazar: Kadın, o küçüğü, bir sene emzirmek ve bakmak üzere, söylediğimiz gibi icarladi.
Sonra da hal eden koca, kendi nefsi yerine ilerde meydana gelecek hadiselerde hakkını koruması ve bir vekil tayin eyledi.
Bu çocuk, terbiye müddeti bitmeden önce ölürse; o zaman, koca, kadına, müracaat ederek; o yüz dinardan kalan müddetin karşılığını alması için bir vekil tayin etti. Biz, bunun için: "Eğer besleme müddeti içinde çocuk ölürse, kadın nefsini berî eylesin de kocası ona kalan için müracaat etmesin." diye, öyle yazdık.
Ibnü Semâa'mn Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurmuş olduğu zikredilmiştir:
Şayet, "çocuk besleme müddeti içinde ölürse, kadın kalan hisseyi ödemekten berîdir. (= uzaktır) diye şart koşarlarsa; bu da caizdir.
karlamada da aynı şekilde şart koşar ve öyle yazarsa; kalandan beri olur. Vekii tayin etmezse, bu da doğru olur. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet kadının karnında cenin bulunur; kocası da hal akdinde, "onu emzirmesini" isterse, cevap, selefden Hassaf'ın, Ebû Zeyd'in ve diğerlerin cevabı gibi mahfuzdur ve bu caizdir. Onu, akid zamanı artırır ve şöyle der: "Karnındaki çocuk, şayet sağsalim doğarsa, doğumundan itibaren iki yıl emzirecek ve ona bakacaktır. Çocuk, ister çift doğsun; ister erkek, ister dişi olsun, bu böyledir.
Şayet o çocuk, bu müddet içinde ölecek olursa; kadın kalan günlerin bedelinden beridir.
İmamlarımızın üçünden de bu çocuğun hafızası hakkında bir rivayet yoktur. Şeyhu'I—İmâm Ebû'l—Kasım es—Saffâr şöyle derdi: Bana göre esahh olan cenin hakkında bu sahih değildir. Çünkü, onun tasarrufu nafaka hükmündedir. Zahîrriyye'de de böyledir.
Burada çâre: Hal' akdi yapılırken, bir miktar mal takdir edilerek sonra o, icara izafe kılınır. Çocuk doğduktan sonra, kadın, hâmile olduğu çocuğu emzirir ve bakar (icarlamış gibi). [20]
Mühâlaada Vekâlet
Önce beyaz kağıdın üzerine vekilin kimliği yazılır ve şöyle denilir: "Bunu, filan vekil eyledi ve karısı filâneyi, söylenilen şartlar üzerine bir talâk-ı bâin ile hal eylemeye kendi makamına ikâme eyledi.
Sonra, "vekilin, sahih bir vekâletle vekil olduğu" yazılır.
Sonra da, onun "hal sözü" yazılır: "Filan vekil, müvekkili adına, filanın kızı, filane isimli kadını, duhûlden sonra, bir talâk bâine olarak, mehrinin kalanı ve iddet müddetinin nafakası ve kadının kocası üzerinde olan —ayrılmadan önce ve sonra olmak şartıyla— bütün hakları karşılığında hal eyledi. Gerçekten o filâne de, onun tarafından yapılan (kocası tarafından fülan vekilin hal'ini), sahih bir kabulle, şifâhan kabul eyledi." der ve yazı tamam olur.
Şayet vekil, kadın tarafından olursa; önce onun "kadının vekili olduğu" yazılır ve şöyle denir: Filanın kızı filâne, fülan zatı, kocasından hal edilmesi hususunda kendi yerine vekil eyledi. Kocası filan oğlu filandır.
Sonra da hal yazılır ve yukarda zikredilen "vekil, müvekkilesi-ni, —vekâleti hasebiyle— kocası filandan hal eyledi." denilerek, yazıya sonuna kadar devam eder.
Eğer koca, hulû sebebiyle vekilden tazminat olmak isterse; bu tazminat mehri ve iddet nafakasıdır. Şöyle ki: Kadın vekili inkâr eder; şahitler de ölü veya kaybolmuş olurlar ve kocasından mehrini ve iddet nafakasını talep ederse; o zaman, şöyle yazılır: "Kadının vekili filan, onun kocası olan filandan, kadının mehir bedeli ile nafaka bedeli olan şu kadar dirhemi almıştır ve koca .mehrinin ve nafaka idde-tinin tamamından kurtulmuştur."
En doğrusunu ancak Allah bilir. [21]
Fuzûlî Bir Şahsın Mühâlaası
Bu da şöyle yazılır.
