Doktora gittiğimizde birtakım sorularla karşılaşırız. Hastalığın veya rahatsızlığın türüne göre soruların tipi de değişmektedir. Eğer yüksek tansiyon rahatsızlığımız var ise; “Kilonuz nedir?”, “Başınız ağrıyor mu?”, “Tuzlu–yağlı–hamur işi çok yer misiniz?”, “Egzersiz yapıyor musunuz?” türünden sorulara muhatap oluruz. Ancak, genelde sorulan sorular, hep fizikî hayatımızla, bedenimizle ilgili olmakta; ruhî yapımız ihmal edilip, sosyal bir varlık olduğumuz unutulmaktadır. Tıp ve psikiyatrideki gelişmelerden de biliyoruz ki, birçok hastalığın temelinde psikolojik ve ruhî, daha doğrusu insanın nefsi ve egosuyla ilgili sebepler bulunmaktadır.
Sağlık, yalnızca biyolojik açıdan normal olma hali değil, aynı zamanda aklî muhakeme ile dünyayı idrak etme, iç aleminde kendisiyle barışık olma, duygulardan iyi yönde yararlanabilme, davranışlar itibariyle müsbeti yakalama, sosyal manada çevre ile uyumlu olma ve her yerde yapıcı davranma durumudur.
Bir araştırmaya göre mutsuz ve problemli evlilikler, insanda hipertansiyon sebebi olabilmektedir. Bilindiği gibi hipertansiyon, modern dünyada en çok öldüren hastalıklar listesinin en başında yer almaktadır. Bu çalışmadan sonra doktorlar herhalde hastalarına sordukları sorularda bir takım değişiklikler yapacaklardır. Meselâ şu sorular sorulabilir:
–Eşinize en son ne zaman çiçek aldınız?
–Ailenize yeterince zaman ayırıyor, onlarla hoş vakit geçiriyor musunuz?
–Çocuklarınızı öpüyor musunuz?
–Akraba ve eş dost ziyaretlerini ne kadar sıklıkla yapıyorsunuz. Veya ihmal mi ediyorsunuz?
–Çevrenizdeki insanlarla hediyeleşiyor musunuz?
–Birine en son ne zaman hediye aldınız? veya size en son ne zaman bir hediye verildi?
Bu tarz soruları uzatmak mümkün. Bazılarımız belki de bu soruları özel bulabilirler. Ancak Amerika’da “evlilik danışmanlığı veya hakemliği” (Marital Counselling) denilen bir hekimlik türü sadece bu gibi konularla ilgilenmektedir. Burada sevindirici bir hususa parmak basıp geçelim. Batı’da ve Amerika’da aile müessesesi çok darbeler alıp zedelendiği için bu tip hekimlik alanları ortaya çıkmıştır. Ülkemizde ise aile yapısını dinamitleyen çok faktör olmasına rağmen, dinimizin bu müesseseye verdiği çok büyük önemden dolayı bu tip kurumlar nisbeten azdır. Hem inancımıza göre, hem de hayatın bize öğrettiği bir hakikat olarak anne, çok mukaddes bir varlık, baba ailesinin rızkı için çalışması ibadet olan kahraman bir babayiğit, karı–koca arasındaki muhabbet ve sohbet de sanki cennette yapılan tatlı bir görüşmedir.
Dr. Brian Baker’e göre insanlarla iyi ilişkiler kurulması ve insanlardan gelen sosyal destek, kan basıncını düzenlemektedir. Kalp damar sistemi başta olmak üzere insan vücudu, sosyal destek konusunda çok hassas olup, anında ve doğrudan cevap vermektedir. Bir kaç misalle açarsak: Psikolog Daniel Goleman’a göre stresli insanlar sakin insanlara nazaran iki kat daha fazla gribe yakalanmakta, karamsar ve inatçı insanların hayatlarında astım, ülser ve kalp rahatsızlıklarına yakalanma riski 3 kat daha fazla olmaktadır. Ayrıca depresyon, kansere zemin hazırlamaktadır. Uyluk kemiği kırılan yaşlılar neşeleri yerinde ise üç kat daha hızlı iyileşebilmektedir. Hastalığını kabul edip problemleri hakkında konuşan kanser hastaları da, hastalığını kabullenemeyen ve konuşmayanlara nazaran daha çabuk iyileşmektedirler.
