Ayrıntılı Konu Bilgileri
Sayfa BaşlığıKonu: kul olabilmek...
Mesaj SayısıMesaj Sayısı: 2 cevap var
OkumaGösterim: 1403
Google Özel Arama

Gönderen Konu: kul olabilmek...  (Okunma sayısı 1403 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

    meftun

  • Sevilen Üye
  • **

  • İleti: 32
  • Nerden: sessizliğin bittiği yerden....
  • Rep: +1/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • ...güle sevdalı bir gül....
    • MSN Messenger - b-gir35@hotmail.com
    • Profili Görüntüle E-Posta
  • Çevrimdışı
kul olabilmek...
« : 26 Nisan 2007, 16:47:09 »


 

Efendimiz (s.a.v) buyuruyorlar ki:

"Ben, Allah’a hakkıyla şükreden bir KUL olmayı arzu etmez miyim?"1



Müslümanın asıl görevi kulluktur

Mü’minin en önemli ve yegâne görevi Allah’a kulluktur. İnsanlar ve cinler Allah’a kulluk etmek için yaratılmışlardır. Kulluk sadece ibadet şekilleriyle sınırlı değildir. İman, ihlas, ibadet, takva, ilim, ahlak, cihad konularında ve hayatın her alanında Allah’ın istediği, emrettiği, izin verdiği ve razı olduğu şekilde İslâmî bir hayat yaşamak kulluğun gereğidir.

"Onlara ancak dinde ihlaslı bir şekilde tevhid ehli olarak Allah’a kulluk etmekle emrolunmuştu."2

Kulluk, Allah’a ve temel iman esaslarına sarsılmaz bir imanla iman etmek, O’nun hükümlerine en güzel şekilde uymak, O’nun kaza ve kaderine tam anlamıyla teslimiyettir. Kulluk Allah’ın dinine sonsuz bir bağlılıkla bağlanmak, sadece O’na güvenmek, O’nun emirlerine sonsuz bir sevgi ve saygıyla boyun eğmek, hiç bir karşılık beklemeksizin O’na itaat etmektir.

Kulluk itiraz ve kuşku kabul etmez. Kulluk, kesin ilahî emirlerde tartışma kabul etmez. Kullukta şikâyet ve sızlanma yoktur. Kullukta şükürsüzlük ve nankörlük yoktur. Kullukta gurur ve benlik yoktur.

Kulluk şuurunu taşıyan mü’min, Allah ve Rasûlünün emirlerine sonsuz bir bağlılıkla itaat eder. Kul olduğunu düşünen kişi mütevazî, ihlaslı fedakâr ve samimî bir müslüman olur. Kul olduğunun farkında olan mü’min gururlu, kibirli, bencil ve kıskanç olamaz. Neden ve nasıl yaratıldığını düşünür. Cenab-ı Hakkın azameti yanında kendisinin basitliğini ve hiçliğini düşünür, haddini bilir.



Allah’ın en değerli kulu Peygamberimiz’dir:

En ideal, en güzel ve en üstün kulluk tarzını bize gösteren, öğreten Efendimiz (s.a.v)’dir. Allah’ın son elçisi ve Peygamberi olma yanında O’nun en sevgili, en değerli kulu olma şerefine erişen Peygamberimiz (s.a.v), her konuda bizim için rehber olduğu gibi kulluk (ubûdiyet) noktasında da bizim için rehberdir.

Efendimiz (s.a.v)’in gece sabahlara kadar ayakları şişecek kadar namaz kıldığını gören Hz. Aişe validemiz O’na acımış,

-Ya Rasûlallah!.. Senin geçmiş ve gelecek bütün günahların affolunduğu halde ne diye böyle yapıyorsun? demişti. Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü:

-"Ben, Allah’a hakkıyla şükreden bir KUL olmayı arzu etmez miyim?" diye cevap vermişti. Efendimiz (s.a.v)’in tek arzusu Allah’a gerçekten şükreden bir "kul" olabilmek, Rabbinin huzuruna görevini en güzel şekilde yerine getirmiş olarak varabilmekti.

