1977 yılının 28 Aralığında, Muğla’nın Milas ilçesinde ailesinin halen oturduğu evin oturma odasında dünyaya geldi. Babasının deyimiyle “kara kuru, çirkin” bir bebekti. Bunun nedeni doğumda göbek kordonunun boynuna dolanmasıydı. Nitekim büyüdükçe, babasına göre babasına, annesine göre ise annesine benzemeye başladı.
Ondan 4 yıl önce doğan ablası Beste’nin kardeş istemesi Keremcem’in dünyaya gelmesinin sebeplerinden biriydi. Kendi deyimiyle “Erol Evgin gözlü” bir kardeş istemişti. O kadar olmasa da küçük gözlü bir kardeşi oldu.
Kocasına sonsuz bir aşkla bağlı olan annesinin, oğluna onun ismi olan “Cem” adını vermek istemesi, babasının ise “Kerem” adında ısrar etmesi “Keremcem” ismini oluşturdu. İsminin tam söylenmesi konusunda takıntılı olan annesi, Keremcem’in adını eksik söyleyen arkadaşlarını epey uğraştırdı.
Müzikal altyapısını avukat babasının klasik müzikten, Türk Sanat müziği ve Türk Halk müziğine uzanan zengin plak arşivi oluşturdu. Birgün deniz kıyısında ayak parmaklarıyla oynayan oğlunu görüp, piyano çalmak istediğine yoran öğretmen annesi Keremcem’i 6 yaşında piyano derslerine başlattı. Fakat ders saatinin Şirinler çizgi filmiyle çakışması bu sevdanın kısa sürmesi için yeterli bir sebepti.
İlkokul yılları en iyi arkadaşı kuzeniyle, anneannesinin evindeki masayı uzay gemisi olarak kullanarak geçti. İzmir Özel Fatih Koleji’ndeki ortaokul tahsilinden sonra, gitarla da tanışacağı Muğla Turgut Reis Lisesi yılları başladı. Hard Rock dinleyip kafa salladıkları, ucuz şarap içip sabahladıkları okul bahçesi müzikal değişimini sağladı. Müzik dinlemenin ötesinde, müzik yapmaya başlaması da kuzeni Görkem’le birlikte oldu. Ergen yaz tatillerini geçirdikleri küçük balıkçı köyü Güllük’teki barlarda, bırakın parayı, izin alarak çalıp söylemeye başladılar.
Kendisinin söylediğine göre ilk şarkı söylemeye başladığında insanların yorumunu beğenmesine çok şaşırmış, ama zamanla alışmış ve takdir edildiği bu işi yapabildiği kadar devam ettirmeye karar vermiş. Tabii ki bunun üstüne gitmesinde karşı cinsin ilgisini kendisi de inkar etmiyor. Sahilde gitar çalıp şarkı söyleyen birinin kızlar üzerindeki etkisi tecrübeyle sabittir diyor.
Lise son sınıfta yeni öğrendiği bilardo nedeniyle üniversite sınavını kazanamayınca, dershane için gittiği Ankara dönemi başladı. Şarkı yapabildiğini anladığı dönem Ankara’da geçirdiği 1995 senesidir. İçindeki bir dürtü müydü, yoksa tetikleyen bir “ilham”mıydı bunu kendisininde bilmediğini söylüyor ama hepsi sırasıyla oldu; önce evde bulduğu bir F.H. Dağlarca kitabındaki sevdiği şiirleri besteledi. İlk kendi deyimiyle “tam” şarkısı olan “Elimde değil”i İzmir’de 96’da yaptığında aslında mutluluktan havalara uçmamıştı. Çünkü bunun “nizamı” bir şarkı olup olmadığına karar verememişti. Ta ki besteci arkadaşı Engin (Bozkurt) şarkıyı ilk dinlemesinin üstüne beş defa arka arkaya söyletinceye dek.
1996’da Ege Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler bölümünü kazandığında hayatının müzik dışında yeni bir sayfa açılacağını düşünüp korktu ama mezun olduğunda üniversite yıllarının onu müzikten uzaklaştırmak yerine, daha çok müziğin içine çektiğini farketti. Gerek okul kermesleri, gerekse çıktığı gece mekanları, şarkı söyleyen birinin besini olan alkışları fazlasıyla vermişti.
Şarkı yapmada en verimli senesi 200 senesiydi. Şarkı üretmenin kendine göre yolunu bulmuştu: “kendi içine bakmayı” öğrendi. Bu geçiş dönemi ilişkilerini ve ayrılıklarını biraz abartılı yaşamasına neden olduysa da bu duyguları “ilham” olarak kullanmayı becerdi. İlk başlarda, hislerini bilerek ayakta tutarak, bestelerinde kullanmakla kalbine ihanet ettiğini düşünüyordu ama kendi deyimiyle “daha yaşamadığı olay, hissetmediği duyguyu şarkıya aktaracak kadar profesyonel olamamıştı”.
Yıllarca birlikte müzik yaptığı arkadaşı Yunus (Adak) Keremcem’in İstanbul’a yerleşme arefesinde (2001) yeni yaptığı “Eylül” isimli şarkıyı dinlettiğinde İstanbul macerasına daha bir anlam katmıştı.
Müzik için İstanbul’a yerleşme fikrini açtığında, hayatının her döneminde, konu ne olursa olsun sonsuz destek veren ailesi onu yine şaşırtmadı ve maddi, manevi tüm desteklerini bu amaca seferber etti. Keremcem onlara gönül borcunu şöyle anlatıyor : “Yaptığım herşeyi kendi başarım kadar ailemin desteğini hak etmek içinde yapıyorum, hedefim müzikal başarımın yanında bunun onlara vereceği mutluluktur.”
Yonca Evcimik’le tanışması ise İstanbul’a gelişini kesinleştiren etken oldu. Kendi deyimiyle Yonca ona ve şarkılarına inanan ilk profesyoneldi.
Müzik piyasasına girdiğinde birkaç sonuca ulaşmayan yapım denemesinden sonra ki bunlar 3 senesine mal oldu, vazgeçmeyi hiç düşünmedi ama tam şevkini kaybetmek üzereyken yolu Aykut Gürel’le kesişti. Onun gibi iyi bir müzisyenin aranjörü ve aynı zamanda yapımcısı olması fikri o kadar çekiciydi ve gerek şarkı seçimi ve düzenleme tarzı, gerekse Aykut-Seden Gürel çiftinin arkadaşça misafirperverlikleri, 3 yıllık keyifsiz periyodun ardından öyle ilaç gibi geldi ki, bu sinerji ilk albümün 3 ay gibi kısa bir sürede hazır hale gelmesini sağladı...
Mayıs ayında “Kerem ile Aslı” isimli bir TV filminde başrol oynayan Keremcem, Medyapım’ın çektiği ve ATV’de yayınlanan “Aşk Oyunu” adlı dizisindeki “Sarp” rolüyle oyunculuk kariyerine devam ediyor.