İSTİKAMETİ ŞAŞMAMAK
Günümüzde birçok mü'min kardeşimiz, yaşadığı bazı sıkıntılardan sonra sabredemeyip ya saf değiştirerek ya da söylemini ve tavrını değiştirerek yoluna devam etmekte ve acı çekmeden İslam'ı yaşama gayretine girmektedir. Fakat şunu hatırlatmak isteriz ki hiçbir dava acı çekilmeden, bedel ödenmeden yükselmemiştir. Ve cennet bedeller karşılığında sunulmuştur mü'minlere.
Allah'ın dinine hizmet için var oluş mücadelesini sürdürmekle mükellef olan mü'minler, bu hedeflerini gerçeklerleştirirken birçok zorluklarla karşılaşırlar. Bu zorluklar hayatın imtihanında var olan bir hakikattir. ‘İnsanlar sadece iman ettik diyerek sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar. Andolsun, onlardan öncekileri sınadık.’ (ankebut 2)
İslami mücadelelerini veren tüm peygamberler bu imtihanlardan tavizsizce; izzetin yalnızca Allah'tan olduğu şuuruyla (nisa 139) önlerine çıkan her türlü musibetlere göğüs germişlerdir. Zalimlerin tarih boyunca Müslümanlara reva gördükleri zulümler her zaman olmuştur, olacaktır da. Ama şunu unutmayalım ki tüm peygamberler Allahın yardımıyla zafere ulaşmıştır. Zafer devletleşmek, güç elde etmek veya âleme hâkim olmak değildir. Zafer Allahın iradesi doğrultusunda Kuran’ın şahitliğini içtimai, siyasi ve ferdi hayatta sergilemektir. Bundan ötürüdür ki tüm peygamberle bu âlemden zaferle ayrılmışlardır.
Başarı alkışlanacak sonuçlar elde etmek değildir. Gerçek başarı alkışlanacak çabalar sarf etmektir. Burada sonucu verecek olan Allah’tır. Yeter ki bizler Allah'ın razı olacağı bir hayatı her yönüyle yaşayalım. Mücadelemizde sebat edelim ve tek başımıza dahi olsak kınayıcıların kınamasından çekinmeden hakkın şahitliğini yapalım.
'Sizi biraz korku, biraz darlık ve biraz mallardan canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele. Onlara bir musibet geldiği zaman biz Allah'a aidiz ve elbette ona döneceğiz derler. Allah'ın mağfireti ve rahmeti onların üzerinedir. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.' (bakara 155–157)
Müslümanları bazı sıkıntılarla sınayacağını ayette ifade eden yüce Allah, bizleri bu sınamalar karşısında Kur’ani ilkelerinden taviz vermeden sabır ve sebata davet etmektedir. Fakat günümüzde birçok mü'min kardeşimiz, yaşadığı bazı sıkıntılardan sonra sabredemeyip ya saf değiştirerek ya da söylemini ve tavrını değiştirerek yoluna devam etmekte ve acı çekmeden İslam'ı yaşama gayretine girmektedir. Fakat şunu hatırlatmak isteriz ki hiçbir dava acı çekilmeden, bedel ödenmeden yükselmemiştir. Ve cennet bedeller karşılığında sunulmuştur mü'minlere.
Ayeti kerimede şöyle buyurulmaktadır: ‘Yoksa sizden öncekilerin çektiğini çekmedikçe cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar ve sıkıntılar gelip çattı ki hatta peygamber kendilerine iman edenlerle birlikte Allahın yardı mı ne zaman gelecek? Derlerdi. Haberiniz olsun ki Allah’ın yardımı yakındır.’ (bakara 214)
Çile çekmeyi göze alamayan bazı kardeşlerimiz, İslami mücadelesinde kendisine acı vermeyen çabalara yönelmiş ve sistemler karşısında bazı yumuşamalar göstererek silik bir şekilde mücadelelerine devam etmiştirlerdir. Ebetteki acı vermeyen, rahat bozmayan bir İslam’a, birçok insan yönelmiştir. Ve bunların sayıları da dünyevi malları da her geçen gün artmıştır. Bu artış çoğu insan tarafından yanlış okunup değerlendirilmiştir. Yanlışların sayısındaki çokluk hiçbir zaman onların doğru yolda olduklarını göstermez.