Kuran-ı Kerim, O’nun eşsiz ve müstesna "kulluğunu" çeşitli vesilelerle tescil etmektedir. İsra, Kehf ve Furkan Sûreleri O’nun "kulluk" özelliğine vurgu ifadesiyle başlamaktadır. "Kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir."3

Rabbimiz, Sevgili Peygamberine Kitabında hiçbir zaman ismiyle hitap edilmemiş, daima "Ey Nebi!.."4 "Ey Rasûl!.."5 şeklinde şeref rütbesiyle hitap etmiştir. Bu çeşit hitaplar, Efendimiz (s.a.v)’e gösterilen ilahî lütufa ve O’nun şerefli makamına işaret niteliğindedir.

Mü’min, Eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasûlüh (Muhammed Mustafa’nın Allah’ın kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet ediyorum) ifadesiyle O’nun gerçek anlamda Allahın kulu ve elçisi olduğuna tanıklık etmektedir. Mü’min bu şehadetle Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’ın Resûl olması yanında, aynı zamanda beşer olduğunu ve Allah’a son derece itaatkâr bir kul olduğunu ikrar etmektedir. O, sadece bir elçi değil, aynı zamanda getirdiği ilahî mesajın gereklerini hayatında uygulayan Rabbine son derece itaatkâr bir kul idi. Risalet özelliği gibi, Ubudiyet özelliği de O’nun şanlı vasıflarından biri idi.



İslâm, kullara kulluğu kabul etmez

Gerçek anlamda hürriyeti savunan İslâm, kullara kulluğu reddetmiş, Allah’a kulluğa davet etmiştir. Kullara kulluk basitliktir, şahsiyetsizliktir, insan fıtratına aykırıdır. Putlara ibadeti reddeden İslâm; insanın, kurumların ve ideolojilerin putlaştırılmasını da reddetmiş, insanın insana tapmasını, insanın insan önünde eğilmesini, insanın insana secde etmesini şiddetle reddetmiştir.

Gerçek hürriyete talip olan kişi, Allah’a kul olmalıdır. Aksi takdirde hiç farkında olmadan ya nefsî arzularının, ya şeytanın, ya diğer insanların, ya kurumların ya da ideolojilerin kulu, kölesi olacaktır.

Mü’min maddenin, çıkarın ve menfaatin kulu, kölesi olamaz. "Dinar ve dirhemin (altın ve gümüşün) kölesi olan kişi, helâk olmuştur."6 Bugünkü ifadeyle; dolar ve markın kölesi olan kişi, helâk olmaya mahkûmdur. Maddeyi araç yerine amaç olarak kabul edenler, dünyada da ahirette de huzura kavuşamayacaklardır.

Mü’min; kendisine iş, imkân ve fırsat veren insanların da kul olduklarını, onların sadece vesile olduklarını, asıl nimet verenin Allah olduğunu düşünecek; rızık kazanmaya vesile oldukları için insanlara teşekkür ederken, asıl rızık verici olan Allah’a şükretmeyi unutmayacaktır. Mü’min sadece ve sadece Allah'a kulluk edecek, sadece ve sadece Ondan yardım dileyecektir.

Ne dersiniz? Acaba neden her gün namazlarımızın her rekatında şu âyeti okumamız emrediliyor? "Biz ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz."7

"Yalnız ve yalnız Allah’a kul olma" şuuru inancımızın en önemli esasıdır. Tevhidin temeli budur. Bu şuur olmadıkça gerçek mü’min olmak mümkün değildir. Allah Rasûlünün eğitiminden geçen ilk hayırlı nesil -Ashab-ı Kiram- bu inançla yaşamış, bu inancı bir bayrak gibi elden ele, dilden dile, nesilden nesile ulaştırmışlardır.

Hz. Ömer (r.a)’in hilafeti döneminde Suriye İslâm orduları başkomutanı Sa’d b. Ebî Vakkas (r.a), bazı konularda İslâm ordusundan bilgi almak isteyen İran orduları başkomutanı Rüstem’e elçi olarak Rib’î b. Mirr’i elçi olarak göndermişti. Rüstem, Rib’î b. Mir’e:

-Sizi buraya getiren sebep nedir?.. Buralara kadar niçin geldiniz?. diye sormuş, bunun üzerine Rib’î b. mir şu tarihî cevabı vermişti.

-Bizi Allah gönderdi... Allah’ın izniyle insanları kula kulluktan kurtarıp Allah’a kulluğa davet etmek için..., Dünyanın darlığından kurtarıp dünya ve ahiretin genişliğine eriştirmek için... Rahiplerin zulmünden kurtarıp İslâm’ın adaletine kavuşturmak için...

