İslâm’a ilk girdiklerinde henüz iman kalplerine yerleşmemişken, iman makamına eriştiklerini iddia eden bedeviler hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Bedevîler ‘İman ettik.’ derler. De ki: Siz iman etmediniz, bâri ‘Müslüman olduk.’ deyin.” (Hucurat: 14)
Çünkü iman, yalnız dil ile ikrardan ibaret değil, yürekten bir sevgi ile kalp huzuru içinde tasdik etmektir. Halbuki bu sizde yok. Öyle olsaydı İslâm’ı kabul etmenizi Resulullah Aleyhisselâm’ın başına kakmazdınız.
“İman henüz kalplerinize yerleşmedi.” (Hucurat: 14)
Siz henüz imanın hakikatına ulaşamadınız. Yalnız dil ile yapılan iman iddiası, bu hususta kâfi değildir.
Mümin olmak için imanın kalbe nüfuz etmesi ve o kimsenin takvâya bürünmesi lâzımdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında bazı kimselere ihsanda bulunmuş, fakir müslümanlardan bazılarına ise hiçbir şey vermemişti.
Sa’d bin Ebî Vakkas -radiyallahu anh- hadiseyi şöyle anlatmıştır:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, içlerinde çok beğendiğim birisine bir şey vermedi. Bunun üzerine ‘Yâ Resulellah! Filânı niye bıraktın? Vallahi ben onu pek mümin görüyorum.’ dedim. Resulullah Aleyhisselâm: “Yahut müslim!’ buyurdu. Biraz sustum. Sonra yine o zât hakkındaki bilgim galebe çaldı. ‘Yâ Resulellah! Filânı niye bıraktın? Vallahi ben onu pek mümin görüyorum.’ dedim. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- tekrar ‘Yahut müslim!... Başkası benim için daha makbul olduğu halde, ben bazen, bir adam yüzüstü cehenneme atılır endişesi ile ona bir şeyler veriyorum.” buyurdu. (Müslim: 150)
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Eğer Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederseniz, Allah amellerinizden hiçbir şey eksiltmez.” (Hucurat: 14)
Açıktan şehadet ile ikrar edildiği gibi, kalben de ihlâs ve samimiyetle amel ederek Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’ın emirleri seve seve yerine getirilirse; karşılığı ve mükâfâtı kat kat verilir, eksik olarak ödenmez.
“Şüphesiz ki Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Hucurat: 14)
İtaat edenlerin kusurlarını bağışlar, kullarına karşı merhameti pek çoktur.
“Mümin kimdir, nasıl olur?” denilirse, mütebaki Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Müminler o kimselerdir ki, Allah’a ve Resulü’ne iman etmişlerdir. Sonra şüpheye düşmemişler, Allah yolunda canları ve malları ile cihad etmişlerdir.
İşte onlar sâdıklardır.” (Hucurat: 15)
İmanlarında sâdık, verdikleri ikrara kalpleriyle ve icraatlarıyla içten bağlılık göstermiş samimi müslümanlardır.
Müminler o kimselerdir ki; Allah-u Teâlâ’nın mevcudatı yoktan var ettiğine, gizliyi, gizlinin de gizlisini bildiğine, kalplerdeki sırları bildiğine, lütuf ve kerem sahibi olduğuna, gücünün her şeye yettiğine, her şeyin kendisine döneceğine, kendi Zât-ı akdes’inden başka her şeyin yok olacağına, mahşer gününde herkesin O’nun huzurunda toplanacağına inanırlar.
Müminler; Allah’ın Resul’ü Muhammed Aleyhisselâm’ın peygamberlerin sonuncusu ve önderi olduğuna, Rabbinden gelen bütün hükümleri en ince teferruatına kadar tebliğ ettiğine, kendi arzu ve hevesine göre hiçbir şey söylemediğine, söylediği her sözün Rabbi tarafından kendisine vahyedilen gerçekler olduğuna inanırlar.
Müminler; hiçbir hususta şüpheye kapılmazlar, onların imanları hiçbir zorluk karşısında sarsılmaz.
Allah yolunda malla ve canla cihad etmek imanın delili, işareti, esası ve mihenk taşıdır. İslâm dâveti, dünya menfaati elde etmek için yapılan bir cihad değil, Allah yolunda ve ilây-ı kelimetullah uğrunda yapılan bir cihaddır.
İşte kim bu vasıfları kendinde toplarsa, o gerçek mümindir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Kalpler dört sınıfa ayrılır:
1. Tertemiz bir kalptir ki, içinde alev alev yanan bir lâmba vardır. Bu müminin kalbidir.
2. Simsiyah kesilmiş ve döndürülmüş kalptir. Bu kâfirin kalbidir.
3. Kılıflı ve kılıfının ağzı bağlanmış kalptir. Bu münafığın kalbidir.
4. Terkedilmiş, yüz çevirilmiş kalptir ki, iman da nifak da vardır.
İman bu kalpte, temiz suyun yeşillendirip çoğalttığı bakla gibidir. Nifak ise irin ve sarı suyun geliştirip büyüttüğü çıban gibidir. Binaenaleyh bu iki maddeden hangisi üstün gelirse, onunla hükmedilir.” (Ahmed bin Hanbel)
•
Bu Âyet-i kerime’ler nâzil olunca bir kısım bedevîler, huzur-u Peygamberî’ye gelmişler, kendilerinin sâdık müminler olduklarına dair yemin etmişlerdi.
