RUKAYYE ZAT'UL-HİCRATEYN
İki Hicret Sahibi Rukayye (R, Anhâ}» Seyyidu'l-Beşer'in Kızı Rukâyye (R. Anhâ)
O, Rasûiüiiah'ın (S.A.V) kızıdır. Annesi Hz. Hadîcedir. Rasûİüllah'? peygamberlik gelmeden yedi yıl (on yıl da denilmektedir) önce doğmuştur. Zeynebin Ebül-Âs b. Rebî' ile evlenmesinden kısa bir süre sonra Rasûlüllah (S.A.V)'in evine Abdül-Muttalib ailesinden bir heyet geldi. Bu heyet güvenilir amcazadelerinin akrabalığını arzu ederek gelmişlerdi. Daha doğrusu Kureyş gençleri arasından şerefte denkliği bulunanların daha önce davranmasından endişe etmişlerdi.
Rukayye ve Ümmü Gülsüm huylarının birbirine benzerliği ile biliniyorlardı. Heyet geiince Ümmü Gülsüm, zekâsıyla niçin geldiklerini anlayarak, Rukayye'ye :
«Bana göre sıran geldi, ey Rukayye...» dedi.
Rukayye cevap vermeye davranırken Patıma atılarak Ümmü Güî-sümün sözüne şu cevabı yapıştırdı :
-»«Aksine ikinizin de sırası geldi.»
Fatıma bu sözü nasıl söylemişti. Açıklayalım; misafirler geldiğinde o babasının dizinin dibinde oynayarak vaktini geçiriyordu. Hemen oradan ayrılmadı. Onların az sonra ayrılıp gideceklerini hesabetmişti. Babasının yanında olmaktan duyduğu mutluluğun kesintiye uğramas'-nı istememişti.
Gelenlerin başındaki EbÛ Talibin sözünü duyunca da bu fırsat kendisine doğdu. Ebû Talib diyordu kî :
Yeğenim, Zeynebi Ebül-As b. Rebî'e verdin. Ö gerçekten şerefli bîr hısımdır. Ancak amcayın oğullan, Hatice'nin yeğeninin eide ettiği şerefe kendilerinin de layık olduğu görüşündeler. Zaten de şeref ve soy bakımından ondan geri kalmaklar,»
Rasûlüllah (S.A.V) bu söze ;
«Doğru söyiedın, amcacığını.» diye cevap verdi.
Ebû Tâİib konuşmasını sürdürdü :
«Biz sana kızlarımız Rukayye ve Ümmü Gülsüme dünür olmak için geldik. Onları amcay:n İki oğluna vereceğini umarım.»
Rasûlüllah (S.A.V) :
"Akrabaya önem vermek gerekir. Ancak amcacığım bana bjraz s re versen de bu konuda kızlarımla konuşSam olmaz mı?» buyurdu.
Fatıma daha fazla dinleyemedi, koşarak evin harem bölümüne geçti ve Rukayyeyie Ümmü Gülsüm'e önemli haberi yetiştirdi. İki kız kardeş duydukları sözle sarsıldılar. İş beklenmeyen ani bir şeydi." Bunun için donuk bir sessizlik çöktü üzerlerine. Birbirlerine bakışıyorlardı. Sanki biri diğerinden yardım umuyor veya durumlarını açıklamasını bekliyordu. Ancak cevapsız, bakışıp durdular.
Biraz sonra Fatıma'ya dönerek ikisi birden.
«İhtiyar atamız hangi amcamızın iki oğlu için çalışıyor, öğrendin mi?» diye sordular.
Fatıma :
«Hayır, dedi, atamızın sözünü işitince sabredemedim. Sonunu i lemeden haberi size ulaştırmak için koştum.»
Bir süre başını eğip düşündü. Fatıma, sonra alçak bir sesle, kendi kendine söylendi:
«Dünür olanların isimleri beni ne ilgilendirir ki, kim olurlarsa olsunlar. Ne az, ne çok durumu değiştirmez bu. Yakında izdırapiı durum tekrarlanacak. Daha önce Zeyneb'de. olduğu gibi Rukayye ve Ümmü Gülsüm evimizden çekilip alınacaklar. Bu evden :başka bir eve geçecekler, Ben işe burada kardeşsiz yalnız başına kalacağım,»
Annesi kız kardeşlerini çağırmak için gelince gözlerine yaş hücum etti. Annesinin önemli işle meşgul elması küçük kızı Fatıma'nin
ağlamasını gözünden kaçırmadi. Hemen ilgilenip şefkatle sordu :.
