İslâm, gerek inanç ve ibadet esasları, gerekse hukuk ve ahlâk ilkeleri itibariyle,
fert ve toplum olarak insanın yaratılışına uygundur. İslâm, insanın
yapısına, fıtratına uygun bir din olduğu için, fıtrat gereği olan ihtiyaç ve
arzularının karşılanmasına ve tatmin edilmesine önem vereceği açıktır. Bu
itibarla, tıpkı insanın yeme içme ve cinsel ilişki gibi maddî/bedensel ihtiyaç
ve isteklerini karşılamasının mubah hatta bazı durumlarda vâcip olması gibi,
ruhî-mânevî, bedîî-estetik ihtiyaç ve arzularını karşılaması da aynı şekilde
mubah olması gerektir.
Müzik genel olarak vokal veya enstrümantal ses ve tonların bir araya
getirilmesinden oluşan bir sanattır. Yunan dilinden Arapça’ya geçen mûsiki
kelimesinin yerini tutacak bir Arapça kelime yoktur. Meselâ, Arapça’daki
“gınâ” kelimesi, yalnızca şarkı söylemeyi, “semâ” kelimesi ise sadece dinlemeyi
ifade eder. Bu itibarla, gerek âyetlerde gerekse sahih hadislerde doğrudan
müziği belirtmek üzere kullanılmış bir ifadeye rastlanmadığını söylemek
mümkündür. Bundan dolayı burada, genel olarak “gınâ, tegannî” (şarkı) ve
çalgı aletleri (melâhî) ile ilgili görüşlere yer verilecek, daha sonra genel bir
değerlendirme yapılacaktır.
Gınâ, İslâm bilginleri tarafından sıkça tartışılan ve hakkında lehte ve
aleyhte çok şey söylenen konular arasında yer alır. Gerek lehte gerekse aleyhte
olan gruplar görüşlerini âyet ve hadislerle desteklemeye çalışmışlardır. Bu
konuda genel bir değerlendirme yapmadan önce lehte ve aleyhteki görüşleri ve
gerekçelerini vermekte yarar vardır.
Ebû Hanîfe, gınâyı mekruh görmüş ve günah saymıştır. Sonraki Hanefî
bilginlerin, Ebû Hanîfe’nin “mekruh” dediği şeylerin “harama yakın mekruh”
olarak anlaşılması gerektiğini ifade ettikleri göz önüne alınınca, Ebû
Hanîfe’nin, gınânın tahrîmen mekruh olduğu kanaatini taşıdığı söylenebilir.
Mezhepler arasında gınâ ve çalgı aletleri karşısında en keskin tavır Hanefîler’inkidir.
Hanefîler, def, mizmar gibi çalgı aletlerini dinlemenin haram ve
mâsiyet olduğunu açıkça belirtmişlerdir. Hatta bazı Hanefîler, bu çalgı aletlerini
dinlemenin (semâ) fâsıklık, bundan zevk almanın küfür olduğunu
iddia etmişlerdir. Hanbelî fakihlerden İbnü’l-Kayyim, Hanefîler’in bu konudaki
dayandıkları hadisin Hz. Peygamber’e nisbetinin sahih olmadığını belirtmektedir
(Kâsânî, Bedâ’i‘, V, 128-129; İbn Kayyim, İgåsetü’l-lehfân, I, 227).
İmam Mâlik, gınânın hem icrasını, hem dinlenilmesini tasvip etmemiştir.
Hatta satın alınan bir câriyenin şarkıcı (muganniye) olduğunun anlaşılması
durumunda, bunun iadeyi gerektiren bir ayıp sayılacağını belirtmiştir. Yine
Mâlik, kendisine sorulan, “Medine ehli ne tür gınâya ruhsat veriyor” şeklindeki
soruya bunu, bizde fâsıklar yapar” cevabını vermiştir (İbn Kayyim,
İgåsetü’l-lehfân, I, 227). Bununla birlikte, gınâ konusunda en ılımlı görüşün
Medineli bilginlere ait olduğu bilinmektedir.
Şâfiî, “Gınâ, bâtıla benzeyen mekruh bir eğlencedir. Bunu çok yapan sefih
sayılır ve şahitliği reddedilir” demiştir (Gazzâlî, İhyâ, II, 267). Sonraki
Şâfiî bilginlerin büyük çoğunluğu ise gınânın haram olduğunu belirtmişler
ve Şâfiî’ye nisbet edilen “gınânın mubahlığı” yolundaki görüşü doğru kabul
etmemişlerdir. Bunda yaşadıkları dönemin etkilerini aramak yanlış olmaz.