İlkeleri ile büyümenin zor olduğunu gören bazı insanlar saflarını, çizgilerini, söylemlerini yumuşatarak geniş kitlelere ulaşmışlardır. Herkesi memnu edecek bir saha haline gelmişlerdir. Fakat burada şunu hatırlatmak isteriz ki hiçbir peygamber sayımız çok olsun veya mensuplarımız artsın diye davalarında taviz vermemiş iken nasıl olurda bu peygamberleri örnek olan insanlar bu basit hataya düşebilirler.
'Nice az topluluklar daha fazla topluluklara Allah'ın izniyle galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.' (bakara 249)
Bizler bu ayetin vurguladığı az topluluktan yola çıkarak İslami davet ve mücadelede batıla karşı üstün gelebilecek bu kadroyu oluşturmalıyız. Hesaplarımızı İslami karalılığında şüphe olamayan az da olsa nitelikli insanlara yöneltmeliyiz. Zira Rasulullah, kendi döneminin cahili sistemine karşı az; fakat dirayetli olan bu nesli yetiştirmiştir. Bu bir avuç inanmış mümin ve mümine ile batıl düzenini kaldırıp hakkın düzenini ikame etmiştir. Bu yiğitler ne sayısal çokluğa ne dünyevi üstünlüğe ne sistemin yöneticilerine ve ne de cahili güç unsurlarına sığınmışlardır.
’Müminler ancak Allaha dayanıp güvenmeli’ (maide 11) düsturuyla hareket ederek, Kur'an’ın şahitliğini gerçekleştirmişlerdir. Onlar çoğunluğun gücüne değil; hakkın gücüne bağlanıp yaşamışlardır. ’Gevşemeyin üzülmeyin; siz eğer inanmış iseniz muhakkak üstün olanlar sizlersiniz’ (ali İmran 139) şiarıyla, hakkın hakikatinden rahatsızlık duyan tüm güçlerin saldırılarına karşı, ilkelerinden taviz vermeyerek, sistemin teklif ve aldatmalarına kanmayarak rızayı ilahiye uygun bir mücadele sarf etmişlerdir.
Bu az olan topluluk Allahın yolunda dağınık, kuru kalabalıklar halinde değildi. Aksine onlar İslami mücadelede bir binanın tuğlaları gibi birbirlerine kenetlenmişlerdi.( saff 4) Büyük ama dağınık olmaktansa küçük ama bir arada olmayı tercih etmişlerdi. Yürüdükleri yolda, sayıca büyük kalabalıklar olmasa da yürüdükleri yolun doğruluğundan hiçbir şüphe duymamışlardır. Çünkü onlar Bakara suresi 147. ayetteki ‘Gerçek Rabbindendir. Sakın tereddüt edenlerden olma’ ilkesine gönülden bağlanmışlardı. Onlar kendilerinde daha kalabalık ve dünyevi güç itibariyle büyük bir toplulukla baş başa kaldıklarında ahitlerinden dönmemişlerdir. Böyle bir toplulukla karşı karşıya kaldıkları zaman dayanıklık gösterip Allah’ı çokça anıp, hatırlayarak kurtuluşa ermişlerdir (enfal 45) ve Allah hükmünü verinceye kadar hak yolda sebat etmişlerdir. (yunus 106)
Onlar çekilen çile ve sıkıntıların geçici olduğunu ve geçici olan bu dünya âleminin bir gün sonlanacağını biliyorlardı. Bunun için sabrediyorlardı, sabırda yarışıp Allah’tan korkarak kurtuluşu umut ediyorlardı. (ali İmran 200) Onlar hak çizgide sabredip sakındıkları takdirde ani bazı baskınlara uğradıkları zaman rablerinin kendilerini meleklerle destekleyeceğine inanıyorlardı. (ali İmran 125)
Evet, batıl karşısında hakkın şahitliğini yapan az’ınlık yeryüzünde bulunanların çoğuna uydukları takdirde Allahın yolunda sapacaklarını ve o çoğunlukların ancak kendi zanlarına göre hareket ettiklerini biliyorlardı. (enam 116). Onlar hiçbir zaman çoğunluğun baskın isteklerine göre hayat standartlarını şekillendirmiyorlardı. Eleman kaybederim korkusuyla hakkı gizlemiyorlardı.
