Ayrıntılı Konu Bilgileri
Sayfa BaşlığıKonu: HANIM SAHABİLER(RUKAYYE ZAT'UL-HİCRATEYN)
Mesaj SayısıMesaj Sayısı: 0 cevap var
OkumaGösterim: 861
Google Özel Arama

Gönderen Konu: HANIM SAHABİLER(RUKAYYE ZAT'UL-HİCRATEYN)  (Okunma sayısı 861 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

    çoban

  • Özel Üye
  • *

  • İleti: 1494
  • Rep: +89/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • AH MİNEL AŞKİ VE HALATİHİ AHRAKA KALBİ ...........
    • Profili Görüntüle
  • Çevrimdışı
HANIM SAHABİLER(RUKAYYE ZAT'UL-HİCRATEYN)
« : 06 Mayıs 2007, 10:20:25 »


 

RUKAYYE ZAT'UL-HİCRATEYN
İki Hicret Sahibi Rukayye (R, Anhâ}» Seyyidu'l-Beşer'in Kızı Rukâyye (R. Anhâ)

 

O, Rasûiüiiah'ın (S.A.V) kızıdır. Annesi Hz. Hadîcedir. Rasûİüllah'? peygamberlik gelmeden yedi yıl (on yıl da denilmektedir) önce doğ­muştur. Zeynebin Ebül-Âs b. Rebî' ile evlenmesinden kısa bir süre sonra Rasûlüllah (S.A.V)'in evine Abdül-Muttalib ailesinden bir heyet geldi. Bu heyet güvenilir amcazadelerinin akrabalığını arzu ederek gel­mişlerdi. Daha doğrusu Kureyş gençleri arasından şerefte denkliği bu­lunanların daha önce davranmasından endişe etmişlerdi.

Rukayye ve Ümmü Gülsüm huylarının birbirine benzerliği ile bili­niyorlardı. Heyet geiince Ümmü Gülsüm, zekâsıyla niçin geldiklerini anlayarak, Rukayye'ye :

«Bana göre sıran geldi, ey Rukayye...» dedi.

Rukayye cevap vermeye davranırken Patıma atılarak Ümmü Güî-sümün sözüne şu cevabı yapıştırdı :

-»«Aksine ikinizin de sırası geldi.»

Fatıma bu sözü nasıl söylemişti. Açıklayalım; misafirler geldiğin­de o babasının dizinin dibinde oynayarak vaktini geçiriyordu. Hemen oradan ayrılmadı. Onların az sonra ayrılıp gideceklerini hesabetmişti. Babasının yanında olmaktan duyduğu mutluluğun kesintiye uğramas'-nı istememişti.

Gelenlerin başındaki EbÛ Talibin sözünü duyunca da bu fırsat kendisine doğdu. Ebû Talib diyordu kî :

Yeğenim, Zeynebi Ebül-As b. Rebî'e verdin. Ö gerçekten şerefli bîr hısımdır. Ancak amcayın oğullan, Hatice'nin yeğeninin eide ettiği şerefe kendilerinin de layık olduğu görüşündeler. Zaten de şeref ve soy bakımından ondan geri kalmaklar,»

Rasûlüllah (S.A.V) bu söze ;

«Doğru söyiedın, amcacığını.» diye cevap verdi.

Ebû Tâİib konuşmasını sürdürdü :

«Biz sana kızlarımız Rukayye ve Ümmü Gülsüme dünür olmak için geldik. Onları amcay:n İki oğluna vereceğini umarım.»

Rasûlüllah (S.A.V) :

"Akrabaya önem vermek gerekir. Ancak amcacığım bana bjraz s re versen de bu konuda kızlarımla konuşSam olmaz mı?» buyurdu.

Fatıma daha fazla dinleyemedi, koşarak evin harem bölümüne geçti ve Rukayyeyie Ümmü Gülsüm'e önemli haberi yetiştirdi. İki kız kardeş duydukları sözle sarsıldılar. İş beklenmeyen ani bir şeydi." Bu­nun için donuk bir sessizlik çöktü üzerlerine. Birbirlerine bakışıyor­lardı. Sanki biri diğerinden yardım umuyor veya durumlarını açıklama­sını bekliyordu. Ancak cevapsız, bakışıp durdular.

Biraz sonra Fatıma'ya dönerek ikisi birden.

«İhtiyar atamız hangi amcamızın iki oğlu için çalışıyor, öğrendin mi?» diye sordular.

Fatıma :

«Hayır, dedi, atamızın sözünü işitince sabredemedim. Sonunu i lemeden haberi size ulaştırmak için koştum.»

Bir süre başını eğip düşündü. Fatıma, sonra alçak bir sesle, kendi kendine söylendi:

«Dünür olanların isimleri beni ne ilgilendirir ki, kim olurlarsa ol­sunlar. Ne az, ne çok durumu değiştirmez bu. Yakında izdırapiı durum tekrarlanacak. Daha önce Zeyneb'de. olduğu gibi Rukayye ve Ümmü Gülsüm evimizden çekilip alınacaklar. Bu evden :başka bir eve geçe­cekler, Ben işe burada kardeşsiz yalnız başına kalacağım,»

Annesi kız kardeşlerini çağırmak için gelince gözlerine yaş hü­cum etti. Annesinin önemli işle meşgul elması küçük kızı Fatıma'nin

ağlamasını gözünden kaçırmadi. Hemen ilgilenip şefkatle sordu :.