İşte meselenin özü budur. Ne kula kulluk, ne maddeye kulluk, ne de din adamlarına kulluk!.. Din adamı da Allah’ın kuludur. İslâm, kullara kulluğu reddettiği gibi; maddeye kulluğu da, din adamlarına kulluğu da reddetmiştir.

Müslüman, Allah’ın kesin ve açık emirlerini tartışmaya açmaz. Allah’ın emirlerine O’nun emrettiği şekilde iman eder. Bu emirleri tartışmasız kabul ve itaat eder. Elinden geldiği kadar uygulamaya gayret eder. Mü’min, hakkında nass (kesin ilahî ve nebevî hüküm) bulunan bir konuda fikir yürütmeye, hakkında kesin emir ve nehiy bulunan bir hususta ictihadda bulunmaya izin verilmediğini bilir.

Düşünce hürriyetine son derece önem veren İslâm, dinin temel kurallarını bunun dışında tutmuştur. Mecelle’de yer alan "Mevrid-i nassda ictihada mesağ yoktur", (Hakkında kesin ilahî ve nebevî hüküm bulunan bir konuda ictihad etmeye izin yoktur) şeklinde ifade edilen İslâm Hukuku kuralı, Kur’an-ı Kerim ayetlerinin ve sahih sünnetin "kesin olarak bağlayıcı" olduğunu belirtmektedir.

"Kul" olduğunun, Allah’ın kulu olduğunun bilincinde olan, Allah’ın sevgili kulu olma arzusunu taşıyan mü’min, ilâhî emirlere sonsuz bir sevgi ve saygıyla bağlıdır. Mü’min, bu ilahî emirleri sadece teorik planda tartışmak yerine, bunları pratik hayatta uygulamakla görevli olduğu inancını taşır.

Günümüz şuursuz insanı, madde, mevki, makam ve çıkar sebebiyle kendisinden farklı olmayan insanların huzurunda iki büklüm olurken; Allah’ın huzurunda secdeye varmayı kendisi için düşüklük ve basitlik kabul etmektedir. "Bu malı ben kazandım, istediğim yerde harcarım", diyen gururlu kişi kulluğunu unutan, Rabbinin nimetine şükretmekle görevli olduğundan gafil olan kişidir. Komünist sistemde birey, devletin kuludur, kapitalist sistemde ise nefsî arzularının kuludur.



Din adamlarının -daha doğru ifade ile irşad erbabının- konumu

Bu din, Allah’ın dinidir. Hüküm koyan sadece Allah’tır. İslâm Toplumunda Kur’anı ve Kur’an ilimlerini öğreten alimler, eğitimciler, davet ve irşad erbabı elbette müstesna bir yere sahiptirler. Ancak İslâm Nizamı’nda bugünkü hristiyanlıkta ve yahudilikte olduğu gibi, insanları sömüren, insanların sırtından geçinen, Allah’ın âyetlerini basit dünya çıkarları karşılığında satan ruhban grubu yoktur.

İslâm’da kendini tamamen ibadete veren, dünyayı tamamen dışlayan, evliliği reddeden ruhbanlık anlayışı da yoktur. Bu çeşit anlayış, İslâm’ın özüne ve ruhuna aykırıdır. Bu çürük zihniyet, "Ben ruhbanlıkla emrolunmadım"8, buyuran Rasûl-i Ekrem (s.a.v)’in eşsiz sünnetine ve muhteşem hayatına da aykırıdır.

İslâm, din adamlığı, din görevliliği diye bir müessese kabul etmemektedir. İslâm’da her müslüman dininin görevlisidir. Alimler, mürşidler, muallimler ve davetçiler sadece Hakkı tavsiye etmekle ve Hak Yola davet etmekle yükümlü kişilerdir. Ancak onların manevî dereceleri yüksek olduğu gibi; Allah’ın huzurundaki manevî sorumlulukları daha büyüktür. Herkes Allah nezdinde ilmi, malı, gücü, imkânı, görev ve yetkisi oranında sorumludur. Dolayısıyla ilim erbabının manevî sorumluluğu çok daha fazladır.

İslam Akidesi’ne göre helâl ve haramı belirleme yetkisi yalnız ve yalnız Cenab-ı Hakka aittir. Cenab-ı Hak tarafından bazı konularda Peygamberimiz (s.a.v)’e bu izin verilmiştir. Bunun dışında hiçbir alime, hiçbir yöneticiye, hiçbir beşerî merciye helâl ve haramı belirleme yetkisi verilmemiştir. Böyle bir yetki olmadan helâl ve haramı belirlemeye kalkışanlar, kendilerini Rab yerine koymaktadırlar.

