Sağlıklı / Mutlu Bir Yaşam İçin Çocuklara / Gençlere Öğütler
"Nasihatlar, kuruyan kıraç topraklara yağam bahar yağmurları gibidir." (İzzet Güllü)
...
Bir öğle arası kliniğimizde otururken içeri bir delikanlı girdi. "Randevumuz varmış" dedi. Buyur ettim ve oturdu. Kabadayı pozlarında, ters birşey duysa derhal saldıracak edasındaydı. "Ne işim var benim durda ya..." der gibi bir beden dili mevcuttu. Oturdu, sorduklarıma güç bela cevap veriyordu. Sıcak, yaşına ve genel tavrına uygun bir iletişim kurunca birden çözülmeye ve konuşmaya başladı:
"Hocam, buraya gelmeyecektim ama babam çok ısrar etti. Akşam bana bir yazı okuttu. Çok hoşuma gitti. Üstüste bir kaç kere de okudum hatta. Yazarı neydi, galiba, sanırım .... idi" diyerek ismimi verdi. Anlaşıldığına göre yazdıan çok etkilenmişti. "Böyle bir çocuk ve bir yazıdan etkilenmek" benim aklımın alacağı en son şeydi... Gördüğüm bu manzara da haliyle beni etkilemişti. Demekki insanoğlu etkilenebiliyor. Ve kimin, ne zaman, nerede, neden etkilenebileceğini kestirebilmek öyle kolay olmuyor. Herkesin algısal ve beğeni damağı - tadı farklı farklı çünkü. O yazımın bir bölümünü buradan sizlerle, en çok da muhatabı olan çocuklarımızla paylaşmak istiyorum.
Kıymetli çocuklar!
Nasılsınız, iyimiziniz? İyi olmanızı canı gönülden diler, gözlerinizden öperim. Beni soracak olursanız şükür, iyiyim. Anneleriniz, babalarınız nasıllar? Onlar da inşallah iyilerdir. Onları üzüyormusunuz bakayım? Yooo sakın, sakın yalan söylemeyin. Her zaman için doğruyu, sadece doğruyu söyleyin. Bu uğurda ödeyeceğiniz bir bedel varsa da ödeyin. Dünyada doğru söylemenin ödeteceği bedel kadar tatlı hiçbir şey yoktur, inanın bana. Bu, şekerden bile daha lezzetlidir. Ancak çoğu kişi yalan söylemezse bedel ödeyeceğini düşündüğü için, pembe yalanlar diyerek sürekli bu hataya düşerler. Dolayısı ile de bu lezzeti tatma imkanı bulamadıkları için pek tanımazlar.
Bu mektubu aslında sizin de iyi bildiğiniz bazı şeyleri sizlerle paylaşmak için yazıyorum. Öyle ya, sizlerle paylaşacağım konularla ilgili benim bilip de sizin bilmediğiniz ne olabilir! Sonuçta Amerika'yı yeniden keşfedecek değiliz. Bana onca okul, ders yoğunluğunuz arasında biraz olsun zaman ayırırsanız tanımadığınız bu kişiyi mutlu etmiş olursunuz.
Hem böylece, "Mutlu olmak istiyorsan mutlu et" gizil ilkesi gereğince siz de mutlu olmuş olursunuz. Bu tıpkı, "Ürün almak istiyorsan tohum ek" gibi bir şeydir. Ekmeden biçmek mümkün müdür! Ekmek demek, atmak demek değildir. Vermek bazen aslında almak demektir çocuklar. Neyse, hemen derine dalmayalım. Önce sahilden adım adım girelim denize, değil mi. Yoksa maazallah boğulabiliriz!
Sevgili çocuklar, şuan kaç yaşınızdasınız bilmiyorum! Ama bir gün bizler gibi kocaman yetişkinler olacağınız bir gerçek. Sürekli böyle çocuk kalmayacaksınız herhalde! Yeryüzünde dünyaya çocuk olarak gelip de ömrünün sonuna kadar çocuk olarak kalmış tek bir kişi bile yoktur. Ne enteresan değil mi! Yoksa sizin bildiğiniz böyle biri var mı? Dolayısı ile bu değişmez yaşam gerçeği sizin için de geçerli!