Şâfiî âlimlerden Şîrâzî, hiçbir görüş ayrılığı zikretmeden haram bir menfaati
içeren icâre akdinin sahih olmayacağını belirtmiş ve bunlar arasında şarap
taşıma ile birlikte gınâ ve mizmarı da saymıştır (Şîrâzî, et-Tenbîh, s. 123).
Ahmed b. Hanbel de kendisine gınânın hükmü sorulduğunda “Gınâ
kalpte nifakı yeşertir, ben hoşlanmam” diye cevap vermiştir (İbn Kayyim,
İgåsetü’l-lehfân, I, 229).
Aşağıda, gınânın aleyhinde olanların dayandıkları belli başlı âyet ve hadisler
zikredilerek, bunların bu konuda dayanak olmaya elverişli olup olmadıkları
tartışılacaktır.
1. “Bazı insanlar, Allah’ın yolunu (âyetlerini) alay konusu yaparak halkı
sinsice Allah’ın yolundan saptırmak için ‘söz eğlencesi’ni satın alırlar.
Küçük düşürücü azap işte bunlar içindir” (Lokmân 31/6).
Âyette geçen “söz eğlencesi veya sözlü eğlence” (lehve’l-hadîs) ifadesinin
yorumuyla ilgili olarak müfessirler iki hususa işaret etmişlerdir. Birincisi;
âyette geçen “lehve’l-hadîs”, masal, asılsız sözler ve hurafeler anlatmak
demektir. Âyetin nüzûl sebebi olarak nakledilen şu rivayet bu yorumu desteklemektedir.
Nadr b. Hâris ismindeki biri, Fars memleketlerine ticaret için
gittiği sırada orada Acem kitaplarını satın alarak Kureyşliler’e anlatır ve
“Muhammed size Âd ve Semûd kavminin hikâyelerini anlatıyor. Ben ise
Rüstem’in, Behlûl’ün efsanelerini, kisrâların ve Hîre krallarının hikâyelerini
anlatıyorum” der ve insanları Kur’an’ı dinlemekten alıkoymaya çalışırdı. İşte
âyet bu kişi hakkında nâzil olmuştur.
Lehve’l-hadîs için getirilen ikinci yorum ise gınâ ve müziktir. Bu yorumun
hareket noktası yine aynı şahsın Fars memleketlerinden şarkıcı kadınlar
getirmek suretiyle insanları Hz. Peygamber’in etrafından uzaklaştırmaya
çalışmasıdır. Anlatıldığına göre, bu kişi güzel bir şarkıcı câriye satın almıştı.
Birinin müslüman olacağını duyduğu zaman onu alıp câriyesinin yanına
getirir ve câriyesine “Hadi buna yedir içir, şarkı söyleyip gönlünü eğlendir”
der ve bu suretle onu eğlendirdikten sonra “Gördün ya! Bu, Muhammed’in
çağırdığı namaz ve oruçtan, onunla birlikte savaşmaktan daha iyi değil mi?”
derdi (Hak Dini Kur’an Dili, VI, 3838-3839).
Rivayetlerin değerlendirilmesi sonucunda ve anlatılmak istenen mesaj açısından
birinci yorum daha isabetli gözükmektedir. Hangi rivayet alınırsa
alınsın, âyette tenkit edilen husus “Kur’an’dan uzaklaşma” keyfiyetidir. Bu
açıdan bakıldığında, müzik ile geçmiş kavimlerin hikâyelerini okumak arasında
fark yoktur. Daha doğrusu Kur’an’dan yüz çevirmeyi ve uzaklaşmayı
sonuçlayan her şey aynı hükümdedir. Hatta, Gazzâlî’nin de belirttiği gibi,
insanları Allah’ın yolundan saptırmak için Kur’an okumak bile haramdır
(Gazzâlî, İhyâ, II, 282).
2. “Siz, ağlayacak yerde dudak bükerek ve istihza ile gülerek bu söze mi
(Kur’an’a mı) hayret ediyorsunuz!” (en-Necm 53/59-61).
Nakledildiğine göre, İbn Abbas âyette geçen ve “dudak bükerek” şeklinde
tercümesi verilen “semed” lafzının Himyerîce’de “gınâ” anlamında
olduğunu belirtmiştir. Gazzâlî, bu açıklamadan hareketle gınânın yasaklandığı
sonucunun çıkarılamayacağını, aksi takdirde âyette geçen ve kınanan
diğer fiillerin de aynı şekilde yasak olması gerekeceğini ifade etmiştir. Âyette
geçen “sâmidûn” kelimesi “şarkı söyleyenler” olarak anlaşılsa bile, buradan
hareketle gınânın haramlığı sonucu çıkarılamaz. Çünkü, normalde gülme
haram olmadığı halde Kur’an’ı hafife alarak gülme nasıl haramsa, aynı şekilde
Kur’an’ı hafife alan gınâ (şarkı) ve şiir de haramdır. Nitekim, “Şairlere
ancak azıtmışlar uyar” (eş-Şuarâ 26/224) âyetinde kastedilen, kâfirlerin şairleridir.