«Niçin ağlıyorsun.küçüğüm?» Annesinin boynuna sarılarak:
«Beni senden ve babamdan çekip alacak birine bırakma anneciğim, ben sizin ikinizin ayrılığına dayanamam.»
Hatice onun sözüne tebessüm ederek :
«Asla, tatlım, seni bırakırmıyız, sen istedikten sonra...» diye cevap verdi.
Fatıma çocuk saflığıyla bağıçdı:
«Ama ben istemiyorum, istemiyeceğinr
Anne yavaş sesle ve kederle konuştu :
«Şimdi böyle dersin küçüğüm, bizde zamanında böyle demiştik.»
Gözlerini yumdu. Hatıralar onu ön dört yıl öncesine götürdü; o zamanlar elini herşeyden çekmiş, evlenmemeye karar vermişti. Hz. Muhammed (S.A.V)'le karşılaşıncaya kadar hayatını böyle sürdürmüştü. Çok geçmeden Emin genç kendisine dünür olmuştu. Aslında Emin gence doğru kalbiyle koşan kendisiydi. Kureyş ileri gelenlerinden aldığı evlenme tekliflerini geri çeviren birisi olduğu halde, fakir bir gençle evlenmesinden dolayı Kureyş toplumundan karşılaşması muhtemel tepkiye aldırmaksızin, halkın dedikodusuna kulak asmaksızm bu evliliğe can atmıştı, İşte bu genç adamla evliliğinin üzerinden on küsur yıl geçtikten sonra durmuş, karşılaştığı şu mutlu günü kutluyor ve tatlı hatıralarını yadediyordu. Elli beş yaşında soğukluğunu gideren sevgi sıcaklığını damarlarında hissediyordu.
Neşvesine daldığı tatlı hülyalarından sıyrılırken küçük kızı Fatıma şu soruyu sordu:
«Anneciğim, dünür olunan iki genç kimdir?»
Yakınında durup kendisine kulak kabartan Rukayye ve Ümmü Göl-sünı'e bakarak kısaca cevapladı :
«Amcanız Abdül-Uzza'nın iki oğiu: Utbe ve Uteybe'dir.» Cevabının iki kızı üzerindeki tesirini görmek için onlara uzun uzun baktı, ancak onlar bir şey söylemektense odalarına çekilmeyi yeğlediler.
İki kız kardeş istikballeri konusunda birbirine birşey diyemiyor-lardı, ama ikisinin düşüncesi de bir nokta etrafında dönüyordu şüphesiz: Aileleri niçin evlendirilmelerinde bu kadar acele ediyorlardı? Ümmü'Cemil'in evine geçişe ahşacak kadar bir zaman kendilerine tanınmalı değil miydi?
Ümmü Gülsüm Rukayye'ye :
«Biliyorsun ki babamız bu işe biz olmadan karar vermez. Ne yapmayı düşünüyorsun?» diye sordu.
Rukayye'nin yüzü soluktu, cevapladı:
«Ben babasına karşı terslenen kızlardan değilim. Ailesine sine zorluk çıkaran birisi hiç değilim.»
Sonra kız kardeşine bakarak sevgi ve ilgiyle konuşmasını sürdürdü:
«Kardeşcağızım bunu kendine dert edinme, nasıl olsa ikimiz beraber olacağız ya..»
İş endişeyle karışık bir vaziyette olup. bitti. Rukayye, Utbe b. Ebî Leheble kız kardeşi Ümmü Gülsüm ise Utbenin kardeşi Uteybe ile evlendi. Muhammed (S.A.V) kızlarını kutladı ve'onları Allahın muhafazasına emânet etti. Sonra ibâdetine ve tefekkürüne döndü.
Babasına peygamberlik gelmeden önce o, Utbe İbn Ebî Leheb İbn Abdilmuttalib'le evlenmişti. Rasûlüllah'a peygamberlik gelince annesi Hadîce kız kardeşleri Zeyneb, Ummu Kulsum ve Fâtıma'nın müslü-man oldukian sırada o da müslüman olmuştur.
KureyvŞİÜer kızları konusunda Rasûlüliah [S.A.V) Efendimiz aleyhinde birleşip şöyle dediler:
«Muhammed'i yeni görevini yapma konusunda kendi başına buyruk bıraktınız, kızlarını ona geri veriniz ki onların meşgalesi onuızdı-raba sürüklesin.»