Evet, zaman göz açıp kapayıncaya dek geçecek, bir de bakmışsınız ki 18 - 19 - 20’li yaşlara gelivermişsiniz. Ancak üzülerek söylemeliyim ki bazı şeyler için o zaman belki de çok geç kalmış olacaksınız. Şu dünya üzerinde kaç kişi kaçırdığı zaman treni yüzünden ne ızdıraplar çekiyor, bir bilseniz. Bunu mesleği gereği yüzlerce, binlerce kişiyle görüşen bir psikolog abiniz olarak ben çok iyi biliyorum. Bu gerçeği zaman lokomotifine bağlı fırsat trenini kaçırmadan evvel öğrenin ki yaşayarak, bedelini ödeyerek öğrenmek zorunda kalmayasınız. Akıl sahibi bir canlı olmamızın önemli faydalarından birisi de zaten budur: Başkalarının hayatında defalarca yaşanmış, defalarca bedelleri ödenmiş şeyleri her defasında yaşamak, böylece sürekli bedeller ödemek zorunda kalmamak! Yaşayanlara bakıp aklımızı doğru kullanmak, bunlardan dersler çıkarmak, ibret almak!
Sevgili çocuklar! Hayatta her imkan insanlara her zaman aynı şekilde sunulmaz. Ve hayatta bir saniye öncesine dönmek bile mümkün olmaz! Dikkatsizliği sonucu trafik kazası geçiren, hayatı bir anda altüst olan birisi bu kazadan bir saniye öncesine dönebilseydi eğer yaşamında ne de çok şey değişirdi, bir düşünsenize. Yine aynı şekilde lise bittikten sonra tekrar başa dönüp okuma imkanı yoktur. Bu fırsat artık kaçmıştır bir kere. Bu durum ilköğretim için de geçerli. O yüzden dünyaya gelen her çocuk gibi bir gün büyüyeceğinizi, iş bulmak, evlenmek, ev kirası ödemek, ciddi sıkıntılar çekmek zorunda kalabileceğinizi, bu sorunların içinde yaşadığınız ülkemiz için çok daha çetin olduğunu, ailenizin ise şimdi olduğu gibi o zaman yanınızda olamayabileceğini iyi düşünmek, bu günden geleceğiniz için yatırım yapmak zorundasınız.
Peki bu yatırım nasıl olacak ?
Bu yatırım; harcamadığınız, fazla olan paranızı kumbaraya atmak misali 24 saatten ibaret olan koca bir gününüzün birkaç saatini derslerinize ayırmakla olacaktır.
Düşünsenize: "Bir gün tam 24 saat!"
Oynamak için de, gezmek için de, televizyon seyretmek için de, pek tabiki yarınlarınız için ders çalışmak için de fazlasıyla yeterli bir zaman... "Atalarımız damlaya damlaya göl olur" demişler! Hergün 2 saat ders çalışmayı beyninize düşen bir "bilgi damlası" gibi düşünün. Böylece, yarın büyüdüğünüzde bir meslek sahibi olmak için gerekli olan bilgi gölüne (birikimine) daha kolay sahip olmuş olacaksınız! Aksi takdirde zamandan cimrilik ederek 24 saatin bir kaç saatini bile yarınlarınız için bir kenara ayırmazsanız, bütün yaz boyunca saz çalıp oynayan ağustos böceğinin durumuna düşersiniz. Bu hikayeyi hepiniz çok iyi biliyorsunuz!
Kusura bakmayın, çocuk olmak demek 24 saatin uyku ve okul dışında kalan bütün zamanlarını oyunla (atariyle, bilgisayarla, sokaktaki oyunlarla vs.) geçirmek, bunu haketmiş olmak demek değildir. Sadece anne – babalarınızın değil, sizin de görevleriniz ve sorumluluklarınız var.
Günlük yeteri kadar ders çalışın, hem siz rahat olun, hem geleceğinize yatırım yapmış olun. Hem de ailenizi mutlu edin. Ne kadar karlı bir iş, daha küçücük bir çocuk olmanıza rağmen koca koca insanları mutlu edebilmek! Bu ne büyük bir güzellik, ne büyük bir başarı! Bunu koca insanlar bile beceremiyor çoğu zaman. Bakın çevrenize, aslında herkes bir şekilde mutluluğu aramıyor mu şu yaşamda! Eğer becerebilselerdi mutluluğu arar dururlar mıydı! İnsan ancak sahip olmadığı şeyi arar. Sahip olunan şey aranır mı hiç! Bakın, siz bunu daha çocukken bile yapabiliyorsunuz. Tabiki eğer isterseniz. İsteyin ve bu çok büyük başarıyı daha çocukken yaşayın, yaşatın.