Yoksa bu âyetten hareketle bizzat şiirin haramlığı sonucuna varılamaz
(İhyâ, II, 282; krş. İbn Kayyim, İgåsetü’l-lehfân, I, 258).
Müzik karşıtlarının dayandıkları hadislerin başında “Ümmetim içerisinde
gayri meşrû ilişkiyi, ipeği, şarap ve meâzifi helâl sayan bir grup olacaktır”
(Buhârî, “Eşribe”, 6) meâlindeki hadis gelir.
Bazı âlimler, hadiste geçen “meâzif” kelimesini, bütün eğlence (lehv) aletleri
olarak açıklarken, bazıları melâhî ile meâzif arasında bir ayırım yaparak
melâhîyi el ile vurulan çalgı aletleri, meâzifi de ağız ile (üflenerek) çalınan
çalgılar olarak açıklamışlardır. İbn Hazm gibi bazı muhaddisler ise bu hadisin
senedinin münkatı‘ olduğunu belirtmişlerdir.
Diğer bir hadis, “Allah (içki meclislerinde erkeklere) şarkı söyleyen câriyelerin
satılmasını, ücretini haram kılmıştır” hadisidir.
Gazzâlî, yabancı kadının fâsıklara ve fitnesinden korkulan kişilere şarkı
okumasının haram olduğunu belirtmekle beraber, bu hadisten hareketle
câriyenin kendi sahibine şarkı okumasının, hatta fitne olmaması durumunda
başka erkeklere şarkı okumasının haramlığı hükmü çıkarılamayacağını ifade
etmiş ve bu görüşüne, Hz. Peygamber’in bulunduğu bir sırada iki câriyenin
Hz. Âişe’nin evinde şarkı okumasını delil göstermiştir (İhyâ, II, 282).
Hadis uzmanlarından Irâký, Taberânî’nin Evsat’ta rivayet ettiği bu hadisin
zayıf olduğunu; Beyhaký de bu hadisin mahfuz olmadığını belirtmiştir.
Müziğin lehinde olanların gerekçeleri ise şunlardır: Gazzâlî, İhyâü
ulûmi’d-dîn isimli eserinde, “Müzik Dinlemenin (semâ) Mubahlığının Delili”
başlığı altında söze şöyle başlar: “Müzik dinlemek haramdır demek, Allah
müzik dinleyen kişileri cezalandıracaktır demektir. Bu ise, sırf akılla bilinebilecek
bir husus değildir. Öyleyse, bu konuda naslara ve bu nasların ışığında
yapılan kıyaslara başvurmak gereklidir. Eğer bu konuda nas ve nassa
kıyas yoluyla ulaşılan doğru bir sonuçlama yoksa, müzik dinlemenin haramlığı
iddiası boşa çıkmış olur”. Gazzâlî daha sonra, ölçülü olsun veya
olmasın, güzel sesi dinleme, müziğin dinleyici üzerinde bıraktığı etki ve dinleyici
ile ilgili hususları uzun uzadıya açıkladıktan sonra mûsikinin mubah
olduğunu belirtir, karşı görüşte olanların gerekçelerini tek tek ele alarak cevaplandırmaya
çalışır (Gazzâlî, İhyâ, II, 268-284).
Gınâ konusunda Mâlikî bilgin İbnü’l-Arabî’nin değerlendirmesi de şöyledir:
Gınâ, âlimlerin çoğuna göre gönülleri coşturan bir eğlence olup, gerek
Kur’an’da gerekse Sünnet’te bunun haramlığına dair bir delil yoktur. Hatta
sahih bir hadiste, gınânın mubah olduğuna delil vardır. Bu rivayete göre Hz.