Rasûlüliah (S-A.V)'in üç damadına da varıp, hepsine ayrı ayrı :
«Karını boşa biz sana istediğin Kureyşli kadını alalım.» teklifinde bulundular.
Ebül-Âs hanımı Zeynebi hiç bir'Kureyşli kadına değişmeyeceğini
fade ederek bu teklifi reddetti. Ebû Lehebln İki tfğİu ise hemen bu teklifi kabul ettiler. Utbe, Rukayye'riiri yerin© Sâid b. ehÂs ailesinden bir1 kadınla nikâhiandi:
Aslında Ebû Lehebln iki oğlunun Kureyşin teklifine uymalarına zaten gerek kalmamıştı. Anneleri Ümmü Cemi! daha önce onları bo-Şânmayâ zorlamıştı. Mühamrnedln İki kızıyla aynı dam altında yaşama-rtiayâ yemin" etmişti. Devamlı bir şekilde kocası Ebû Leheb'i İki temiz peygamber kızına karşı öyle kışkırtmıştı. Allah Tâ'âla «Ebu Leheb'in gîİsrİ kürüsün, kurudu da» âyetlerini indirince, Ehıı Leheb oğlu Utbe'ye:
— Onun kızını boşamazsari, başım basıda haram olsun (seninle yü^yüze ğelfîieyeyim) dedi.
Utbö, Rasûlullah'ın kızı Rukayye'den ayrıldı. Bu iki goncagül sevgi Ve sükûn kanatlarının ısıttığı'ilk evlerinden öyle bir yere gitmişlerdi kî orada kendilerini, sırtına şeytanın -bindiği diken diili bir kadın karşılamıştı. Onun ağır gölgesi sabah akşam üzerierindeydi. Her hareketlerini gözetim altında tutuyordu. Her bakışıyla, susuşuyİa, mırıltı-sıyla, aldırmaz görünüşüyle bile onları hesaba çekiyordu. Onların güzel huylan, lâtif ve temiz hareketleri Hz. Hadîce'yi hatırlattığı için kıskançlık ve kini kabarıyor ve hayatı onlara dar etmeye çalışıyordu.
İki yeni gelin kayınvalidelerinin yaptıklarını sabır ve güzellikle karşılayınca onların alçaldıklarını zannediyor, bununla kibre, gurura sürükleniyor, dolayısıyla kabalığı, acımasızlığı arttıkça artıyordu.
Bu iki sabırlı varlık ise duru,mu-babalarına şikâyet yollu iletmeyi düşünmüyorlardı. Ümmü Cemil'in kötülüklerinden bahsederek anne ve .babalarının huzurunu bozmayı istemiyorlardı.
Her birinin .sıkıntısını hafifletmek, derdini açmak için diğerine yaklaşıp içini döktüğü düşünülebilir. Ne yazık ki bu da mümkün değildi. Zira Ümmü Cemi! ortalıkta hazır bekleyip duruyordu. Gücünün yettiğince iki kız kardeşin başbaşa kalmasına engel oluyordu. Gücü yetse ikisinin arasına kocaman bir set çekecekti.
Sıkıntıya böylece sabır ve sükûnetle göğüs geriyoriarken Cenabı Hak ikisine de merhametîyİe muamele ederek onları odun hammalının tuzağından, cimri ve uğursuz yaşayışından kurtardı.
Bütün bu belâlara karşı Rukayye ve Ümmü Güisüm'ün, Allah yo-lunda karşılaşılan her şeyde babalarına ortak olmak hoşlarına gidiyordu. Kendilerini bütün bu eziyetleri yüklenmeye hazırlıyorlardı.
Gerek odun hammalının, gerek müşriklerin zanm boşa gitti. Ne kızları Rasûlüllah (S.A.V)'i davetinden alıkoydular, ne de onların boşanması kendisine ağır geldi. Allah bu iki kızcağızı da gerek odun ham-malıyla, gerek Ebû Leheb'le aynı evde yaşama mihnetinden kurtarmıştı. Sonra aradan fazla geçmeden Allah ikisine de eski kocalarından daha hayırlı birini nasibetmişti. Bu İslama ilk giren sekiz kiişden ve Cennetle müjdelenen son Sahabeden birisi olan Osman b. Affan b. Ebil-Âs b. Umeyye b. Abdi-Şemsti. Utbe, Rukayye'yle yatmamıştı. Sonra onunla Hz. Osman evlendi. Kureyş, Rasûlullah'ın ashabına yaptığı işkenceyi artırınca Peygamber (S.A.V) onlara Habeşistan'a hicret etme izni verdi. Bisetin (peygamberliğin] beşinci senesinin Receb ayında, yola çıkan müslümaniarın ilki Hz. Osmanla Rasûlullah'ın kızı Rukayye'ydi. Osman b. Affan Habeşistan'a ilk hicret eden Sahabî idi. Yanında da daha yeni evlendiği zevcesi Rukayye [R. anha) vardı.
