Ayrıntılı Konu Bilgileri
Sayfa BaşlığıKonu: Hayat: Sabır sancağında şükür atını şahlandırmak
Mesaj SayısıMesaj Sayısı: 0 cevap var
OkumaGösterim: 935
Google Özel Arama

Gönderen Konu: Hayat: Sabır sancağında şükür atını şahlandırmak  (Okunma sayısı 935 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.


 


Ben bana sahip değilim

Hiçbir şey için 'BENİMDİR' deme,

Sadece de ki 'YANIMDADIR' .

Çünkü
Ne altın,
Ne toprak, ne sevgili
Ne hayat, ne ölüm,
Ne huzur, ne de keder
Daima seninle kalmaz. (H. Lawrence)

Kasım ayından mıdır nedir; bugünlerde ayrılığın en tiz tonundan nağmeler bırakıyor kulağıma kâinat. Mesela yapraksız kalan ağaçlar, dallarının ayrılık çıplaklığıyla neler anlatmaz ki insana… Ancak, ben bunca ayrılık perişanlığı içinde, buselik makamında tatlı bir ayrılık hüznünün yaşanması gerektiğine inananlardanım. Zira Lawrence’in dediği gibi; her şey benimdir yerine her şey yanımdadır diyebiliyorsa insan, nice ayrılıkların ardından, perişan olup yerle bir etmez dünyasını.

Sahi, çoğu zaman bir şey, bir nesne, bir olay veyahut bir kişi için bin şeyi, bin nesneyi, bin olayı veyahut bin kişiyi yıkmıyor, kırmıyor, yok saymıyor muyuz?

Evet, çoğu zaman yaşanan gitmelerle yaşam durur bizim için. Sözüm ona,

“Bundan sonra nasıl yaşanır? Nasıl nefes alabilir ve nasıl gülünebilir?” gibi sorularla, zaman bundan sonra, dursa da olur; geçse de... Artık mânâsını kaybetmiştir büsbütün çünkü.

Derken, elimizi çektiğimiz saatler, odalara hapsettiğimiz bedenimize rağmen geçer. Tüm yaşanacaklar, biz olmadan da yaşanır. Ve saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere eklenir biter inadına. Zaman geçerken “Asla” dediğimiz nice kelimelerimiz, yerini “acabalara” bırakır. Ve gemimiz hiç hatırımıza getirmediğimiz bir sahile demirleyip, inmemizi bekler.

Ancak şurası da var hayatın: Yaşadıklarımızdan geriye kalanlar bazen yıpratsa da, derbeder edip perişan etse de, hiçbir acı sonsuz değil. İnsan kimi zaman en mutlu olduğu, “Bir daha hüzünlenir miyim ki?” dediği yerden yara alırken, “Hiç unutur muyum bu acıyı?” dediği yerde de gülmeye başlar.

Peki, iki ayrı kutup arasında sıkışan insanoğlu, tezatların çarpıştığı dünyada dengeyi nasıl sağlayabilecek? Sabır ve şükür dengesi dediğimiz kulluk bilinci nasıl olacak? Bunun elbette birden fazla cevabı var. Ama burada âdeta bir rahmet parıltısından bahsetmek, elbette yerinde olacak.

O da unutmak ve hatırlamak…

Gerçekten unutmak gibi bir nimet olmasa, nefes almak insana ne kadar acı verirdi! Dolayısıyla zihnimizin en mutena yerinde bir rahmet parıltısı olarak, istenmeyen ve bizi acıtan, hayatı bize dar eden bütün durumları aydınlığında silebiliyor. Tipik, beyindeki uru temizlemek için yapılan cerrahi müdahale gibi. Dahası; nasıl ki insan bedeninden kâinata, hemen her şey kendinden temizlik ameliyesi içinde çalışıyorsa, zihin de bunlardan birisi olamaz mı? Zihnimiz de yaratılış harikası olarak, yaşanmışlık isimli urları, “unutmak” denen cerrahi müdahaleyle silip atmıyor mu?

Dostumu dinliyorum: “Babam öldüğü zaman, ‘Allah’ım bundan daha büyük acı ne olabilir ki?’ deyip günlerce kendimi perişan etmiştim. Babamın yasını çekerken, Allah’ın bana bahşettiği kızım babamın acısını hafifletti. Onunla avundum ve zamanla acımı unuttum. Ondan sonra, başıma ne gelirse, ‘buna da şükür’ deyip susuyorum” gibisinden bir anısını anlatıp gözlerinden akan birkaç damlayı elleriyle silerken, unutmakla birlikte müspet tarafından hatırlamanın da önemli olduğu zihnime nakşediliyor sanki. Ve bir bakıma; nasıl ki unutmak ancak sabırla anlamlı oluveriyorsa, hatırlamak da şükürle anlamlı bir çehreye bürünüveriyor.