Ebû Bekir, bir defasında Hz. Âişe’nin evine girip orada iki câriyenin şarkı söylemekte
olduğunu görünce “Allah’ın Resulü’nün evinde şeytanın mizmarı ha!”
diye çıkışmıştı. Hz. Peygamber ise, “Onlara ilişme ey Ebû Bekir! Bugün bayram
günüdür” (İbn Mâce, “Nikâh”, 21) demiştir. Eğer müzik haram olsaydı
Resûlullah’ın evinde icra edilmezdi. Hz. Ebû Bekir, görünen duruma nazaran
buna karşı çıkmış, Hz. Peygamber ise, gönüllerin dinlendirilmesi hususunda
yumuşaklık ve ruhsat gözeterek onlara ilişmemiştir. Çünkü her gönül, sürekli
olarak ciddiyeti taşıyamaz. Resûl-i Ekrem’in, müziğin serbestliğini “bayram
günü” ile illetlendirmesi ise, bunun sürekli olarak yapılmasının mekruh olduğunu,
fakat bayram, düğün gibi sebeplerle buna ruhsat verileceğini göstermektedir.
Bu itibarla, müziğin haramlığı konusunda rivayet edilen bütün hadisler
sened ve yorum bakımından bâtıl olduğu gibi, bu konuda getirilen âyet
yorumları da bâtıldır (İbnü’l-Arabî, Ahkâmü’l-Kur’ân, III, 1053-1054).
Mâlikî fakihi İbnü’l-Arabî, “Bir kısım insanlar lehve’l-hadîsi satın alıyorlar...”
(Lokmân 31/6) âyetini tefsir ederken, burada geçen lehve’l-hadîsi gınâ
olarak yorumlayanların bulunduğunu belirtip bu konuda rivayet edilen hadisleri sıraladıktan sonra bu yorumun ve rivayet edilen hadislerin de sahih
olmadığını ifade etmektedir (Ahkâmü’l-Kur’ân, III, 1493-1494; IV, 1950).
Zühaylî, bazı Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî âlimlerin, gınânın kerahetsiz
mubah olduğu görüşünde olduklarını ve bu görüşün üstün ve genelde tercih
edilen görüş olduğunu ifade etmektedir (Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhü’l-İslâmî
ve edilletühû, III, 573).
Yine çağdaş Mısırlı aydınlardan gazeteci -merhum- Muhammed el-Gazzâlî,
tartışmalara yol açan -Türkçe’ye de çevirilmiş bulunan- es-Sünnetü’nnebeviyye
beyne ehli’l-fıkh ve ehli’l-hadîs adlı kitabında şâban ayının orta
gecesi hakkındaki hadislerin, müziğin haramlığı hakkındaki hadislerden
daha kuvvetli olduğunu söyler ve bu konuda İbn Hazm’ın görüşlerine yer
vererek şu açıklamada bulunur: İbn Hazm der ki: Satranç, mezâmir, ud,
meâzif ve tanburun satımı helâldir. Bunları kıran tazmin etmekle yükümlüdür.
Aynı şekilde şarkıcı câriyelerin alınıp satılması da helâldir. İbn Hazm’ın
bu konudaki delili, eşyanın asıl itibariyle mubahlığını gösteren “Yeryüzündeki
her şeyi sizin için yaratan O’dur” (el-Bakara 2/29), “Size haram kıldıklarını
sayıp dökmüştür” (el-En‘âm 6/119) ve “Allah alım satımı helâl kıldı”
(el-Bakara 2/275) âyetleridir. İbn Hazm, bunların satımının haram olduğu
görüşünde olanların ise, sahih olmayan veya sahih olsa bile hüccet teşkil
etmeyen rivayetlere dayandıklarını belirtir. Başka bir yerde İbn Hazm, müziğin
haramlığı konusundaki rivayetlerin hepsinin uydurma olduğunu söylemektedir.
Allah, daha çok ciddiyete yardımcı olsun diye, herhangi bir oyunla
nefsini rahatlatan kimseyi kınamamıştır. Ameller niyetlere göredir. Bir
müslümanın bir bahçeyi seyretmesi veya gezinmesinde bir sakınca yoktur.
Doğrusu, müzik sözdür. Sözün de güzeli güzel, çirkini çirkindir. Günah içerikli
şarkılar olabileceği gibi, anlamı ve edası güzel dinî, askerî veya duygusal
şarkılar da vardır. Şâtıbî’nin el-İ‘tisâm’da anlattığına göre, Hz. Ömer’e bir
grup insan gelerek, imamlarının namazı bitirdikten sonra teganni ettiğini
söyleyip şikâyette bulunurlar. Neticede Ömer adamın yanına gider. Kendisi
hakkında iyi olmayan şeyler duyduğunu söyler. Adam, şu şarkıyı mırıldanıyorum
deyince, şarkının sözlerini beğenen Ömer, “Böyle olduktan sonra
isteyen şarkı söylesin” der (Muhammed el-Gazzâlî, es-Sünnetü’n-nebeviyye
beyne ehli’l-fıkh ve ehli’l-hadîs, s. 86).