Bunları susturmak ve bu husustaki ilâhî beyanları pekiştirmek için de şu Âyet-i kerime’ler nâzil olmuştur:
“De ki: Siz dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da bilir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Hucurat: 16)
15. Âyet-i kerime’de beyan edilen ölçü “Müslümanım” diyenlerin üzerine uygulandığı takdirde, iman iddiâsında bulunan birçok kimsenin bu iddiâlarının, sözü geçen bedevîlerinkine benzediği görülür.
“Onlar İslâm’a girdikleri için sana minnet ediyorlar. De ki: Müslüman olmanızı benim başıma kakmayın.
Eğer doğru kimseler iseniz, aksine sizi imana erdirdiği için Allah size minnet eder.” (Hucurat: 17)
Bu minnet bile imanın hakikatının henüz kalplerine yer etmemiş olduğunu, imanın zevkine eremediklerini ifade etmektedir.
Başa kakmak sizin hakkınız değil, aksine Allah’ın hakkıdır. Eğer siz müslüman olduk diye başa kakarsanız, doğrusu Allah size minnetinin ağırlığını yükletir, nimetini keser. Sizi böyle hidayet gibi ebedî bir nimete erdirmiş olan Rabbinize hamd ve şükretmeniz gerekmez mi?
“Şüphesiz ki Allah göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah yaptıklarınızı görendir.” (Hucurat: 18)
Müslümanlığınızda doğru olup olmadığınızı, kalplerinizde iman ve sadakat bulunup bulunmadığını, niyetlerinizden neler geçirdiğinizi tamamen bildiği gibi, göklerde ve yerde neler olacağını da bilir, her ne yaparsanız görür. Hiçbir şey O’na gizli kalmaz.
•
Bir insan için kuvvetli bir iman kadar kıymetli hiçbir şey yoktur. İnsanı gerek bu dünyada gerekse âhirette saâdet ve selâmete ulaştıracak yegane cevher böyle bir imandır. Bunun için de ömrün son anına kadar onu elden kaçırmamak için çalışmak lâzımdır. Aksi takdirde bu büyük nimetten mahrum olur.
Bir insan nasıl ki tertemiz bir müslüman olarak dünyaya geliyorsa, öyle yaşamalı, o güzelliğini muhafaza etmeli ve öylece ölmelidir. Hayatta iken gerek dinine gerekse imanına zarar verecek, tehlikeye düşürecek her türlü kötü söz ve inkârdan korunması gerekir.
İman inkârla gider. Bir kimse dinin esaslarından birini kabul etmez veya hafife alırsa, dinimizde haram sayılan bir şeyi helâl, helâl sayılan bir şeyi haram kabul ederse imanını kaybetmiş olur.
Gerçek bir imanla Allah-u Teâlâ’ya inanan, gönülden boyun eğen muttaki müminler hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Müminler saâdete ermişlerdir. Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler. Onlar ki, boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekâtlarını verirler. Onlar ki, eşleri ve câriyeleri dışında mahrem yerlerini herkesten korurlar. Doğrusu bunlar kınanamazlar. Bu sınırı aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı gidenlerdir.” (Müminun: 1-2-3-4-5-6-7)
“O müminler ki, emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler. Namazlarına riâyet ederler. Onlar Firdevs cennetine vâris olacaklar, orada ebedî kalacaklardır.” (Müminun: 8-9-10-11)
“Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır ve yalnız Rablerine tevekkül ederler.” (Enfâl: 2)
“Rahman’ın kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ve vakar ile yürürler. Cahiller kendilerine lâf attıklarında ‘Selâm!’ derler.
Onlar ki, gecelerini Rabbleri için secdeye vararak ve kıyama durarak geçirirler.
Onlar ki şöyle derler: ‘Ey Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Doğrusu onun azabı sürekli ve acıdır. Orası ne kötü bir yer, ne kötü bir konaktır!’
Onlar ki, harcadıkları zaman ne israf ederler ne de cimrilik ederler. Harcamaları bu ikisi arasında dengeli olur.
Onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler.” (Furkan: 63-68)
“Onlar büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar. Kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar, affederler.” (Şûrâ: 37)
“Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygamber’e çağırıldıkları zaman, müminlerin sözü sadece ‘İşittik, itaat ettik!’ demekten ibarettir.
İşte saâdete erenler onlardır.” (Nûr: 51)
“Onlar bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah da güzel davrananları sever.
Onlar bir kötülük yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir? Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler.
İşte onların mükâfâtı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. Orada ebedî olarak kalacaklardır.
Çalışanların mükâfâtı ne güzeldir!” (Âl-i imran: 134-135-136)