‘Kendiniz bilip dururken hakkı batıla karıştırmayın ve hakkı gizlemeyin’ (bakara 41) uyarısına pür dikkat yöneliyorlardı. Onlar Allah'ın ahdini, makamlara, reel şartlara, sayısal çoğunluklara satmıyorlardı. ’Allah’ın ahdini ucuz bir değere satmayın. Eğer bilirseniz Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır.' (nahl 95) uyarısına itina gösteriyorlardı.
Kalabalıklara karşı sayıca az yürekçe çok olan bu insanlar maruz kaldıkları ambargolara, tehditlere, tekliflere rağmen ilahi aydınlığın geleceğinden hiçbir zaman umut kesmemişlerdi. Onlar her şeye rağmen umutlu ve dirayetliydiler. Allahın rahmetinden umut kesmemişlerdi çünkü biliyorlardı ki Allahın rahmetinden ancak kâfirler ümit kesebilirdi. (Yusuf 87) Onlar sabrediyorlardı ve sabırları ancak Allah ileydi. Kurmakta oldukları hileli düzenlerden dolayı sıkıntıya düşmüyorlardı. Allahın korkup sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraber olduğunu biliyorlardı. (nahl 127–128)
Bu azınlıktaki insanlar, Allahın emrine sabırla sımsıkı sarıldıkları için birçok zorluğun altından Allahın yardımıyla galip geliyordu. Allaha ve Rasulullaha bağlılıkta bir an olsun geri durmayan bu insanların yirmi kişisi kâfirlerin iki yüz kişisine bedeldi. (enfal 66)
'Her ümmetin bir eceli vardır. O ecelleri gelince ne bir an geri bırakılabilirler ne de ileri alabilirler.' (araf 34)
Bu ayetten de anlaşıldığı gibi her topluluğun bir eceli vardır ve yukarda değindiğimiz toplulukta Allaha karşı vazifesini yaparak rablerine kavuşmuşlardır. Bize düşen görev bu fedakâr insanların yaşadığı gibi İslamı yaşamak ve yaşatmaktır. İlkeli, kararlı ve tavizsiz, küçük ama fedakâr bir kadroyla ancak İslamı tekrardan hayatın gündemine taşıyabiliriz. Bunun için İslamın önüne geçirdiğimiz, gerçekçi olmayan kaygılardan kurtulmalıyız. İslam davasının yolu uzun olabilir; fakat islamdan başka da bir yol yoktur. Bunun için basit bazı hesaplar adına İslami mücadelemizden taviz vermemeliyiz. Reel şartlardır, 28 Şubatlardır, sistem yumuşamıştır, herkesi her özelliğiyle kucaklamaktır, daha çok insana ulaşmaktır gibi iyimserliklerin iyi olmadığını ifade etmemiz gerekir. Bu tür kaygılarla büyüyen bazı camiaların maalesef çelişkiler içinde kontrolsüz büyüdüklerine şahit oluyoruz. Ve süreç içerisinde yazdıklarıyla yaptıkları birbirine uymayan insanlar haline geldiklerini görmemiz acı da olsa bizleri üzüyor…
'Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur. Ve onlar üzülmeyeceklerdir.' (ahkaf 13)
'Onların kalpleri üzerinde sabır ve kararlılığı rabt etmiştik. Krala karşı kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: Bizim rabbimiz göklerin ve yerin rabbidir. İlah olarak biz ondan başkasına kesinlikle tapmayız. Eğer tersini söyleyecek olursak, andolsun gerçeğin dışına çıkmış oluruz.' (kehf 14)
YA RABBİ AYAKLARIMIZI SABİT KIL
Alıntı