Hüzzam bir şarkı adın dudaklarımda... diye başlayan fasit aşk cümleciklerine kurban etmeyeceğim seni. Adın kulaklarımda en soğuk rüzgarların iniltisini bile bastırıyor. Aşk nedir ey yâr? Ya vuslat? Ya kavuşmanın verdiği o rahatlık? Haydi artık patlayacaksa patlasın şu bomba, bu beklemeler canımı sıkıyor...
Seveceksen eğer insanı
Yüreğin bu kadar geniş ve
Bu kadar merhametli isen
Tut ellerimden
Sev beni
Aşkım bir ömürlük yanmalara susamışken
Tut ellerimi
Düşüyorum
Kendi hayatlarımızı kurtaramazken başkalarının hayatlarını kurtarmaya çalışmak bir yücelik belirtisi mi, yoksa acziyet alâmeti mi?
Hadi bir şarkı söyle bana. Hüzzam makamında olsun. Fasit aşk cümleciklerine ben kendimi adıyorum...
Aşk bir sanrı mı? Benim yüreğim konar mı öyle her çiçeğe? Ben neden her bahar aşık olamam?
Satamadım hüznümü firari akşamlara. Zemheri yangınlaradır isyanım...
Hayat üç paralık sakızlar gibi çiğneyip çiğneyip atıyor sevdaları. Tüketilmiş aşklar çöplüğü olmuş kalplerimiz. Neresinden tutsak elimizde kalıyor sevda denen illet...
Gerçek aşk nedir, sevmek gerekli midir, sen kimsin, ben seni neden seveyim?
Yakamoz arası birkaç şiir sarar mısın bana ey dürümcü? Bu akşam ölesiye açım yine aşka...
Köpüklü biralara inat bir bardak açık ve çok şekerli çay tadında
ŞEREFE! ! ! !
Şeref kimlerin elinde oyuncak? ? ?
Sevemem be güzelcim seni...çok geç artık...hangi kireç çözücü çözer bu yüreğin pasını? Işığa koşup da ölen sinekler gibi öyle bir bulanmışım ki ihanetlere ancak zehir paklar bu aşk yoksunu haini...
İnce hastalıkların modası geçeli çok oldu. Köhnemiş aşk sandallarında ciğerlerimi tüketecek sevda mikroplarını dezenfekte etmenin yollarını buldum artık. Her sonbahar yeniden ölür, her bahar yeniden dirilirim. Sebep lazım şiir yazmaya, yoksa nerede kaldı benim şairliğim? ? ?
Tutamam artık hayatın ucundan. Yakalayamam aşk denen illetin dinginliğini... kaçan trenlerin ardından bakmak üzmez artık beni...
Kabul et
“sevmek için erken
kaybetmek için çok geç
beni affet”
yâr ol, yâren ol, aşk ol, liman ol. Bak gözlerimin içine. ağlat beni. Belki yeniden sevebilirim o zaman. Nezleli burun çekişlerimin ardına sakladığım matemlerimi silebilirim. Say ki yaşanmamış aşklar efsanesinin baş kahramanıyım. Sana düşen atın atlayıp uzaklara aşk ateşini bulmaya giden şövalyenin rolüdür. Çağırma boşuna gelemem. Yorgunluklarımı sana söyleyemem...
Birileri çekiştiriyor yine eteğimden. Rüzgarlarda savuracak saçlarım hiç olmadı benim. Yüzüm kuru ayazlarda yangın, yüreğim neye olduğunu çok iyi bilerek kırgın ve kızgın... Bir aşktan daha yenik çıkacak kadar vaktim yok. Beni çağırıyorlar hiç durmadan. Gelemem diyorum, olmaz diyorlar; bitiremedim daha işlerimi diyorum, bitmez bu dünyanın işleri diyorlar; daha yaşanacak çok aşklarım var benim diyorum, yaşadıklarının ne hayrını gördün diyorlar... bu son diyorum bu son, beklemiyorlar...
Gitmeliyim. Biraz sakinleşmeli, daha sağlıklı düşünmeli, hatta varsa eğer bunu bilen birilerinden sevmeyi öğrenmeliyim. Kal demeni bekleyemem güzelcim, gittiğimden bile haberin yok ki... cismim yine burada... ben yine cıvıltılarımla ortalığı şenlendiriyorum. Kırık kanadım her geçen gün iyileşiyor... ya sen? Sen ne alemdesin? ? ?
kaçan son trendir bu...
elveda aşklarım
elveda sancılarım
elveda ihanetlerim
elveda hıyanetliklerim
elveda gençliğim
elveda...
ı ıh... bu cümleler fazla arabesk oldu. Şöyle daha tumturaklı bir ifade bulmalı, daha karışık cümleler kurmalıyım ki insanlar benim bir türlü ne dediğimi anlayamasınlar... oysa giden de benim kalan da. Cümleler arabesk ya da kafa karıştıran cinsten ne fark eder... ben gidiyorum ya...
Al beni koynuna anne. Kokunu hatırlat bana. Nasıl kadın olunur, nasıl anne olunur, anlat... anlat hele babamla önce evlenip sonra ona nasıl aşık olduğunu... anne izin ver yine senin küçük sarı kızın olayım. Anne tut ellerimi...
anne ağlamak istiyorum, beceremiyorum. Bir tokat at yüzüme gözümden yaş fışkırtanından. Ağlamam gerek anne... gözlerim Karadeniz’den Akdeniz’e dopdolu, cümle denizlerin tuzu basılmış gönül yâreme. Tut ellerimden anne, düşüyorum. Ağlamak istiyorum...
...soğuk çıktı yine...
...Üşüyorum...
...Ay parlıyor...
...bu ne zemheridir bre...
...dansetmek istiyorum...
...Ay ışığında benimle dans eder misin?
...Edemezsiiiin........... adamın aklını alırım...
“ay karanlık, gece, vurdular beni
yarin çevresine sardılar beni”...