Hz. Osman hicret ederken sevgili yurduna bakışlarıyla veda ederken Rukayye göz yaşlarım tutamadı. Zevcinin peşine düşüp hicret yolculuğuna başlamadan önce doğup büyüdüğü evi, yerleri dolaştı, annesini, babasını üç kız kardeşini kucakladı.
Bineğinin beklediği yere gitmekte ağır davrandı. Ayrılık vakti gelince vatanın görüntüsünü kalbine nakşetmek istercesine doya doya baktı, gözlerinden yaş seli kendiliğinden akıyordu.
Develer de, şehirlerin anası Mekke'nin güzel kokusundan son defa, daha çok yararlanabilmek için, yavaş yavaş harekete geçtiler. Uçsuz çöllere çıkınca da deve yedicilerin okudukları şarkıya uyarak hizh hızlı yürümeye başladılar:
«Aileden ve vatandan ayrılmak zordur.» «Ama iman yolunda feda olan kalbdir.» «Ruh ve bedenleri Rabbim kabul etsin.» «Rabbim kabul etsin.»
Hüzün dolu bu ses Rukayyenin kalbini titretiyordu. Bu sese kulak verdikçe kederinden ürperiyordu. Sonra, Mekkenin uzaktan da olsa, belli belirsiz de olsa bir parçasını görebilmek ümidiyle mahfesinden uzanıp gerilere baktı. O anda kendinden bir kaç adım geriden gelip, kendisine ilgiyle ve sevgiyle bakan zevci Hz. Osman; gördü.
Rukayye onun ne düşündüğünü anladı. Bunun üzerine yüzü hoşnutlukla işıdı. Şöyle dedi:
«Allah bizimle ve Kabenin yanında bıraktığımız sevgili kişilerle beraberdir.» Onlarla iigili haber Rasûiüllaha geç ulaştr Kureyşli bîr kadın gelip şöyle dedi :
— Muhammedi Damadını ve yanında hanımını gördüm. Damadın hanımını zayıf bir eşeğin üzerinde götürüyordu.
Rasûlüllah (S.A.V) şöyle buyurdu :
— Allah onların yardımcısı olsun! Osman, Lût (A.S)'dan sonra ailesini hicret ettirenlerin ilkidir.
Muhacirler içinde Mekke'ye an çok iştiyak duyan Rukayye (R.anha) idi. Bu gün olduğu gibi daha önce hiç ana babasından ve kardeşlerinden uzak kalmamıştı. Olayların ağırlığı sıhhatine o kadar etki etti ki ilk çocuğunu düşürdü. O kadar zayıfladı ki muhacirler ölecek diye korktular.
Ancak zevci Osman'ın gözetimi ve sevgisi olsun, muhacirlerin ilgi ve yardımı olsun sıkıntının atlatılmasına yardımcı oldu. Bir süre sonra da Mekke'den gelen haberler sıhhatini kazanmasını sağladı. Bu habere göre Kureyşiîler Rasûlüliah (S.A.V] ve Sahabelerinin yola gelmelerinden ümitlerini kesmişler. Haşimoğullarmın üzerine tatbik ettikleri kuşatmayı kaldırmışlardı.
Bunun yanında bazı şayialar da duyuldu. Buna göre Kureyşliler, Rasûlüllah (S.A.V)'in davasında kahramanca sebat ettiğini, ona uyanların imanlanndaki doğruluğu görünce doğru yola meyletmiş, bîr gurup Kureyşli ikna olarak İslama dönmüş, diğer bir gurup ise Rasûlüllahın işi yüze çıkınca şeref yolunu tutmuştu.
Habeş muhacirleri bu şayialara ve dedikodulara kulak kabartmış, kalblerinde vatana dönme arzusu alevlenmeye başlamıştı.