Doktor Charles Miner’e göre kızdığımız zaman tansiyonumuz 6 derece artar. Bunun kalbimiz üzerindeki zararlı tesiri oldukça yüksektir. Kalbimiz, karşılaştığımız insanlar arasında, duygularını kontrol edebilen neşeli ve huzurlu olanlardan hoşlanır.
Zaten hırçın, her şeye hiddetlenen, inatçı insanlardan kim hoşlanır ki, kalbimiz hoşlansın?!
Büyük bir düşünüre göre ise; kızgınlık, kıskançlık, öfke, haset ve tamah gibi kötü duygular, kanserden daha tehlikeli manevi tümörlerdir. Bu tür hastalıklar, insanın enerjisini tüketir, verimliliğini azaltır, beden sağlığını bozar, huzur ve mutluluğunu engeller. Kanser insanın 60–70 yıllık ömrünü yok ederken; haset, kin, kızgınlık, kıskançlık, öfke ve açgözlülük gibi manevî hastalıklar insanın sonsuz hayatını mahveder.
Dr. Baker’ın araştırmasından şu sonuçu çıkarabiliriz: “Mutsuz evlilikler, sağlık için zararlıdır (Bad marriages bad for your health).”
Yine de sadece bu çalışmaya bakarak kesin hükümlere varmak yanıltıcı olabilir. Bunun ileride yapılacak çalışmalarla desteklenmesi lâzımdır. Birçok yeni psikososyal stress çeşidi vardır, ve bunlar yüksek tansiyona sebep olabilmektedir. Hattâ insanlar bu stresin farkında bile olmayabilirler. Fakat unutmamak gerekir ki, en büyük meselemiz kendimizle, kendi içimizde yaşadığımız meseledir, ve dışarıdan bize doğru olan meseleler eğer büyüyor ve çözümsüzlüğe doğru gidiyorsa, bunda iç dünyamızın belli bir itminan ve sükunete ermemesi rol oynuyor olabilir.
Üç yıl süren bu araştırmanın başında yüz’den fazla kadın ve erkek bir anket doldurmuşlardır. Evliliklerin kalitesini ortaya çıkaran bu ankete ilâve olarak katılan kişilerin hergün tansiyonları ölçülmüştür. Ayrıca, kendilerinden tutmaları istenen günlük değerlendirilmiştir.
Sonuçta, üç yıl önce mutsuz bir evliliği olanların üç yıl sonra tansiyonları anlamlı olarak artmıştır. Mutlu evliliği olanlarda ise tansiyon düşmüştür. Yani mutlu evlilik, koruyucu bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine üç yıl sonra mutsuz evlilikleri olanlarda, kalbin sol karıncık (ventricle) duvarının kalınlığı artmıştır. Bu da yüksek tansiyon belirtisidir. Daha önce yapılan çalışmalarda da, mutsuz evliliklerin şizofreni, depresyon ve kalp rahatsızlıkları ile ilgisi bulunmuştur.
Kanada Sağlık Araştırma Enstitüsü uzmanlarına göre ise, tansiyon hastaları için reçetelere yeni tedaviler yazma zamanı gelmiştir. Mutsuz evlilikler için tedavi programları bir çare olarak görülmektedir. Bunlardan biri; evlilik danışmanlığıdır. Bazı hekimlere göre bu inanılmaz bir keşiftir.
Kur’an–ı Mu’ciz–ûl Beyan’da buyrulan, “Karı koca arasında bir mesele olursa, bir hanım tarafından bir de erkek tarafından iki hakem belirleyip meseleyi çözersiniz.” (Nisa suresi/35) şeklindeki tavsiyenin, yaşadığımız hayatın gerçeğine ne kadar uygun mucizevi bir reçete olduğunu böylece görmüş oluyoruz.