Bir de anneleriniz babalarınız size, "Ders çalış, ders çalış..." dedikçe zannetmeyin ki bu işten sizin değil de sanki onların bir kazancı, menfaati var! Hayır, hayır! Anne ve babaların çocuklarının iyi bir yere gelmelerini isterken tek bir menfaatleri vardır; sizleri mutlu görünce mutlu olmaları! Daha derinlemesine bakılırsa aslında onların mutlu olmayı bile kendileri için istemedikleri, bunu bile yine sizi daha çok mutlu edebilmek adına istedikleri görülür. Onlar ne kadar mutlu olurlarsa sizi de o kadar çok mutlu edebileceklerini düşünürler. Çünkü vermeleri için önce sahip olmaları gerektiğini iyi bilirler.
Evet bu, yani ders çalışmanız talebi kendileri için değil; sizin için yapılan son derece müşfik bir taleptir aslında. Anne ve babalar içgüdüleriyle (sezgileriyle), eğer "çalış" demediklerinde bu işi savsaklayabileceğinizi anlarlar. Eğri oturup doğru konuşalım çocuklar. Hakikaten de biraz böylesinizdir ama, değil mi! O yüzden bu işi şansa bırakmak ve siz çocuklarının yarınlarının göz göre göre avuçlarının içinden kayıp gitmesini istemezler. Daha doğrusu bunu isteyemezler. Ellerinde değildir ki isteyebilsinler. Birazcık anlamaya çalışın.
(Her türlü cinliği anlıyorsunuz ya, bunu da anlayın biraz. Resimlerin Görüntülenmesine İzin Verilmiyor.
Üye Ol ya da
Giriş Yap)
Sevgili küçükler!
Biz anlayamasak da yaşamda herhangi bir şeyin birçok şeyle belli ölçülerde ilişkisi vardır. Mesela hepimizin peşinden koştuğu başarının sahip olduğunuz kişilik özellikleriyle belli ölçüde bağlantısı söz konusudur. Örneğin merhamet duygusu eksik olan bir çocuk ancak bilgisayarla veya tatil mükafatıyla motive olabilirken acıma duygusu fazla olan biri dünyanın diğer ucundaki fakirlere yardımcı olmak için bile daha çok çalışmaya yönelebilir. Yine sabırlı bir çocuk çabucak sıkılan bir diğer çocuktan daha yakındır başarıya. Bunun gibi pekçok örnek verebiliriz. Siz de başarı dahil pekçok şey için gerekli olan olumlu kişilik özelliklerine henüz imkan elinizdeyken sahip olmaya çalışın. Bunun içinse sabırlı, azimli, iyi niyetli, hoşgörülü, yardımsever, fedakar, empatik (kendimizi karşıdakinin yerine koyma becerisi), hayata ve olaylara sağlıklı bakabilen birisi olmaya, ruhunuzun derinliklerinde bir öz olarak bulunan bu yönlerinizi bir bitkiyi sulayarak büyütmek misali daha da geliştirmeye bakın.
Başarılı ama acıma duygusu zayıf kalmış, bencil, hep kendisini düşünen, kimseye yardım etmek gibi bir niyeti olmayan bir çocuk olmayı tercih ederseniz eğer ileride belki başarılı ama mutsuz birisi olursunuz. Mutluluk getirmeyecek bir başarının, tıpkı hedefe götürmeyen araç gibi ne size ne de kimseye pek bir faydası olmayacaktır. Demekki öncelikle kişilik yapımızın büyük oranda çocukluk yıllarında oluştuğunu iyi bilmeli, bu yapımız oluşmadan evvel iyi düşünmeli, doğru bir karar vermeli, bunun için doğru yönde gayret göstermeliyiz. Böylece doğru, sağlıklı bir kişilik yapısına sahip olmalıyız.
Sevgili çocuklar, size hatırlatmak istediğim diğer önemli bir husus da alışkanlık meselesidir. Alışkanlık bir ahtapot gibidir. Bir kere sizi kolları arasına alırsa hayatınız boyunca işiniz çok zor demektir. Peki alışkanlık nasıl oluşur? Eğer bir şey günlük hayatınızda sürekli tekrar etmeye başlamışsa bilin ki o şey alışkanlığa dönüşmek üzeredir. Yani alışkanlıklar tekrar edile edile oluşur. Aynen bir yerden sürekli gide gele o yerin patika (yol) olması gibi... Evet belli süre tekrarlanan davranışlar bir süre sonra alışkanlığa dönüşecektir. İnsanoğlu ise alıştığı şeyleri terketmekte çok zorlanır. Hatta bu, çoğu zaman mümkün de olmaz. O yüzden iyi iş, söylem ve davranışları alışkanlık edinmeye bakın. Son günlerde, aylarda ya da yıllarda sürekli sergilemeye başladığınız olumsuz nitelikli bazı davranışlar varsa şayet bunları bu bilgi ışığında hemen terketmeye koyulun.
