Mekkenin Fethi
her şey bir şiirle başladı.
peygamber huzurunda okunan bir şiirle…
kızgın kum fırtınalarından,
adem vadisinden kopup gelen bir şairle…
ardında kırk süvari,
ve alev alev yanan gözlerinde ihanet haberleri.
bu şair, huzaa kabilesinden amr bin salim di.
en üst perdeden okudu şiirini,
ve gözlerini kırpmadan dinledi nebi;
"kureyşîler sana verdikleri sözde durmadılar,
hudeybiye de seninle yaptıkları misakı bozdular.
bizi vetir de,
kendi yurdumuzda gafil avladılar.
benim kimseyi yardıma çağırmayacağımı,
çağıramayacağımı sandılar."
dedi ve durdu.
şair ağlıyordu.
peygambere çevrildi tüm gözler
ve o an tutuldu nefesler.
sahabenin başları yere değiyordu,
çünkü mübarek alınlarındaki damar belli oluyor,
peygamber celalleniyordu.
“ey nebi!
Allah’ın kullarını yardıma çağır,
içlerinde Allahın rasulü de olsun
yapılan zulme, öfkesinden renkten renge girsin,
ve büyük bir ordunun başına geçip,
denizler gibi köpürerek akıp gelsin.”
şiir bitmişti,
şair de bitmişti.
gözler hâlâ peygamberdeydi,
Allahın râsûlü, ridasını toplayıp ayağa kalktı!
ve sahabe ayağa kalktı.
şimdi konuşan peygamberdi;
“eğer kendime yardım ettiğim şeylerle
huzaalara yardım etmezsem,
ben de yardım görmeyeyim.
varlığım kudret elinde olan Allah’a andolsun ki,
kendimi ve ev halkımı koruduğum gibi,
bunları da koruyacağım.
şimdi haber salın yeryüzüne!
Allah’a ve ahiret gününe iman edenler medine’de toplansın.”
medine dağlarında savaşın ritmi,
sokaklarında peygamber sessizliği…
konuşmuyor nebi
hane-i saadet’te kılıçlar bileniyor
hane-i saadet’te zırhlar temizleniyor
ve şehirlerin anası gülüyor.
mekke-i mükerreme uzaktan gülüyor.
gül ey mekke! gün senin günündür
gün senin fetih günündür.
gül ki, bu dönüş sanadır.
baksana,
dün bağrından koparılan yiğitler dönüyor sana
erak topraklarını savuran rüzgar dönüyor önce
ardından büyük bir birlik;
başlarında halid bin velid!
arkadan ey mekke!
senin topraklarında yaşarken
rabbim Allah’tır dedi diye sövülen,
işkence gören,
her tarafı kıpkızıl kurban taşları gibi
kan içinde kalan muhacirler geliyor.
en önde zübeyr bin avvâm geliyor
hani sekiz yaşında müslüman olan
hani onbeş yaşında senden koparılan
amcası onu bir hasıra sarmıştı hani
ateş dumanına tutmuştu
küfre dönsün diye.
ama o dönmedi küfre
ve peygamber yıldızlarından biri olarak
en önde sana dönüyor ey mekke!
sonra bir bölük halinde beni gıfarlar geliyor!
bayrakları ebu zer gıfari’nin elinde…
şu müslüman oluşunu kâbede ilan edince
bayılana kadar dövülen ebu zer geliyor.
eslemler geliyor bölük halinde
müzeyneler bin kişilik alayla geçerken çölden
tekbir sesleri geliyor göklerden
ey mekke başka kimi bekliyorsun söyle!
hz.hamza’yı mı?
musab bin umeyr’i mi?
onlar,
şehitler ordusuyla tebessüm ediyorlar sana
ve baksana
gözleri ışıl ışıl
sana yaklaşan ve tozu dumana katan
bir alayı seyrediyorlar
kapkara bir taşlığı andıran bu alay da kim
bir hareketlilik semada…
bunlar ölüme susamış savaş erleri ensâr!
ve en ortada simsiyah sarığıyla yâr!
o an peygamberler ayakta,
melekler ayakta
şehitler ayakta…
ey mekke kalkabilirsen sen de kalk
çünkü gönüllere safâ geliyor
hazreti muhammed mustafa! geliyor
-----
sekiz yıl geçti aradan
sensiz tam sekiz yıl geçti…
gittiğin gece
uzaktan dönüp kâbe’ye bakınca;
“mekke!” demiştin,
“sen benim için bütün dünyadan daha değerlisin
ama senin insanların beni rahat bırakmıyor”
deyip gitmiştin.
yıldızlar da seninle birlikte gitmişti.
kapkaranlık geceler kalmıştı ardında.
mekke öksüz kalmıştı.
ve mekke çocukları…
çocuklar hep
sümeyye’nin toprağa düştüğü yerde oynadı,
habbâb bin eret’in ateşe atıldığı yerde oynadı
hane-i saadetin üzerinde
sevr mağarasından kalma güvercinler bekledi seni .
kâbe-i muazzama’da namaz kılışını özleyen hârem,
haticetül kübrâ’nın hatıraları,
o gül kokuna hasret kalan sokaklar bekledi seni.
şimdi kasva’dan inmez misin ya rasulallah!
inmez misin ki,
ayaklarından öpsün mekke toprakları
ve kaldırmaz mısın başını ki
nur çehreni seyretsin âlem
işte rasulullah’ın nur yüzü göründü.
işte rasulullah bakıyor.
başında yemen işi simsiyah bir sarık.
o alnındaki nura kurban olalım.
rasulullah kâbe’ye bakıyor.
ve işaret ediyor hz. bilâl’e…
bilâl, kabe-i muazzamâ’nın üzerinde…
şimdi bilâli dinlesin yer ve gök.
dursun ali erzincanlı