Bir kısmı bu haberlerin sıhhat derecesini araştırmadan alelacele dönüş hazırlıklarına başlamışlardı. Dünya'nın en az'İ2 ve en sevgili yurduna iştiyak duyuyorlardı çünkü... Bir kısım muhacirler ise hicret ettikleri bu yeni yurtta kalmayı tercih ediyorlardı. Çünkü Kureyşin Rasü-iüliah (S.A.V)'e meylettiğine ve müslümaniarın sayısının arttığına dair gelen haberleri ihtiyatla karşılıyorlardı. -
Kizıldenizi geçip yüklerini bineklerine yükletince sevince bürünerek Kabe'ye kavuşma arzusuyla hızlı bir yolculuğa başladılar. Kalbleri kendilerinden önce vatana doğru uçtu. Mekke'nin çok yakınına gelinceye kadar da bu durum sürdü.
Mekke yakınına gelince, ümitler söndü. Orada, kızgın kayaların oluşturduğu arazide müslüman kardeşlerinin Kureyşli zebaniler tarafından en ağır şekilde eziyete, işkenceye tabî tutulduklarını gözleriyle gördüler.
Dönenler sağlarından sollarından helake sürüklenen insanların feryatlarını işitiyorlardı. Kafilenin develerini şiirleriyle yeden sürücü sustu, sevinç uçtu, rüya parça parça oldu, iyi duygular dağıldı gitti...
Bu bölgede gün boyunca konaklayıp beklediler. Gece olunca bir kısmı Velîd b. Muğîre el-Mahzûmî veya Ebû Talib b. Abdül-Muttalib el-Haşîmî'nin güvencesinde Mekke'ye girdiler.
Onların ardından diğerleri Kabe'nin mukaddes haremine sığınarak, yüzlerinde şehidlik isteği ışıyarak Mekke'ye girdiler.
Rukayye iştiyakla kendini baba ocağına attı. Kız kardeşleri Ummu Gülsüm ve Fatıma hemen etrafını sardılar ve atılıp kucakladılar. İkisi de göz yaşlarını zor tutuyorlardı. Rukayye onların elinden kurtulup sordu
«Babam nerede? Annem nerede?» İkisi birden cevapladılar:
«Babam sıhhat ve afiyettedir. Seninle beraber gelen Habeş muhacirlerini karşılamaya çıktı.»
İkisi de dudakları titreyerek gizli bir ah çektiler.
Kalbine korku yerleşen Rukayye canhıraş bir sesle tekrar sordu.
«Annem, nerede o?»
Ümmü Gülsüm başını eğip sustu. Fatıma ise yan odaya koşara! hıçkırıklar içinde sarsila sarsıla ağlamaya başladı.
Bunun üzerine Rukayye soru sormaktan vazgeçti. Sendeliyerek merhum annesinin odasına yürüdü. Göz pınarları kurumuş bir soğuklukla yatağına baktı baktı..
Ta babası gelinceye kadar. Babasıyla karşılaşmanın verdiği hararetle göz pınarlarının buzları çözüldü. Babasının sevgisi şefkati kızının kalbine oturan buzdağlanni dağıttı.
Kederinin ağırlığı derecesinde göz pınarlarından yaş seli çağlayıp indi. Sonra şerefi dünyayı tutan zatın sevgili babasjnın göğsüne kapandı kendisini sükûnet ve sabır ummanına bıraktı.
Bundan sonra Mekke'de ikameti uzun sürmedi.' Babası Medine'ye hicret etti.
Kureyş, Ensar'in Rasûlüllah'a (S.A.V) bey'at ettiğini öğrenince Rasûlüllah'a düşmanlığı artırdı. Müslümanlar Rasûlüllah'tan hicret için izin istediler. Rasûiüllah onlara Yesrib'e hicret izni verdi. Onlar hicret ettiler. Arkasından Rasûiüllah • [S.A.V) da hicret etti. Peygamber (S.A.V) mescidini ve odalarını inşa edince Zeyd İbn Hâris'le azatlı kölesi Ebu Rafi'i Mekke'ye gönderdi. Onlarda Rasûlüllah'ın ailesini getirdiler. Böylece Rukayye Medine'de bulunan kocası Hz. Osman'a kavuşmuş oldu.
İkinci ve son hicret yurdunda oğlu Abdullah b. Osman'ı dünya'ya getirdi. Yeni evi kendisine daha bir şen geldi. Yavrusunun varlığıyla ilk çocuğunu kaybetmenin acısını annesinin vefatı dolayısıyla uğradığı derin üzüntüyü ve iki hicreti dolayısıyla taddığı gurbet sancısını unutmaya ve avunmaya çalıştı.