Şahitler, bu yazıya şöyle şehâdette bulunurlar: Gerçekten filan fuzuli; filandan, karısı filâneyi, kendi şahsi malından bin dirhem vermek üzere,Tcadının vekâleti ve emri olmaksızın —aksi takdirde tazmin etmek üzere— hal yapmasını istedi.
Adam da (yani koca da) bunu kabul eyledi ve karısı filâneyi bu mal karşılığında hal eyledi. Bunu, fuzûlî de kabul eyledi.
Bu durumda, kadın, kocasından bu hal sebebiyle baine oldu ve kan koca arasında zevciyet kalmadı.
Koca,, fuzûliden zikredilen.malı aldı ve fuzûlî de o maldan beri oldu.
Ancak koca, bu hal sebebiyle, kadının mehrinden kurtulamaz. Kadın, kocasından, dilediği zaman mehrini talep eder.
Şayet koca, mehri fuzuliye tazmin ettirmek isterse; önce kadın, mehri için kocasına müracaat eder. Koca da fuzuliye müracaat eder. Ve fuzûlî, mehri tazmin eder.
Eğer kadın, mehrini bir defa almış ise, ikinci defa alması haksızlık olur ve doğru olmaz.
Eğer fuzûlî ikrar ederek: "O, mehrini aldı." der ve "ikinci defa aldığını" zannederse; bu kadın için haksız bir alış olur. [22]
Duhûl Ve Halvet Hâli Olmadan Kadını Boşamak
Şayet talak bir ise, şöyle yazılır: İsimleri belirli şahitler şeha-dette şöyle bulunurlar: Filan adam, filanın kızı olan filane karısını duhûl ve halvetten önce bir talâk boşadı. O talâk da, bâine idi.
Ric'at yok; bir şarta bağlı değil ve bu talâk istikbâlde, bir zamana izafe edilmemiş: bedel de şart kosulmamıstır.
Bu durumda, bu talâk sebebiyle, Kadın boş olmuştur.
Şayet talâk birden fazla ise; öylece (iki talâk ise, iki talâk; üç ., talak ise, üç talâk) yazılır ve kadın bâinen boşanmış olur.
Üç talâk olunca, "başka kocaya gitmeden, ona helâl olmayacağı; ağır şekilde haram olduğu" yazılır; hemen ayrılıp (= iddetini bekler.)
Sarih isimli kitab'da şöyle zikredilmiştir:
Duhûlden sonra olursa, şöyle yazılır:
Filan zat, karısına, ona cima ettikden sonra: "Sen, bir talâk diyanetten boşsun." dedi. Ondan sonra da dönüş yapmadı. Kadın, bu bir talak sebebiyle iddeti vacibe içindedir. [23]
Halvet-i Sahîhadan Sonra, Duhûlden Önce Boşamak
Bu şöyle yazılır:
"Yazının sonunda, isimleri belirtilen şahitler, şehâdet ederler ki:
Filan adam, karısını, halveti sahihadan sonra; şer'i ve tabiî mânilerden hali olarak, bir bâin talakla, nafize ve caize olarak boşadı ve bu sebepten dolayı, kadın ona haram oldu. Müsemmâ olan mehri-nin tamamı ve iddet nafakası da, adamın üzerine vacip oldu." denilir ve yazı tamam olur.
Şayet koca, bu halvet-i sahihayi, duhûl makamın da görmez de, mehrin ve iddet nafakasının te'kidine itiraz eder ve kadının talebinden imtina ederse; uygun olanı, bu işi hâkime çikarmakdır. Böylece, onun için, mehrin ve iddet nafakasının kemal derecesi hükmedilebilir.
Bundan sonra, şöyle yazılır:
Boşanmış bulunan bu kadın, sahih halvetten sonra, kocasından mehrini ve iddet nafakasını talep eyledi. Kocası da onu ödemekten "halvet-i sahiha, duhûl makamında olmaz." diyenlerin mezhebince imtina eyledi. Bunun üzerine, bu iş filan hâkime çıkarıldı. (Veya hakimin kim olduğunu yazmaz da,"müslümanlar arasında hükmü geçerli ve âdil hakime çıkarıldı" der.) Ve kadın, halvet-i sahihayı iddia edip boşandığını söyleyerek, mehrini ve iddet nafakasını istedi. Fakat, koca bunu inkâr etti ve bu iş hâkime çıkarıldı. O da mehrin ve nafakanın tamamını hükmeder.