Hatırlıyorum da; küçükken ufak tefek şeyler için ne kadar ağlardık. Bir tutam saç, bir oyuncak araba, bir bebek… Şimdiyse büyüdük ve çok büyük sandığımız olaylar bizi yine ağlatıp perişan etmekten geri durmuyor. Peki, çocukluk hallerimize gülerken, yaşadığımız kötü olaylar dolayısıyla neden sabır ve şükür denen iki sımsıkı halatı bırakıp kendimizi harap ediyor, “Her şey Allah’tandır, mutlaka ona döndürüleceğiz” diyemiyoruz?  Başımızı kumdan şatolarımıza gömmek yerine; ölümler, iflaslar, savaşlar ve benzeri dört bir yanımızda meydana gelen büyük hüzünlerden ibret alıp da neden kulluğumuzu hatırlayamıyoruz?

Oysa bize düşen, küçük hüzünlerin peşinden yitip gitmek yerine, unutmaya çalışıp sabır sancağı altında şükür atlarımızı şahlandırmalıyız hayat meydanında. Yeter ki kim olduğumuzu ve nerden gelip nereye gideceğimizi daima hatırımızda tutalım… Böylesi bizi daha güçlü kılacaktır…

Bana bu denli sabır ve şükür denen makamlarla eşdeğer tutulabilecek unutmak ve hatırlamak gibi kavramları düşündüren, çoğu insanın daha yataklarından kalkarken yorgun yüzlerle nefret ve şikâyetlerle başlıyor olmasıdır güne. Sabır ve şükür hak ise getire…  Sanki dünya düşmüş de üstümüze, altında kalmışız. “Sabahın körü…” düşüncesi de bu yaşamın bir sonucu olsa gerek. Oysa sabahın hayrında şunu sormak lazım: “Derdin nedir? Hayırdır?”  Büyük bir çoğunlukla alacağımız cevaplar, bir ceviz kabuğunu doldurmayacak cinsten olacağı aşikârdır.

Bence bunun için arada hastanelere, huzurevlerine, çocuk yuvalarına, hapishanelere, aşevlerine gitmek gerekir. Oradakilerin hayat hikâyelerini dinleyerek, sabredilip şükredilecek ne kadar çok şeye sahip olduğumuzu belki o zaman idrak ederiz… Belki de hayatın teferruat tufanında irdelemeleri bırakıp, “acısı gitti, lezzeti kaldı” diyebilmek için bu tür etkinlikler gerekeli.

Unutmayalım: Günlük hayatın hayhuyu içinde yuvarlanmak yerine, yaşadığımız olumsuzlukları unutup Hakk’ı hatırlayarak teslim olmak gerekir ki, selamet ve istikamet üzere bir hayat sürelim.  Eskilerin ân-ı dâim dedikleri “ya hu” düşüncesiyle geçmişin acıları ve gelecek kaygılarını ancak bu şekilde sırtımızdan indirebiliriz. Yoksa gemiye bindiği hâlde, bavulunu elinden bırakmayan şaşkın yolcu durumuna düşme ihtimali var.  Bu bağlamda her şeyin fâni ve kararsız olduğunu bilmek değil, uygulamak esastır.
Bu da “iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saаdet-i dâreyni iktiza eder…(Said Nursî)” düşüncesini lisan-ı hâlimizle yaşamaktan geçer vesselam…


Paylaş delicious Paylaş digg Paylaş facebook Paylaş furl Paylaş linkedin Paylaş myspace Paylaş reddit Paylaş stumble Paylaş technorati Paylaş twitter
 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son İleti
2 Yanıt
1649 Gösterim
Son İleti 08 Mayıs 2013, 12:33:01
Gönderen: sevdaligul
2 Yanıt
2058 Gösterim
Son İleti 12 Şubat 2009, 20:17:36
Gönderen: sevcan turğut
1 Yanıt
1178 Gösterim
Son İleti 12 Eylül 2007, 01:16:52
Gönderen: PERİ
0 Yanıt
403 Gösterim
Son İleti 02 Ağustos 2013, 07:19:48
Gönderen: dj_ibo_g_h
0 Yanıt
1016 Gösterim
Son İleti 05 Ağustos 2013, 10:38:24
Gönderen: sevdaligul