Keder ve üzüntüden yeterince payını aldtğtnı sandı, ancak Cenabı Hak ona yeni bir sınama kapısı açtı, yeni bir keder verdi.
Oğlu Abdullah b. Osman bir horozun gagalaması sebebiyle altı yaşında hastalanarak vefat etti.
Hz.s Rukayye bu acı kaybın ağırlığı altında sarsıldı hummaya yakalandı, kızamığa yakalandığı da söylenmiştir.
Rasûlüllah (S.A.V) Ebu Sufyan'm Şam'dan gelen kervanına karşı çıkmaya hazırlanırken Rukayye kızamığa tutuldu.
Hz. Osman zevcesinin yanında geçirdi günlerini... Ona baktı, Rasûiüllah (S.A.V)'în müezzininin cihad çağrısını duyuncaya kadar da bu bakımı sürdürdü. Muhacirlerle Ensar Bedîr'de düşmanı karşılamak İçin savaşa çağrılınca Osman da bu şerefli davetçiye uymayı arzuladı. Ancak kalbi sekeratı mevt durumunda bulunan Rukayye'nin yanından da ayrılmak istemiyordu. Rasûlüllah (S.A.V)'in emriyle Bedîr savaşından geri kaldı ama kendisi için en aziz bir varlık olan hanımının ölüm mücadelesine şahit olmak durumunda kaldı.
Bu mücadele şiddetli oldu ve uzadı. Sonra gözleri kocasında mübarek ruhu dudaklarında titreştikten sonra nazenin vücûdu terkettî.
Hz. Osman ayrılığın acısıyla zevcine baka kaldı. Kulaklarında ölümün hırıltısıyla müslümanların Bedîr'deki zaferlerini müjdeleyen haykırışlar karışıyordu.
Zeyd İbn Harise Müslümanların Kureyş'e galip geldiği haberini götürmek üzere Bedir'den dönerken Rasûlüllah'ın kızı Rukayye öldü. Onlar Rukayye'yi defnettikleri sırada Hz. Osman bir tekbir duydu. Usâ-me İbn Zeyd'e
— Bu nedir? diye sordu.
Baktılar ki, Bedir'de Ebu Cehil İbn Hişam Umeyye İbn Halef, en-Nadr İbnu'l-Haris Ukbe İbn Ebî Muayt Rabîa'mn oğullan Utbe, Şeybe ve başka müşriklerin öldürüldüğünü müjdelemek için Rasûlüllah'ın devesinin üzerindeki Zeyd İbn Hârise'yi gördüler.
Hz. Osman hanımını kabre indirdi. Kabrinin toprağını düzelttiğinde Rasûlüllah (S.A.V) Bedir'den geldi. Kızı Rukayye'nin kabri başında durup şöyle dedi
— Selefimiz Osman İbn Maz'un'a kavuş.
Izdıraplı baba gelince son uykusuna yatmış olan kızına yaklaştı. Nazik kalbi hüzün ve kederle dolu olarak onunla bir nevi vedalaştı. Sonra kız kardeşinin yatağına kapanıp hıçkıra hıçkıra ağlayan küçük kızı Fatıma'ya şefkatle eğildi.
Kadınlar Rukayye'nin arkasından ağladılar. Ömer İbnu'l-Hattab geldi. Kırbactyla onlara vurmaya başladı. Peygamber (S.A.V) onun elinden tutup:
— Ömer! Bırak onları ağlasınlar, dedi. Daha sonra Rasûlüllah (S.A.V) şöyle buyurdu ;
— Ölüye karşı duygular göz ve kalple ifade edilirse bu Allah'tandır ve rahmet eseridir, el ve dille yapılırsa bu da şeytandandır
Kızı Fâtıma ağlayarak kabrin kenarına oturdu. Rasûlüllah da elbisesinin yeniyle onun gözyaşlarını siliyordu.
Rasûlüllah'ın, kızı Rukayye'nin vefatı, Rasûlüllah'ın hicretinin on-yedinci ayında olmuştur.
Medine halkı Rasûlüllah (S.A.V)'in iki hicret sahibi kızının cenazesini Bakî kabristanına taşıdı ve aynı gün Bedîr şehitlerinin mübarek kanıyla sulanan Medine'nin temiz toprağına kondu.
Babası Rasûlüllah (SAV), hanımı Rukayye'nin hastalığı sebebiyle Bedir savaşına katılamayan damadı Hz. Osman'a, müslümanlara dağıttığı ganîmetten pay ayırdı. [1