Sözgelimi, son günlerde bazı isteklerinizi evde bağırıp çağırarak, kızarak, hatta şiddete yönelerek elde etmeye başladınız diyelim. Ya da yalan söylemeye mesela... Veya buna benzer bir davranışa... Eğer böyle bir durum söz konusu ise tehlike zilleri çoktan çalmaya başlamış demektir. Hemen bu zile kulak verin, bundan sonra bu konularda çok daha dikkatli olmaya çalışın. Nasıl ki bir şoför sürekli hızlı giderken artık o bölgeye hız ölçen bir radar konulduğunu öğrenince bu hızından vazgeçer (vazgeçmesi için öğrenmiş olması yeterlidir), siz de aynen böyle yapın. Artık bu gerçeği biliyorsunuz, öyleyse hemen vazgeçin. Bunu önce kendi geleceğiniz, kendi yarınlarınız için yapın. Sonra aileniz için...
Kıymetli çocuklar, önemli bir husus da arkadaşlık meselesidir. Bu konuda o kadar çok atasözü vardır ki. Bu arada atasözlerini sakın olaki atalarımızın oturdukları yerden söyledikleri, kafadan atmak suretiyle uydurdukları boş, anlamsız sözler zannetmeyin. Bana kalsaydı atasözlerini ben okullarda ders olarak okuturdum. Hepsi o kadar insan psikolojisine ve yaşam gerçeklerine uygun ki. Her birisi kısacık yaşamımızda asla öğrenemeyeciğimiz yaşam kanunlarından bahsediyor. O yüzden ben atasözlerini çok severim. Size de okumanızı, dahası ezberleminizi, hücrelerinize tek tek sindirmenizi tavsiye ederim.
"Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyliyeyim, arkadaş arkadaşın aynasıdır, üzüm üzüme baka baka kararır, kıratla oturan ya huyundan ya suyundan" gibi arkadaşın kişi üzerindeki etkisini anlatan birçok veciz tespit vardır. O bakımdan, önce nasıl birisi olmak istediğinize karar vermenizi; sonra ise sizi bu yönde etkileyebilecek kişileri arkadaş olarak seçmenizi tavsiye ediyorum. Sakın, sakın olaki ben etkilenmem demeyin. Her etkilenme sizin farkına varabileceğiniz düzeyde cereyan etmeyebilir. Evet, bu etkilenme baştan farkedilmeyebilir. Ancak bir süre sonra bakmışsınız ki kocaman değişimler ortaya çıkıvermış. Dolayısı ile bazı etkilenmelerin farkına varamayacağınız bir düzeyde cereyan ettiğini, bunu ancak geri dönüşü olmayan bir noktaya geldikten sonra anlayabileceğinizi hiç unutmayın.
"Yooo, yoo, ısrar etmeyin. Kesinlikle ben etkilenmem..." demeyin. Büyük lokma yiyin, ancak yine de büyük laf söylemeyin. Kötü bir arkadaşınız varsa sizi mutlaka etkiliyordur, etkileyecektir. Lakin az evvel de dediğim gibi, siz bunun o an için farkına varamıyorsunuzdur sadece. Tıpkı barajdan sızan iğne deliği büyüklüğündeki bir su sızıntısını o an için değil; taki çevrede büyük bir bataklık oluştuğunda farkedebildiğimiz gibi.
Şimdi de sizlere kısa kısa bazı önerilerim olacak:
_Şu üç şeyi düzenli olarak yapma alışkanlığı edinin.
1.Düzenli ders çalışma ve kitap okuma,
2.Düzenli yürüyüş, egzersiz ya da spor yapma,
3.Düzenli, planlı - programlı bir günlük yaşam...
_Her zaman elinizin altında bir sözlük bulunsun. Bu sözlüğe sık sık müracaat edin, sürekli yeni kelimeler öğrenmeye bakın. Öğrenilen her yeni kelime, toprağa ekilen yeni bir mahsül gibidir. Ne kadar çok kelime tohumu atarsanız beyin tarlanıza o kadar çok zihinsel mahsül hasat edersiniz.
_Mutlaka bir yabancı bir dil öğrenmeye bakın. "Bir lisan bir insan" demektir.
