Gece aydınlanıyor. Ay inatla geceye tutulmuş , sanki hiç gün doğmayacak. Odamın camından Ay'la göz göze geliyorum. Ay'ın gözleri yokmuş. Sanırım birileriyle göz göze gelmeyi özlemiş olmalıyım ve Ay'ın gözleri varmış diye bir masal uyduruyorum kendime.
Ay geceye aşık gibi duruyor, göğün karanlığında ışıl ışıl salınırken. Ben seviniyorum gece çözülüyor, göğün kollarından diye, Ay'sa mutsuz. Ben gibi mutsuz, ayrılırkenki halim geliyor aklıma çok uzağımda değil o halim. Aynanın hemen karşısında hiç bu halim değişmedi aslında ben hep aynı hallerdeyim. Bundan sonraki hangi halim acaba. Aşkın hangi halini yaşayacağım. Yarın akşam Ay hangi haliyle salınacak gökyüzünde kim bilir.
Sabah olsa…
Bitse gece…
Bu azılı diş ağrısı gibi geçen gece sona erse…
Gün aydınlansa…
Gecenin o dayanılmaz sessizliği bitse…
Şu sesi kısılası sesler sona erse, bir gecenin kendi sesi var, gecenin kendi çığlıkları.
Gece çığlık çığlığa…
Geceyi aydınlatan yıldırımların gölgesi kitap raflarıma vuruyor, kitap raflarımın arasına sıkışmış eski anılar gözüme çarpıyor. Bunca şey bana mı ait dercesine bakıyorum kitap raflarının arasına sıkışıp kalan anılara, kalbimi sıkıştıran anılara…
-Bunca şeyi ben mi yaşadım?
-Bunca anı bana mı ait?
-Başka birinin olamaz mı?
-O anılar başkasının kalbini sıkıştırmış olamaz mı?
Uzansam şöyle mis kokulu yatağıma, huzurlu huzurlu uyusam. Gecenin huzurunu kaçırmasam, gözüm kaymasa kitap raflarına, kalbim kendini ele vermese, aklım usul usul dursa tepemde beni bu huzursuzluğa mahkum etmese. Hadi gece çekilse de uyusam. Uyku göz kapaklarımdan içeri süzülse, gözlerim yenik düşse az önce göz kapaklarımdan süzülen uykuya. Sabah olmasına daha çok var. Duvarda asılı duran saat ilerledikçe duvarın içinde gömülü olan anılarımda, aklıma kazırken duvara kazıdıklarımda saatle yarışıyor sanki. Gözümün içine baka baka anılarım dans ediyor, karşı duvarda. Hayır bu defa aklımı kaçırıyorum. Yoo hayır aklım çoktan kaçıp gitti geriyede bunlar kaldı.
Gece, beni tek ayak üstünde cezaya bıraktı, hangi günün bedeli bu…
Yağmur başladı, az sonra şimşekler çıkacak ve bir yerlere yıldırımlar düşecek. Kim bilir hangi kalbi delip geçecek, o düşecek olan yıldırım.
İşte bir tanesi camımın dibine düşte bile. Göğü de uyku tutmadı belliki bu gece.
-Ey gökyüzü senin derdin ne?
-Kim seni bu kadar kızdırdı?
-Kime bunca öfke?
Beni bu kadar ağrıtan, sancıtan hangisi ayırt edemiyorum. Hangi bitiremediğim tarih, hangi ileriye alamadığım saat. Hangi zamansız ölüm, hangi zamansız ayrılıktan çıkıp geliyorlar kim bilir. Aklımdakiler tepiniyor, kaçacak delik arıyorlar kendilerine, kulaklarıma vuruyorlar. Oradan kalbime inip sırtıma. Bu gece aklımdakilerden birini seçmeyeceğim, hepsine ağlayıp hepsini kalbime indirip, sırtımdan çıkıp gitmelerini bekleyeceğim, Canım acıyacak, kalbim ağrıyacak, sırtım sızlayacak olsa da hepsini aynı anda söküp atacağım ruhumdan. Ruhum sökülecek, bu gece söküp söküp ruhumdaki ilmekleri tekrar dikeceğim.