Helâl ve haramı belirleme konusunda Allah’ın emirleri yerine insanların görüşlerine itaat edenler, onlara "kul" olmayı kabullenmiş, onları kendilerine -hâşâ- Rab edinmiş olmaktadırlar. Böyleleri tevbe etmedikleri takdirde kabirdeki "Men Rabbüke?" (Rabbin Kim?) sorusuna nasıl cevap vereceklerdir?!..

Bu noktayı gayet açık bir şekilde vurgulayan şu ayet-i kerime ve hadis-i şerifi arz etmemiz yerinde olacaktır:

Adiyy b. Hatim et-Taî (r.a) anlatıyor: İslâm’la şereflenmeden önce Peygamberimiz (s.a.v)’in huzuruna vardığımda boynumda altından yapılmış bir haç vardı. Efendimiz (s.a.v) bana:

-"Ey Adiyy!.. Bu putu at", dedi. Ben de boynumdaki haçı çıkarıp attım. Rasûlullah (s.a.v) hristiyanların kendi dinlerini nasıl değiştirip tahrif ettiklerini anlattı. Yahudiler ve hristiyanlarla ilgili bazı ayetleri okudu.

Peygamberimiz (s.a.v) bu arada "Onlar Allah’ı bırakıp din alimlerini, rahipleri ve Meryem oğlu Mesih’i (İsa’yı) kendilerine Rab edindiler. Halbuki onlara tek ilâha kulluk etmeleri emrolunmuştu."9 meâlindeki ayeti okudu. Ben:

-Hayır.. Biz din alimlerini ve rahiplerine kullukta bulunmadık, dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v):

-"Hristiyan din alimleri Allah’ın helâl kıldığını haram kabul ediyorlar. Siz de (onlara uyup) helâli haram kabul etmiyor musunuz? Onlar Allah’ın haram kıldığını helal sayıyorlar. Siz de (onlara uyup) haramı helâl saymıyor musunuz?. dedi. Ben de:

-Evet, dedim. Rasûlullah (s.a.v):

-Bu, onlara kulluk etmek demektir."10 ,(Fe-tilke ıbadetühüm) buyurdu.

Bu hadis-i şerife göre; Allah’ın helâl kıldığını haram, haram kıldığını helâl sayan kişilere uymanın anlamı, bu kimseleri -hâşâ- Rab olarak kabul etmek, onlara kul olmak demektir. Müslüman ise yalnız ve yalnız Allah’ın kulu olabilir. Haram ve helâli belirleme yetkisi sadece ve sadece Cenab-ı Hakka aittir. Bu yetkiyi kullanmaya kalkışanlara uymak, bu kimselere kul olmak demektir. "Ben emir kuluyum" deyip kendilerini aldatanlar olabilir. Müslüman kesinlikle emir kulu olamaz. Müslüman sadece ve sadece Allah’ın kuludur. Yaygın olarak kullanılan "emir kulu" ifadesi, İslâmî anlayışa taban tabana zıt bir ifadedir.



Ben "Kul" olduğumun ne derece farkındayım?

Bu soruyu her birimiz kendi nefsimize yöneltelim. Gerçek anlamıyla "Kul", Allah’ın emirlerine tam olarak, itirazsız, gözü kapalı itaat eden kişi olduğuna göre; acaba Allah’ın emirlerini kabul edip itaat etme noktasında, Allah’ın takdirine teslimiyet ve bağlılık konusunda ne kadar samimîyiz? Tam teslimiyetimiz var mı?

Bize İslâmî bir hakikat tebliğ edildiğinde itiraz etmeden derhal kabul edebiliyor muyuz? Bize İslâmî bir görev hatırlatıldığında "kul" olduğumuzu düşünerek derhal uygulamaya koşabiliyor muyuz? Cihad âşıkları Sahabeye benzeyebiliyor muyuz?

Örtü ile ilgili Kur’an âyetlerinde fetva, cevaz ve izin aramadan; olduğu gibi teslim olabiliyor muyuz? Faizle ilgili Kur’anın açık hükümlerine yamultmadan, kıvırtmadan aynen uyabiliyor muyuz? İlahî bir takdirle, kaza ve kaderle, bir felâket ve musibetle karşılaştığımızda Rabbimizin bizim için takdir ettiği bu imtihana sabır, rıza ve teslimiyetle karşılık verebiliyor muyuz? Rızık hususunda kanaatkâr mıyız?