Hâkim, halvet-i sahihayı, duhûl hükmünde görür ve öyle icti-had ederse; öyle hükmeder ve hükmün altım imza eder. (Yani, bu hükmü infaz eder). [24]
Kocanın, Boşanma Yetkisini, Karısının Eline Vermesi
Bir koca, karısının işini (= boşanma yetkisini) onun eline ver
mek istediği zaman, bu hususu çeşitli yazışma şekilleri ile yerine getirebilir. [25]
1- Mutlak Havale:
Burada, bu yetkinin kadına verilmesi hiç bir şarta bağlanmamıştır. Bu da iki kısımdı.
A) Mutlak; B) Muvakkat Havale.
Bu nev'i şöyle yazılır:
Şu vakitte, isimleri belli şahitler, şöyle şehâdette bulundular: Bir adam, karısı fîlâneye, bir aylık veya bir senelik (başlangıcı şu gün; sonucu şu gün olmak üzere) kendi nefsini boşamaya yetkili kılarsa; "kadının bu ayda veya bu senede, ne zaman isterse, bâinen veya üç talâkda; kendisini boşama işini, ona havale eder; o da, bunu aynı mecliste, sahih bir kabul ile kabul ederse; —başka bir işle meşkul olmadan ve o meclisten kalkmadan— tevfiz tamam olur.
Şahitler şehâdette bulunarak şöyle derler: Filân zat, karısı fi-İanenin işini, (boşanma yetkisini) onun eline verdi. O dilerse, nefsini bir talâk; dilerse, üç talak boşar. Ne zaman isterse, o zaman boşar. Kadın da onu kabul eyledi" derler ve —yukarıda söylediğimiz gibi— sonuna kadar anlatırlar. [26]
2- Havaleyi Şartlara Bağlamak
Havaleyi şartlara Bağlamanın da bir kaç çeşidi vardır: [27]
A-) Tavfizi Gaybe Ta'lik Etmek (= Havaleyi Gaybe Bağlamak)
Bu kısım şöyle yazılır:
Şahitler, şöyle şahitlik ederler: Filan, karısı filânenin işini, "şu köyden gidip, kaybolduğu zaman" veya "şu yerden, bir aylık sefere çıktığı ve bir ay içinde geri dönmediği zaman" şartıyla, onun eline verdi. Bu şart tahakkuk edince, kadın dilerse, nefsini bâine bir ta-. lâkla boşar. Ve, buna dilediği zaman başlar. Kadın bunu, tevfîz meclisinde sahih bîr kabulle kabul etmesi hâlinde; bu, böylece yazılır ve yazı tamam olur. [28]
B-) Tevfizi, Peşin Mehrin Şu Vakte Terkedilmişine Ta' Lık Etmek
Bu kısım şöyle yazılır:
Kadının, bâin bir talakla boşanma işini, kocası, onun kendi eline "evveli şu, sonu şu olan ay geçene kadar; kocası mehrinin tamamını vermez ise;" şartı ile verir; kadın da bunu kabul ederse; bu kadın, şart yerine gelmeyince, ne zaman isterse, o zaman nefsini bâine yapar. [29]
3- Havaleyi, Kumar Oynamak, İçki İçmek Veya Bedeninde İz Bırakana Kadar Döğmek Şartına Bağlamak
Bu nev'in yazılma şekli de, yukarıda açıkladığımız yazı şekilleri gibidir. [30]
4- Havaleyi, "Mevcut Kadın Üzerine, Başka Bir Kadın Nikahlama Şartına" Bağlamak
Bu husus, şöyîe yazılır:
Şahitler, şöyle şehâdette bulunurlar: "Gerçekten, o adam, hangi yoldan olursa olsun, (ister vekilin akdiyle, ister fuzûlinin akdiyle) her hangi bir kadım, filâne karısının üzerine nikâh ederse; o takdirde, nefsini üç talâk boşama yetkisi kadına aittir. Kadın da, bunu, tevfiz meclisinde, sahih bir kabul ile kabul eylemiştir."
Şart bulunduğu zaman (yani adam, o kadının üzerine, başka bir kadın nikahladığı zaman) önceki karısı istediği zaman kendi nefsini üç talâk boşar.
Nefsini boşadığı zaman da, evlâ olanı, vesikanın arkasına, o tev-fizi yazmaktır.
Şöyle ki: Şahitler şehâdet eder ki: Filan (yani kadının kocası) yazıldığı gibi, şarta havale eyledi. Ve o yazının ortasına: "Filanın karısı filâne, eline verilen tevfiz hükmüne uyarak, kendi nefsini isimleri yazılı şahitlerin huzurunda şu tarihte tatlîk eyledi. (= boşadı) yazılır.
En doğrusunu, ancak Allahu Teâlâ bilir. Muhıyt'te de böyledir