Bütün bu anlatılanlardan şöyle bir sonuç çıkarılması mümkündür. Müzik,
İslâm bilginleri tarafından çokça tartışılan ve hakkında lehte ve aleyhte
çok şey söylenen konular arasında yer alır. Müziğin lehinde ve aleyhinde
öne sürülen gerekçeler birlikte düşünüldüğünde müziğin mutlak olarak yasaklanmadığı,
aksine mubah bırakıldığı sonucuna ulaşılır. Gerçekten de elde
Kur’an ve Sünnet’te müzik dinlemenin haram olduğunu ve müzik dinleyenlerin
günahkâr olacağını ispata yetecek malzeme bulunmadığı açıkça
görülmektedir. Ancak, diğer mubahlar gibi müziğin de haramın işlenmesine
vesile yapılmasına karşı çıkılmıştır. Bu itibarla içinde isyan, küfür veya İslâm’ın
hoş karşılamadığı sözler bulunan yahut cinsel tahrik, müstehcenlik
gibi dinimizce hoş görülmeyen şeylere yol açan müziğin söylenmesi ve dinlenilmesi
kesinlikle uygun değildir. Bununla birlikte müzik konusunu gerek
önceki devirlerde gerekse zamanımızda bir tercih ve takvâ meselesi olarak
değerlendirenler de bulunagelmiştir. Bunların saygıyla karşılanması gerektiği
gibi, müzik dinlemeyi bir eğlence unsuru olarak görenlerin de hoş karşılanması
gerekir.
Müziğin bir tedavi aracı olduğunu keşfetmiş bir kültürün vârisleri olarak,
yeterli delil ve gerekçe olmadığı halde, vaktiyle birtakım sosyolojik gerekçe
ve amaçlarla verilen hükümleri içeriğinden mahrum bir şekilde günümüze
taşımak veya yanlış değerlendirmelerde bulunmak suretiyle bu doğal ilâçtan
insanları mahrum etmek isabetli bir bakış açısı olarak gözükmüyor.
Son olarak kimi çevrelerde gündeme getirilen ve tartışılan İslâmî müzikgayri
İslâmî müzik ayırımına ve gayri İslâmî müzik yapılan müzik aletleriyle,
İslâmî müzik üretmenin câiz olup olmadığı konusuna değinmek uygun
olacaktır. Hemen belirtilmelidir ki, gerek müziğin, gerekse müzik aletlerinin
İslâmî-gayri İslâmî şeklindeki kategorik ayırımı isabetli görülemez. Bunun
yerine, halk müziği, sanat müziği gibi tür ayırımlarına benzer şekilde, belki,
cami müziği/mûsikisi, tekke müziği, kilise müziği gibi tür bildiren isimlendirmeler
yapılabilir. Böyle bir yaklaşım ne kadar işin mahiyetine uygunsa,
din merkezli ayırımlar o kadar yapaydır. Müzik sözlerinin İslâmî ilkelere
aykırılık içeren, içermeyen şeklindeki ayırımı bir ölçüde mâkul karşılansa
bile, içinde besmele, tekbir, cihad, peygamber gibi kavram ve sözcükler geçenleri
İslâmî, böyle olmayanları gayri İslâmî saymak doğru değildir. Diğer
birçok sanat dalı gibi, müzik de önce yerel/millî, sonra evrenseldir. Hal böyle
olunca İslâmî-gayri İslâmî müzik aletlerinden değil, -çünkü müzik aletinin
müslümanı gavuru olmaz- asırlar içinde zenginleşen ve gelişen millî kültürümüzden
gelen, bize ait olan müzik aletlerinden bahsedebiliriz. Elbette ki
her türlü müzik üretiminde çoğunlukla bizim olan, bize mal edilen müzik
aletlerinin kullanılması uygundur, fakat bu dinî hassasiyet değil millî hassasiyet
gereğidir.
Bu bilgiler Diyanet İslâm İlmihali'nin 2. cildinin 105.-111. sayfaları arasında yer alan bilgilerdir arkadaşım. Oldukça uzun bir açıklama oldu ama konu ile ilgili bütün detaylar görülsün diye tamamını almakta fayda gördüm. Zaten her paragrafın başına bakılınca o paragrafta konunun hangi yönünün ele alındığını görmek mümkün olduğundan dolayı uzun olması fazla bir sıkıntıya sebebiyet vermiyor. Umarım açıklayıcı olmuş ve işe yaramıştır iğneci...