_Yaşamınızdaki her şeye sadece görünen yüzüyle sınırlı bir şekilde değil; nedenleri ve sonuçları çerçevesinde çok boyutlu olarak bakma alışkanlığı edinmeye çalışın. Çünkü yaşamda her şeyin bir nedeni ya da nedenleri; yine bütün bu nedenlerin de bir dizi sonuçları vardır.
_Mutlaka prensip sahibi olun. Ne pahasına olursa olsun, asla aşındıramayacağınız, ömrünüz boyunca titizlikle bağlı kalacağınız prensipleriniz olsun.
_Sadece akranlarınızla zaman harcamayın. Kendini geliştirmiş, okumayı seven, davranışları güzel ve size çok şey katacak bir kaç büyük ve model kişiyle, abi veya amcayla da ara sıra zaman geçirmeyi deneyin.
_Önemli bir konuda "önce düşünmeliyim" deyin, hemen karar vermeyin. "Hele bir düşüneyim" demeyi alışkanlık haline getirin. Düşünme işinin çok önemli olduğunu unutmayın. Kaderimizin genellikle düşünme ve akabindeki karar verme anlarımızda biçimlendiğini aklınızdan hiç çıkarmayın.
_Kısa, net, kararlı ve vurgusu güçlü cümleler kurun. Verdiğiniz sözde mutlaka durun. Bu uğurda ödemeniz gereken bir bedel varsa da ödeyin. Bu, kendinize olan saygınızı ve özgüveninizi artıracaktır. Kendinizi sevmenizi kolaylaştıracaktır.
_Hayatta iki hedefiniz olsun: Birisi "başarılı" olmak, diğeri ise "iyi bir insan" olmak! Bu yolda yalnız kalsanız bile bıkmadan, usanmadan yürümeye devam edin. Koca ormanı tutuşturanın da tek bir kıvılcım olduğunu hatırlayın. Siz de, bir çok kişide sönmeye yüz tutmuş ruhu, ateşlenmeyi bekleyen heyecanı tutuşturan böyle bir kıvılcım olun.
_Tıkandığınızda, bir engelle karşılaştığınızda, bir çıkış yolu aradığınızda, eğer ailenizden çekiniyorsanız çevrenizdeki olgun, gün görmüş, tecrübeli bir büyüğünüzden yardım isteyin. "Abi, benim böyle bir sorunum var, ne yapabilirim, ne yapmalıyım" diye sorun. Görüş, öğüt ve öneri almayı alışkanlık haline getirin.
_Arkadaşlarınızı ve akrabalarınızı sıkça ziyaret edin. Mevlana’nın dediği gibi, "Üzerinden yürünmeyen yolların diken ve çalılarla kaplanacağını" hatırınızdan hiç çıkarmayın. Anne ve babalarınızı az üzmeye çalışın. Onların zaten bu zorlu ve uzun yaşam yolculuğundaki "yorgun savaşçılar" olduklarını düşünün.
_Okuyun, araştırın, yazın, düşünün, sorun, arayın, bulun, öğrenin, ilerleyin, gelişin, geliştirin. Bazen yalnız kalın, kendinizi dinleyin. Dününüzü, bugününüzü, yarınınızı gözünüzün önüne getirin. Yaşamınızın genel bir kritiğini yapın. Sadece başkalarına değil; kendinize de soru sorma alışkanlığı edinin. Sorular sorun kendinize, cevaplar verin yine kendi kendinize.
_Hiçbir konuda aşırı, fanatik, katı ve bağnaz olmamaya dikkat edin. Peşin hükümden, önyargıdan, genellemelerde bulunmaktan, toptancı olmaktan, haddi aşmaktan hep uzak durun.
_Mümkün olabildiği ölçüde doğayla, toprakla, çiçek ve bitkilerle içli dışlı olmaya, yazları -varsa- köyünüze gitmeye, en azından tatil dönemlerinde buralarda daha çok vakit geçirmeye çalışın.
_Uykunuza dikkat edin. Uykuya sadece bedenininizin değil; ruhunuzun da ihtiyacı var, bunu sakın olaki unutmayın. Bu yüzden bedeniniz yorgun olmasa bile uykunuza ve uyku düzeninize azami derecede özen gösterin. Özellikle de yatma - uyuma saatlerinizin aynı olmasına.
