İman mutlak tasdiktir. Söylenen sözü kendi isteği ile kabullenmek, gönülden benimsemek, şüpheye yer vermeyecek şekilde kesin olarak içten inanmak, teslim olmak, karşıdakine güven vermek demektir.
İslâm dinine göre iman ise; Allah-u Teâlâ’nın varlığına, birliğine, Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’ın O’nun kulu ve peygamberi olduğuna ve O’nun Allah-u Teâlâ tarafından bize getirip tebliğ ettiği esas ve hükümlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddüt etmeden kesin olarak inanmaktır.
İslâm dinine girmenin ilk şartı olan bu iki esas “Kelime-i şehâdet”te toplanmıştır. Kelime-i şehadet’i kalp ile tasdik edip dili ile de söyleyen bir kimseye “İnanmış” mânâsına gelen “Mümin” adı verilir.
İman kalbî ve vicdânî bir durumdur. İmanın esası kalpte olan tasdiktir.
Allah-u Teâlâ münafıklar hakkında Âyet-i kerime’sinde:
“Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızları ile: ‘İnandık’ diyen kimselerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin.” buyurarak, imanın kalbin tasdiki olduğunu belirtmiştir. (Mâide: 41)
Bir kimsenin mümin olduğunun bilinmesi ve ona müslüman muamelesi yapılabilmesi için imanını ikrar etmesi, inandığını dil ile de söylemesi gerekir. İmanını kalbinde gizleyen kimse, Allah-u Teâlâ’nın katında mümin sayılırsa da; imanını söz ve davranışlarıyla açığa vurmazsa, durumu insanlarca bilinemez, müslüman olduğuna hükmedilemez.
İnandığını dili ile söylemeyen kimse, kendisi için dünyevî bir çok mahrumiyetlerin yanında ağır bir vebal ve günah yüklenmiş olur.
Din bir meyve ağacına benzer. “Kalp ile tasdik” onun toprak altındaki kökü, “Dil ile ikrar” gövdesi, diğer ameller dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri gibidir. Ağaçtan beklenen meyvesi olduğu gibi, imandan beklenen de güzel amellerdir ve Allah-u Teâlâ’ya yaklaşmak da onlarla kaimdir.
Yalnız ikrar, iman olmaz. Zira olsaydı, münafıkların hepsinin mümin olmaları gerekirdi.
Allah-u Teâlâ münâfıklar hakkında Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Münafıklar sana geldiklerinde ‘Şahidlik ederiz ki sen muhakkak Allah’ın Resulü’sün.’ derler. Allah da bilir ki sen gerçekten O’nun Resulü’sün ve Allah şahitlik eder ki münafıklar yalancıdırlar.” (Münâfikun: 1)
“Yeminlerini kalkan yapıp Allah’ın yoluna engel oldular. Onların yaptıkları ne kötüdür!” (Münâfikun: 2)
“Bunun sebebi şudur; onlar iman ettiler, sonra inkâr ettiler. Bu yüzden kalpleri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar.” (Münâfikun: 3)
Münafık; dışı müslüman içi kâfir olan, duruma göre değişiklik gösteren, iki yüzlü kimse demektir.
Onlar iyiyi kötüyü, hakkı bâtılı seçecek, İslâm dininin ve ahlâkının yüceliğini anlayacak kabiliyetleri kalmamış kimselerdir. Ne yaptıklarını, nereye gittiklerini inceden inceye sezip bilemezler.
•
İşte İslâm dinine göre iman; şehadet kelimesinde ifade edilen, Hazret-i Allah’a ve Resul’ü Muhammed Aleyhisselâm’a imanla başlar, imanın altı esası olan “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kaza ve kadere” kesin olarak inanmakla tam ifadesini bulur.
Müslüman başka, mü’min başkadır. Bunu size kendi kendinizi tanımanız için açıklıyoruz. Ben müslüman mıyım, mü’min miyim diye kendi kendinizi yoklayasınız.
İnsanoğlu yeryüzüne yalnız imanla mükellef tutulmak için değil, sâlih ameller işleyerek Allah-u Teâlâ’ya kulluk etmesi için gönderilmiştir.
Âyet-i kerime’de:
“Ben cinleri ve insanları ancak (beni bilsinler) bana ibadet etsinler diye yarattım.” buyuruluyor. (Zâriyat: 56)
İslâm’da bir iyiliğin ve sâlih amelin geçerli olması ve sevap kazandırması için, bu ameli işleyenin imanlı olması şarttır.
Allah-u Teâlâ Asr sûre-i şerif’inde şöyle buyurmaktadır:
“Asra yemin olsun ki, insan gerçekten hüsran içindedir. Ancak iman edip amel-i sâlih işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesnâ.”
•
Ashâb-ı kiram’dan bir zât huzura gelerek “Yâ Resulellah! Bana dini tarif et ki, bundan sonra ben onu kimseye sormak ihtiyacında kalmayayım.” dedi.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz “Kul âmentü billah, sümmestakîm = Allah’a inandım de, sonra da istikametten ayrılma.” buyurdular.
Buradan da anlaşılıyor ki, Allah-u Teâlâ’ya imanı yalnızca kalpte saklamayıp dil ile de ikrar ve ilân eyledikten sonra, her hususta doğruluk, İslâm dinini özetleyen en mühim özelliktir. Bunun böyle olduğunu bir çok Âyet-i kerime’ler ortaya koymakta ve müslümanları istikametten ayrılmamaya teşvik etmektedir.
Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Eğer seninle tartışmaya girişirlerse de ki: Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah’a teslim ettim.” (Âl-i imran: 20)
İşte İslâm budur. İşte ümmet-i Muhammed’in dini, sırat-ı müstakimi budur. Doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ’ya teslimiyettir. Hakk’tan başkasına boyun eğip teslim olmak ise O’na isyandır, yoldan çıkmaktır.
•
Müşrikler, Muhammed Aleyhisselâm’a gelerek kendi putlarına saygı göstermesi halinde, onlar da onun Rabbine karşı saygılı olabileceklerini söyleyerek uzlaşma taraftarı olduklarını belirtmek istiyorlardı.
Bu hususta nazil olan Âyet-i kerime’lerde ise İslâm’la ve imanla bağdaşmayan hiçbir teklife iltifat edilmemesi beyan buyuruldu:
“(Hakikatı) yalan sayanlara boyun eğme! Onlar senin yumuşak ve müsamahalı davranmanı isterler ki, kendileri de sana yumuşak davransınlar.” (Kalem: 8-9)
Âyet-i kerime’de geçen “Müdâhene”, lüzumsuz yere yumuşak davranmak demektir.
Resulullah Aleyhisselâm İslâmiyet’in yayılmasını engelleyen pürüzlerin az da olsa kalkması için dinin esasını bozmayan bazı hususlarda Kureyş müşriklerine biraz hoşgörülü davranmayı düşünmüştü.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurdu:
“Eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık, neredeyse onlara birazcık meyledecektin.
O takdirde sana hayatın da ölümün de kat kat azabını tattırırdık. Sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.” (İsrâ: 74-75)