İbadette, zikirden ve duadan zevk ve lezzet alabiliyor muyuz? Takva ve ihlas noktasında ne durumdayız? İlahî emirleri kardeşlerimize hatırlatmakla görevli bir davet ve irşad elemanı olduğumuzun bilincini taşıyor muyuz?

Allah’ın kullarına davranırken benlik, gurur ve kibirle mi, yoksa mütevazi ve müsamahakâr bir eda ile mi davranıyoruz? Zaman zaman yoksulları ziyaret eden, onlarla beraber oturan, onlarla beraber yemek yiyen, tevazu ve vakar nümûnesi Efendimiz (s.a.v) ne derece bizim örneğimizdir?

İman ve ihlasta, ibadet ve takvada, cihad ve mücadelede, davet ve tebliğde, sevgi ve saygıda, kardeşlik ve yardımlaşmada, cömertlik ve misafirperverlikte, hizmet ve fedakârlıkta, dostluk ve vefakârlıkta; bütün imanî ve ahlâkî güzelliklerde zirve şahsiyet, Allah’ın Sevgili Kulu ve Son Rasûlü ne kadar bizim rehberimizdir?



....Gerçek anlamda "Kul" olabilmek için..

-Gerçek anlamda "Kul" olabilmek için, Allah’ın en sevgili kulu olan Efendimiz’i örnek almalı, O’nun ahlâkıyla ahlâklanmalıyız. O’nun tertemiz Sünnet-i Seniyye’sini baş tacı ederek ilim, irfan ve irşad erbabı olmalıyız.

-"Allah’ın Sevgili Kulu" olabilmemiz için Furkan Sûresi’nin son âyetlerinde özellikleri birer birer belirtilen Rahman’ın Has Kulları (İbadur-Rahman)’ın seçkin özelliklerini ve üstün güzelliklerini kazanmaya çalışmalıyız.

-En hayırlı nesil, en ideal toplum modeli olan Sahabe’nin hayatını iyi incelemeli ve onların rehberliğinde yeni yepyeni bir hayat inşa etmeliyiz.

-Tarih boyunca yaşamış Takva Medeniyeti’nin kurucusu İslâm büyüklerinin, salih kulların, gönül adamlarının hayatlarını incelemeli ve onların yolunu izlemeliyiz.

-İman, ibadet, ihlas, takva, cihad, ahlak ve muamele yönünden kendimizi daima muhasebe etmeliyiz. Kulluğun gereklerini yerine getirme azim ve kararlılığını sürdürmeli, Allah’ın kulu olduğunu unutanlara bakıp ders ve ibret almalıyız.

Yazar: Dr. H. İbrahim KUTLAY
"VARSIN ELLER GÖNÜL YARASI KAPANIR SANSIN.
KABUĞUN ALTINDA SEVGİLİ SEN KANAYANSIN"
Resimlerin Görüntülenmesine İzin Verilmiyor. Üye Ol ya da Giriş Yap

    gunahkar

  • Yeni Üye
  • *
  • Avatar Yok

  • İleti: 6
  • Nerden: ŞANLIURFA
  • Rep: +0/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Profili Görüntüle
  • Çevrimdışı
Ynt: kul olabilmek...
« Yanıtla #1 : 16 Mayıs 2007, 20:35:33 »
PAYLAŞIMIN İÇİN RABBİM RAZI OLSUN.

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Ynt: kul olabilmek...
« Yanıtla #2 : 16 Mayıs 2007, 20:51:14 »
allah razı olsun arkadaşım   devamını bekleriz
Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim


Paylaş delicious Paylaş digg Paylaş facebook Paylaş furl Paylaş linkedin Paylaş myspace Paylaş reddit Paylaş stumble Paylaş technorati Paylaş twitter
 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son İleti
0 Yanıt
885 Gösterim
Son İleti 11 Temmuz 2009, 23:07:41
Gönderen: nevres
0 Yanıt
1771 Gösterim
Son İleti 13 Haziran 2012, 15:52:56
Gönderen: simal04
0 Yanıt
92 Gösterim
Son İleti 23 Ekim 2023, 23:03:41
Gönderen: Sendebiliyorsun