_Bol bol yürüyüş yapın. Kollarımızdaki ve bacaklarımızdaki eklemler biz insanoğluna boşu boşuna verilmemiştir. Bir kısım iç sıkıntılarımızın nedeni de hareket etmeleri amacıyla yaratılan bu uzuvlarımızın hareketsiz bırakılmasıdır. Bu durum, "Organların "stresi’ denilen bir stres, gerilim ve gerginlik sebebidir. Nasıl ki koşan her insan terler, bu ter yoluyla organizma bazı toksinleri dışarı atar. Aynı şekilde vücut yürümek vb. hareketlerle içimizde biriken stresi - gerilimi açılıp kapanan eklemleri vasıtasıyla dışarı atar. Atalarımız işleyen demir pas tutmaz (işlemeyen demir pas tutar) demişlerdir. İşlemeyen organlar nedeniyle ruh dünyamızı zamanla stres, gerginlik ve huzursuzluk bağlar.
_Karşınıza çıkan ve ihtiyacı olan her insanı iyilik yapmanız için önünüze çıkarılmış özel bir fırsat olarak görün. İyilik yapmanız için dini bütün bir mü’min veya uhrevi beklentileri bulunan yaşlı bir hayırsever olmanız gerekmiyor. İyilik yapma davranışı şüphesiz bu türden manevi kazanımların yanında içsel bir haz ve doyum da sağlayacaktır size. Bu haz anları / damlaları içinizde öyle çoğalacaktır ki zamanla yüreğiniz bir mutluluk denizine dönüşecektir.
_Mütebessim olun. Asık yüzlü olmamaya, patlamaya hazır bir bomba gibi dolaşmamaya çalışın. Tanıdıklarınıza tanımadıklarınıza selam verin, iyi dilek ve temennilerde bulunun. Küçükleri sevin, büyükleri sayın. Bütün bunları alışkanlık haline, kişilik yapınızın temel treydi haline getirin. İçimizdeki hoşnutluk hali nasıl dışımıza, mesela bir tebessüm olarak yüzümüze yansır; aynı şekilde istemli bir iradeyle edilecek zoraki bir tebessüm de iç dünyamıza olumlu duygular olarak yansıyacaktır.
_Her gün düzenli olarak en az 10 sayfa kitap okuyun. Bu, ayda 300 sayfa eder. Hesabı yıla vurduğumuzda ortaya asgari 15 ila 20 arası kitap çıkar ki bu hiç fena bir rakam değildir. Ayrıca kitap okuma işini sadece bir kültürlenme aracı olarak görmeyin. Kitaplar aynı zamanda ruhumuzun temel gıdasıdır. Gıdasız kalan bünye misali bilgisiz kalan ruh da hastalanır. Ruhun hastalığı onun içsel tatminsizliğidir; akut ya da kronik huzursuzluğudur. Nasıl ki on günde bir yemek yemek (ki bu tıka basa bile olsa) bedenimiz için kafi gelmez, bu işin her gün 2, 3 öğün yinelenmesi gerekir. Aynı şekilde ayda - yılda bir okunan kitap da ruhunuzu doyurmaya ve beslemeye yetmez. Düzenli kitap okuma alışkanlığı edinmenin büyük faydalarını göreceksiniz. Bugün, yarın ve daima...
_Eğer inanan bir ailenin inanan bir ferdi iseniz sık sık dua edin. Bugün Batılı birçok bilim adamı duanın insan üzerindeki olumlu etkilerini gösteren birçok bilimsel çalışmadan bahsetmektedir. Duanın ifade edilmeye çalışılan metafizik faydalarını bir kenara bıraktığımızda, meseleye sadece psikolojik boyutu bağlamında baktığımızda bile birçok faydası olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki: Dua aslında beyninize yolladığınız, "Ben üstesinden gelemesem de beni gören, gözeten; herşeyimi benden çok daha iyi bilen yaratıcım nasılolsa zorda kaldığım anda bana yardımını gönderecektir. Çünkü O’nun yardım talebine icabet etme vaadi haktır. En darda olduğumda, altından kalkamadığım bir anda bu yardımı bana mutlaka kavuşacaktır. Demekkki ben yalnız ve çaresiz değilim... Sadece biraz daha sabretmeli, dayanmalıyım" gizil mesajıdır. Hiç yağmayan, hep gürleyen bir arkadaşının kuru (hep lafta kalan) destek vaadinden bile ruhunda derin bir ferahlık duyan biz insanoğlu, vaadinin hak olduğuna inandığı yüce yaratıcısına halini arzettiğinde nasıl olur da içinde sonsuz bir ferahlık duymaz!