Gözlerim yaşarıyor, ellerim eskisi kadar güçlü değil. Kalbim eskisi kadar genç değil. Avucumun içinde sıkıca tutacağım hiç bir şey yok ,her şey kayıp gidiyor yaşlanmış ellerimin arasından. Günaha boyanmışım ve bir daha da hiç aklanmayacakmışım gibi bir his var içimde. Tanrı beni cezalandırıyor olmalı, öyle ya bunca anı cezadan başka ne olabilirki. Herhangi bir yere kafamı kaldırıp, çünkü Tanrı herhangi bir yerdedir, nereye bakarsan ordadır, kafamı kaldırıp Allaha ya sesleniyorum.
-Ne yapmış olabilirimki ben sana. Daha küçücük bir çocuğum ben.
Tanrı susuyor. Yine yıldırımlar düşüyor bir yerlere. Gök kızıla boyanıyor. Tanrı birilerine fena halde kızmış olmalı. Onlardan biri ben olabilir miyim. Ben Tanrı'yı kızdıracak hiç bir şey yapmadım ama diye geçiriyorum içimden. Tanrı göklerini bize açtığından beri göğü hiç bu kadar kızıl görmemiştim. Herkes uyuyor, bir benle Tanrı ayakta. Sanki küçük bir yüzleşme bu Tanrı'yla aramızda. Bunca şeyi ben seçmiş olamam, bunlar benim seçimim değil. Neyin bedeli bunca şey onu da bilmiyorum. Sanırım vaktiyle Tanrı'yı çok kızdırmış olmalıyım.
Günü müjdeleyen sabah ezanı yükselse şimdi minarelerden.
Kendimden çok uzakta bir yerlere gidip orda yeni ben doğursam. Bana yakıştırdığın o hüznü ruhumun içine ip gibi akan gözyaşımla temize çeksem. Senden öğrendiklerimi bana doğru çıkmakta olan yokuştan aşağı yuvarlasam. Kalbimin ipini çekip yeni bir ben doğursam, doğurgansızlığıma inat. Artık kimseye yalan söylemesem seni inkar ederken.
Kalbimin içinde sen varsın, yanan benim. O yangın nerde yanmakta da kalbimin içindeki sen yanıp kül olmuyorsun.
Bu filmi daha öncede izlemiştim ben. Hep aynı hikaye. Adam kadına aşık olur. Bir gün aşık olduğu kadın gidiverir. Yalnızlığını komşu beller adam kendine. Sonra beklemeye koyulur, gelmeyeceğini bile bile adam bir umutla bekler, kapı aralığında, cam kenarında. Ne zaman açsa radyoyu fal bakar şarkılardan. Ağlar ağlar ağladıkça yağmur yağar, yağmur yağdıkça adam ağlar. Şehrin caddeleri yıkanır, adam sırılsıklam, yalnızlığı ıpıslak. Diline bulaşan tuzlu suyun tadı arttıkça şehrin göğünde yıldırımlar çakar. Gök gürültüsü olur, yalnızlığını parçalayarak içinden yükselen sesler. Bir şarkı tutturur adam dilinden hiç düşmeyen.
Hangimiz akıl almaz bir sevdayla örselendik
Ve hangimiz ipe sapa gelmez cümleleri yalanladık
Hangimiz aşkı geceye sattık
Hangimiz haklı, kim suçlu
Hangimiz yalnız yalın yalnızlığında
Ve hangimiz kırık dökük
Hangimize yazık,
Kim nöbetlerde gecenin içinde
Hangimize ait o gavur yalnızlık
Hangimizin dilinde tadı bozuk cümleler
Kim vazgeçmiş geçmişten
Ve kim gelecek gelecekten, söylesene kim vazgeçmiş.