Evrendeki her şey gibi konuşulan diller de bir dinamizm içindedir ve bu doğal yasa gereği zaman içinde dillerin değişime uğramaları kaçınılmazdır. Meselâ bizim dilimiz Türkçe, elimize ulaşan yazıtlardaki hâlinden günümüze kadar, Türkçe konuşan insanların coğrafî dağılımları itibariyle de farklılıklar gösteren değişimlere uğramıştır. Hatta ülkemizdeki değişimler, Türk Dil Kurumu tarafından sık sık yapılan sözlük güncellemeleri ve yazım kuralları değişiklikleri ile, deyim yerinde ise gözle görünür şekilde izlenebilmektedir. Ne var ki, Türkçe gibi diğer dillerde de meydana gelen ve değişik faktörlerin etkisinde olan bu değişimler, her zaman faydalı yönde, yani “gelişme” niteliğinde olmamakta, zararlı yönde de sonuçlar doğurabilmektedir.
Kötü sonuç doğuran değişimlerin Müslümanlarca en önemli örneği, Arap dilindeki değişimlerdir. Çünkü bu değişimler, dikkate alınmadıkları takdirde, pek çok konuda Kur’an’ın yanlış anlaşılmasına yol açmaktadırlar. Şöyle ki; Kur’an’da geçen yüzlerce sözcük bugün, Kur’an’ın indiği dönemdeki anlamlarından farklı anlamlarda kullanılmakta ve Kur’an’ı, sözcüklerin bugünkü lügatlardaki anlamlarını dikkate alarak anlamaya çalışanlar, bu değişimler yüzünden büyük yanlışlara düşmektedirler.
Yaptığımız tespitler gayet açık ve net göstermektedir ki, Kur’an’ın doğru anlaşılmasının önündeki en büyük engel, Kadim Arapça’nın (Kur’an’ın indiği dönem Arap dilinin) bilinmemesi ve sözcüklerin sonradan kazandığı anlamlarına itibar edilmesidir.
Bize göre Kur’an’ı doğru anlamak için; sözcüklerin vazı’ anlamlarını (ilk anlamlarını), Kur’an’ın indiği dönemdeki anlamlarını ve o günden bugüne kadar olan değişimlerini iyi bilmek gerekmektedir. Fakat eldeki lügat ve deyimler sözlükleri, Kur’an’ın indiği döneme göre “geç dönem” derlemelerdir. Meselâ Ragıb (Ö: h. 503, m. 1109) el Müfredat ve İbn-i Menzur (ö: h. 711, m. 1311) Lisan ül Arab adlı eserlerinde, sözcüklerin kendi yaşadıkları dönemdeki anlamlarını ön plânda tutmuşlar, daha önceki dönemlerdeki anlamlarını ise “lütfen” vermişlerdir. Bu durumda, Kur’an’daki sözcüklerin anlamlarını bu eserlerde öne çıkarılan anlamlar olarak kabul etmek bile, sözcüklerin Kur’an’ın inişinden 5 ilâ 7 asır sonraki anlamlarını kabul etmek demektir. Oysa Kur’an’daki kavramlar, sözcüklerin Kur’an’ın inişinden 5 – 10 asır sonraki anlamları ile açıklanamazlar. Zira Kur’an, indiği çağın insanlarının kullandığı dil ve sözcüklerle inmiştir ve bu çerçevede anlaşılması gerekir.
İşte bu yazımızın konusu, anlamlarının yanlış bilinmesinden dolayı Kur’an’ın doğru anlaşılmasına engel durumdaki yüzlerce sözcükten birisi olan HİKMET sözcüğüdür.
Sözcüğün aslı “ حكمةhıkmet” olup, “ı” harfi ile yazılması gerekirken, ilk yanlış sözcüğün yazılışında yapılmış ve sözcük, “alay etme, kınama, başa kakma, zorbalık” demek olan ve “i” harfi ile yazılan “ هكمةhikmet” ile karıştırılmıştır. Bizim de yazımızda galat-ı meşhura uyarak “hikmet” şeklini kullanacağımız sözcük hakkındaki yanlışlıklar sadece yazılışta kalmamıştır. Sözcüğün anlamında yapılan yanlışlıklar, dine bir sürü saçmalıkların girmesine, ciddî hataların oluşmasına sebep olmuştur. Bu yanlış anlaşılmaların yol açtığı en vahim sonuç ise; yazımızın ilerleyen bölümlerinde görüleceği gibi, peygamberlere din üzerinde teşri (yasama, kanun koyma) yetkisi verilmek suretiyle işlenen şirktir.
İslâm Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi gibi çağdaş eserler ve Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk, Yusuf Kerimoğlu, gibi çağdaş yazarlar, “hikmet” sözcüğünün anlamı olarak sözcüğün kendi anlamına yönelmemişler, maalesef geçmiş zamanlarda birileri tarafından yazılmış kanaatleri “hikmet” diye ortaya koymuşlardır.
Zaman içerisinde, gerçek anlamıyla hiç alâkası olmayan bir çok anlam verilen “hikmet” sözcüğü için, sözlüklerde çokça gösterilen karşılıklar şunlardır:
“Adalet, ilim, hilm, nübüvvet, Kur’an, İncil, Allah’a itaat, dinde ince kavrayış, gereği ile amel, haşyet, anlayış, vera, ilim ve amelde isabet, akıl, sebep, illet, doğru söz, kâmil akıl, yüce bilgi, gizli sır, ne olduğu anlaşılmayan sebep, hakikat ve ancak Allah’ın bilebileceği şey”
“Hikmet” sözcüğü, İslâm düşünürleri tarafından “felsefe” sözcüğünün karşılığı olarak da kullanılmıştır: “… İslâm kaynaklarına göre felsefenin tanımı, hikmetin tanımından çok farklı değildir. … İslâm dünyasında “hakim” nitelemesine en çok değer görülenler bilgiye ve gerçeğe, düşünme yoluyla ulaşmaya çalışan felsefeciler ile benliğin arındırılması yoluyla ulaşmaya çalışan mutasavvıflardır…” (Ana Britannica, cilt: 15 s: 273, “hikmet” maddesi).
“Hikmet” sözcüğüne, bu felsefeciler, tasavvufçular ve tefsirciler marifetiyle verilen anlamlar ise 50’den fazladır:
1- Sözde ve yapılan işte isabet, ilim ve fıkıh.
2- İlim ve amel.
3- Eşyanın manalarını bilmek ve anlamak.
4- Allah’ın işini ve emrini akletmektir.
5- Anlamak.