_Sabahları erken kalkın. Saat 5’te, engeç 6’da mesela... Güne güneş üzerinize doğmadan siz doğun. Bu size sadece bitirmeniz gerekli işleriniz, mesela ders çalışmanız için vs. fazladan zaman değil; içsel bir huzur da kazandıracaktır! Serin sabah esintileri yüreğinize çok uzaklardan huzur tomurcukları getirecektir, göreceksiniz! O saatte henüz kimse kalkmadığı için de bu huzur tomurcuklarının büyük kısmı sizin hissenize düşecektir! Bunu her zaman ama en çok da zor, sıkıntılı dönemlerinizde mutlaka yapın.
_Her gün sabah, öğlen ve akşam olmak üzere günde üç defa sahip olduğunuz en az 10 şeyi hatırlatın kendinize. Bunları hatırlamak için kaybetmeyi veya birisinin size bunları anımsatmasını beklemeyin. Unutmayın: Beynimizin bazı şeyleri sık sık hatırlamaya ihtiyacı vardır. Bir sebep peydah olup da bu vesileyle ayda yılda birkaç defa hatırlanması kafi gelmez. Bu uygulamayı alışkanlık haline getirin. Avrupa bugün buna pozitif düşünmek diyor. Ya da yoga, meditasyon seanslarında özü itibariyle bunlar yapılıyor.
_Az konuşun, derin düşünün, insanları ilgiyle dinleyin, olaylar karşısında samimi, serinkanlı ve dürüst olun. Bunlar iç dünyamızdaki psikolojik uyumun sürdürülebirliği için gerekli olan panzehir davranışlardandır.
_Yaşamı hislerinizin doğrultusunda ve içinizden geldiği gibi kuralsızca değil; size yol haritası sunan engin bir hayat felsefesinin rahatlığı ve kolaylığı içinde yaşayın. Kendinize öcelikle sağlam / sağlıklı bir yaşam felsefesi edinin.
_İnsanın gerek mutluluğu gerekse mutsuzluğu yapıp ettikleriyle doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle yapmakta olduğunuz yanlışlarınızdan vazgeçmeye, ihmal ettiğiniz doğruları da yaşamınıza geçirmeye gayret edin.
_Belli kişilerin gerçeklik kaygısı gütmeden masa başında kurguladıkları, zihin, ruh ve kültür dünyanızı öğütücü, dönüştürücü yoz programları değil; daha ziyade yaşamın saklı kalmış gerçeklerini anlatan belgesel, tarihi film, haber programları gibi eğitici, geliştirici programları izlemeye gayret sarfedin. Bu konuda seçici olun. Midenizi aburcubur yiyeceklerle doldurmadığınız gibi beyin ve ruh dünyanızı da aburcubur programlarla tıka basa doldurmayın. Gördüğünüz her şey beyninize gidiyor, beyne giden her uyarıcı da beyinde ama küçük ama büyük, ama bugün ama yarın mutlaka bir etki yapıyor (ya da yapacaktır), bunu sakın olaki unutmayın. Beyninizi; gözünüze ve kulağınıza çarpan herşeyin kendisine gittiği bir yol geçen hanına çevirmeyin. Kapınız sürekli açık olsaydı ve yoldan gelip geçen herkes direkt olarak içeriye girseydi evinizde sükun ve huzur olur muydu, düşünsenize!
_Önyargıdan, dedikodudan, lakap takmaktan, kaba konuşmaktan, agresif ve hırçın olmaktan, küfür etmekten, kalp kırmaktan şiddetle kaçının. Kırdığınız her kalple beraber kalbinize siyah küçük bir leke düştüğünü düşünün.
_Aç gözlülükten, hırstan, kibirden, kıskançlıktan, öfkeden, gösterişten, israftan ve cimrilikten uzak durun. Bu gibi hastalıklı huylarınız varsa eğer bunlardan bir an evvel kurtulmaya bakın. Bu illetler kendileriyle mücadele edilmezlerse eğer kaplarında oldukları gibi kalmazlar, her geçen gün daha da kuvvetlenirler. Derken ruhunuzu her taraftan kuşatarak evvela sıkmaya, sonra da boğmaya başlarlar. Boğulan bir ruhun feryadına kulak verecek duygular ise mutsuzluk, sıkıntılar ve binbir çeşit dertler olacaktır ancak.
_Gamsız, vurdumduymaz, havai, hoppa, lakayt ve yoz olmamaya dikkat edin. İçli, inceci, sorgulayan, dert edinen, sorumluluk duyan, ilgili ve duyarlı biri olmaya çalışın.
_Suyu, elektriği, parayı, elbiseyi, zamanı kullanırken müsrif olmayın. Sabırlı olun. Şükredici olun. Şımarık ve nankör olmayın.
