MEHMED NİYAZİ
Estetik kurallarına riayet edilerek yazılmış güzel bir roman, portakalı andırır. Hiç kimse muhtaç olduğu şekeri almak için portakal yemez ama portakal yediği için vücudun şeker ihtiyacı tamamlanır.
Bilgi edinmek gayesiyle roman okunmaz; mesleklere ya da belli bilimlere dair kitaplar tercih edilir. Oysa romanların pek çoğunda, özellikle tarihî ve psikolojik romanlarda çeşitli bilgiler eritilmiş bir halde mevcuttur. İlmî kitaplar mahiyetleri gereği kurudurlar; okumak için fazladan çaba göstermek gerekir. Roman ise olaylarla örülmüştür; merak unsuru okuyucuyu alıp götürür. Bu sürüklenme sırasında okuyucu, romanın konusuyla alakalı bilgileri de farkında olmadan edinir. Bir şehri, söz gelimi Paris'i gezmek isteyen kişi, Paris'te geçen romanlar okursa, romanlarda geçen yerleri dolaşırken hatıralarıyla karşılaştığı intibaına kapılabilir. Keza Gogol, Dostoyevski gibi Rus yazarlarının Petersburg anlatımları da konumuza güzel bir örnektir.
Aydın bir insan, adını sık sık duyduğu Don Kişot'un semboller dünyamızdaki yerini anlamak, gerektiği takdirde konuşma ve yazılarında bu figürden istifade etmek ister. Don Kişot'luğu anlamanın en sağlıklı yolu Don Kişot'u tanımaktır; bu da kitabın okunmasını zorunlu kılar. Aslında mesleği ne olursa olsun her insan meramını doğru ve eksiksiz anlatmak ister; zira hayattaki başarısının sırrı bu beceride gizlidir. Okullarda öğrendiklerimiz bizi bu konuda diğer insanlardan daha farklı kılmaya yeterli değildir. Mütemadiyen kelime hazinemizi zenginleştirmek ve ifade yeteneğimizi artırmak ihtiyacı duyarız. Bu da bilhassa roman okumakla kazanılır.
Kendisine saygı duyan bir öğretmen, derslerinde adı geçen Balzac'ın kitaplarından birini dahi okumamışsa içerisinde büyük bir boşluk oluşur. Balzac'ı işlerken kendi sığlığından sıkılır. Kişiliğini tamamlayabilmesi için bir gün eli muhakkak Balzac'ın bir kitabına uzanacaktır. Sorumluluğunun şuurunda olan bir öğretmen, roman okumanın kendisine kazandıracağı hayat tecrübesiyle öğrencilerine daha faydalı olmanın yollarını bulacak, onları daha kolay etkileyip şekillendirecektir.
İyi bir romanın gün ışığına çıkabilmesi için üç unsurun birbirini tamamlaması gerekir. Öncelikle merakı tahrik edecek bir konu gereklidir. "Sonra ne oldu" sorusuna gerek kalmayınca konu bütünlüğüne kavuşmuştur. İkinci önemli unsur anlatış şeklidir. Üslup, plan dediğimiz bu unsurun ayrılmaz ve en önemli parçasıdır. Aynı konuyu anlatmanın sayısız yolu vardır. Aynı hikâyeyi dinlediğimiz kişilerden biri konuyu öyle sıkıcı hale getirir ki bir an önce susmasını ya da konunun bitmesini isteriz. Oysa bir diğerinin sözlerinin hiç bitmemesi için dua etmemiz de mümkündür. İşte bu fark, anlatış tarzından, üslup özelliklerinden kaynaklanır. Yazarın amacı konuyu anlatma sebebinde gizlidir. Okuyucu yazarın maksadını idrak edince de roman tamamlanmış olur.
İlmî kitapları okumak belli bir altyapı gerektirir. Hiç kimse sadece zevk almak maksadıyla Einstein'in bir kitabını eline almaz. Fakat roman, hikâye ve şiir kitapları belli bir seviyeden sonra zevk almak için okunur. Bu zevk zamanla alışkanlığa dönüşür. Şiir umumiyetle kısadır; karanlıkta çakan bir şimşek gibidir çoğu zaman. İnsana birçok şey kazandırabilir fakat okuma alışkanlığı elde etmesine yeterince katkı yapmaz. Bu zaviyeden baktığımızda hikâye bir basamaktır; romana geçişimizi sağlar. Bizi uzun soluklu eserleri okumaya hazırlar. Okuma alışkanlığının kazanılmasında en büyük pay romana aittir. Girişte de belirttiğimiz gibi roman, aynı zamanda bize ilmin ve irfanın kapılarını açacak anahtarları verir.
Ne kadar inişli çıkışlı olsa da normal bir insan için hayat zamanla monotonlaşır. Sabahleyin kalkar; güne hazırlanır ve çalışmaya başlar. Bekledikleri gelmeyebilir, gecikebilir. İşler durgun ya da canlı olabilir. Az sayıda ya da çok sayıda insanla karşılaşabilir. Bütün bunlar artık onun hayatındaki monotonluğun bir parçası olmuştur. Bu monotonluktan kurtulmanın yolu başka dünyalar bulmaktır ve kanaatimce roman, bunun için en uygun yollardan biridir.
Kitabın günümüzdeki en güçlü rakibi televizyondur. Üstelik sizden herhangi bir gayret beklememesi sebebiyle çok avantajlı görünür. Fakat televizyonda karşılaştıklarımız ne kadar güzel yapılmış olursa olsun, yazarın kurduğu dünyayı tam olarak aksettirmekten acizdir. Hal böyle olmasaydı Tolstoy'un Anna Karenina'sı birçok defalar ve farklı kişiler tarafından filme çekilir miydi?
Herhangi bir konudaki tepkileri anlaşılmayan; nerede ne yapacağı belli olmayan insan ebedî bir meçhuldür. Hayatta başarılı olmak için daha çok insan hakkında bilgi sahibi olmamız iyi olacaktır. Bir gün Karamazof kardeşlerden biriyle karşılaşmayacağımızı kim iddia edebilir? Hayatta tecrübeden daha lezzetli ve faydalı hangi azık olabilir? İşte roman, bu tecrübelerin kaynağıdır. Yeraltından Notlar'ı okuyanlar onun sokaklarımızda dolaşan kahramanını kolayca tespit edebilirler. Madam Bovary'yi tanımak için birçok fedakârlıklara katlanmamız ve talihli olmamız gerekirdi. Oysa Flaubert onu bizlere ne güzel anlatmış.