_Bir dert kapınızı çaldığında bunu uzun yaşam yolculuğunuzun küçücük bir dönemine ait ve yaşanıp gidecek farklı bir lezzeti olarak görün. Bu dönemsel sorunları uzun ömür sürecinizde daha çok yer tutan iyi ve güzel günlerinizin küçücük bir bedeli - ücreti olarak düşünün. Alırken sevindiğiniz şeylerin (iyi, hoş, sağlıklı, sorunsuz geçen uzun ve güzel günlerin) sıra bedelini ödemeye geldiğinde mızıkcılık yapmayın. Yaşamda vermeden almanın mümkün olmadığını, herşeyin bir bedelinin olduğunu asla unutmayın.
"Doğumundan ölümüne dek görmeden, dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren yıllarca duymadan, yürüyemeden, tekerlekli sandalyede koca ömrünü tüketen nice insanların olduğu bir dünyada ben hiç sorun yaşamamalı mıyım? Ben çok ayrıcalıklı bir insan mıyım? Benim payıma da, kısa bir süreliğine bile olsa hiçbir dert, tasa, sorun düşmeyecek mi şu dünyada? Bu mümkün mü? Bu adil olur mu?" diye sorun kendinize. Ardından da derhal şikayet etmeyi bırakın. Açın elinizi yaratana, binlerce kere daha şükredin. Bu yaklaşım biçimi kesinlikle yaşadığımız herhangi bir soruna teslim olmak değildir. Bu aslında onunla etkili biçimde mücadele etmenin diğer bir yoludur.
_Unutmayın; yaşamda sadece tatlı olan şeyler değil, acı olanlar da lezzet verir. Tıpkı acı arnavut biberi gibi. Bu lezzeti ancak, daha diline değer değmez "...çok acı, çok yakıyor, demekkki kötü" deyip biberi atmayanlar, sabırla yemeye devam edenler tadabilirler. Yine Mevlana’nın dediği gibi, "Sabır önceleri acıdır, huy edersen bal olur." O halde sabır silahıyla zehirleri bala çevirin.
_"Alışverişlerden Sonra Fiş Alın!"
Sevgili çocuklar, sizler bugünün çocukları, yarının yetişkinlerisiniz. Bu nedenle, yarının Türkiyesinde, o günün koşullarına bağlı olarak yaşayacaksınız. O günün şartları ise bugün yaptıklarımızla ve yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızla doğrudan ilişkilidir. Bunun için, 1 YTL bile tutsa, her alış - verişinizde mutlaka fiş alın. Bu konuda ailenizi de uyarın. "Devletimin görevlisinin olmadığı her yerde bir vatandaş olarak ben devletimin fahri - gönüllü görevlisiyim" deyin. Bu bilinçli, kararlı duruş ve beraberinde gelen sorumlu davranışlar kendinize olan güvenininizi artıracak, benlik algınızın kısa sürede olumlu yönde inşa olmasına anlamlı düzeyde katkı yapacaktır, göreceksiniz. Fiş alınmadığında, "Baba, yanlış yapıyorsun. Hem haksız bir kazanca alet oluyorsun, hem de benim ve benim gibi milyonlarca insanın geleceğini çalıyorsun. Buna hakkın yok" deyin. Böyle yaparak geleceğininizin takipçisi olun. İsitkbalinizi kimseye çaldırmayın. Aksi takdirde bir gün bir çoğumuz gibi "şu çok pahalı, maaşımız yetmiyor" ya da "gelir durumumuz niçin artmıyor" vs. demeye hakkınızın olmayacağını unutmayın.
"Olup Bitenlere Karşı Herzaman Duyarlı Olun!"
Her küçük yanlış ya da ihmal daha büyük yanlışlara ve yıkımlara götürebilir. Bu, elbisedeki küçücük bir yırtığın zamanla daha da büyümesine, derken dikiş tutmaz bir boyuta varmasına benzer. Duyarsızlık da işte böyle birşeydir.
Nasıl olursa olsun, duyarlı olmak yapınızın temel bir parçası olsun! Asla ve asla "bana ne" demeyin. "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" derseniz eğer bu yılanlar hızla çoğalır. Derken gelir içlerinden birisi de sizi sokar. Sizi sokmasa bile bir insanı...
Ne farkeder ki! O da kardeşiniz sayılmaz mı!
Hepimiz şu geniş insanlık ailesinin bir ferdi, üyesi değilmiyiz sonuçta!
Psk. İzzet Güllü