«Niçin ağlıyorsun.küçüğüm?» Annesinin boynuna sarılarak:

«Beni senden ve babamdan çekip alacak birine bırakma anneci­ğim, ben sizin ikinizin ayrılığına dayanamam.»

Hatice onun sözüne tebessüm ederek :

«Asla, tatlım, seni bırakırmıyız, sen istedikten sonra...» diye ce­vap verdi.

Fatıma çocuk saflığıyla bağıçdı:

«Ama ben istemiyorum, istemiyeceğinr

Anne yavaş sesle ve kederle konuştu :

«Şimdi böyle dersin küçüğüm, bizde zamanında böyle demiştik.»

Gözlerini yumdu. Hatıralar onu ön dört yıl öncesine götürdü; o zamanlar elini herşeyden çekmiş, evlenmemeye karar vermişti. Hz. Muhammed (S.A.V)'le karşılaşıncaya kadar hayatını böyle sürdürmüş­tü. Çok geçmeden Emin genç kendisine dünür olmuştu. Aslında Emin gence doğru kalbiyle koşan kendisiydi. Kureyş ileri gelenlerinden al­dığı evlenme tekliflerini geri çeviren birisi olduğu halde, fakir bir gençle evlenmesinden dolayı Kureyş toplumundan karşılaşması muh­temel tepkiye aldırmaksızin, halkın dedikodusuna kulak asmaksızm bu evliliğe can atmıştı, İşte bu genç adamla evliliğinin üzerinden on kü­sur yıl geçtikten sonra durmuş, karşılaştığı şu mutlu günü kutluyor ve tatlı hatıralarını yadediyordu. Elli beş yaşında soğukluğunu gideren sevgi sıcaklığını damarlarında hissediyordu.

Neşvesine daldığı tatlı hülyalarından sıyrılırken küçük kızı Fatıma şu soruyu sordu:

«Anneciğim, dünür olunan iki genç kimdir?»

Yakınında durup kendisine kulak kabartan Rukayye ve Ümmü Göl-sünı'e bakarak kısaca cevapladı :

«Amcanız Abdül-Uzza'nın iki oğiu: Utbe ve Uteybe'dir.» Cevabının iki kızı üzerindeki tesirini görmek için onlara uzun uzun baktı, ancak onlar bir şey söylemektense odalarına çekilmeyi yeğledi­ler.

İki kız kardeş istikballeri konusunda birbirine birşey diyemiyor-lardı, ama ikisinin düşüncesi de bir nokta etrafında dönüyordu şüphe­siz: Aileleri niçin evlendirilmelerinde bu kadar acele ediyorlardı? Üm­mü'Cemil'in evine geçişe ahşacak kadar bir zaman kendilerine tanın­malı değil miydi?

Ümmü Gülsüm Rukayye'ye :

«Biliyorsun ki babamız bu işe biz olmadan karar vermez. Ne yap­mayı düşünüyorsun?» diye sordu.

Rukayye'nin yüzü soluktu, cevapladı:

«Ben babasına karşı terslenen kızlardan değilim. Ailesine sine zorluk çıkaran birisi hiç değilim.»

Sonra kız kardeşine bakarak sevgi ve ilgiyle konuşmasını sürdür­dü:

«Kardeşcağızım bunu kendine dert edinme, nasıl olsa ikimiz bera­ber olacağız ya..»

İş endişeyle karışık bir vaziyette olup. bitti. Rukayye, Utbe b. Ebî Leheble kız kardeşi Ümmü Gülsüm ise Utbenin kardeşi Uteybe ile ev­lendi. Muhammed (S.A.V) kızlarını kutladı ve'onları Allahın muhafaza­sına emânet etti. Sonra ibâdetine ve tefekkürüne döndü.

Babasına peygamberlik gelmeden önce o, Utbe İbn Ebî Leheb İbn Abdilmuttalib'le evlenmişti. Rasûlüllah'a peygamberlik gelince anne­si Hadîce kız kardeşleri Zeyneb, Ummu Kulsum ve Fâtıma'nın müslü-man oldukian sırada o da müslüman olmuştur.

KureyvŞİÜer kızları konusunda Rasûlüliah [S.A.V) Efendimiz aley­hinde birleşip şöyle dediler:

«Muhammed'i yeni görevini yapma konusunda kendi başına buy­ruk bıraktınız, kızlarını ona geri veriniz ki onların meşgalesi onuızdı-raba sürüklesin.»

Rasûlüliah (S-A.V)'in üç damadına da varıp, hepsine ayrı ayrı :

«Karını boşa biz sana istediğin Kureyşli kadını alalım.» teklifinde bulundular.

Ebül-Âs hanımı Zeynebi hiç bir'Kureyşli kadına değişmeyeceğini

fade ederek bu teklifi reddetti. Ebû Lehebln İki tfğİu ise hemen bu teklifi kabul ettiler. Utbe, Rukayye'riiri yerin© Sâid b. ehÂs ailesinden bir1 kadınla nikâhiandi:

Aslında Ebû Lehebln iki oğlunun Kureyşin teklifine uymalarına zaten gerek kalmamıştı. Anneleri Ümmü Cemi! daha önce onları bo-Şânmayâ zorlamıştı. Mühamrnedln İki kızıyla aynı dam altında yaşama-rtiayâ yemin" etmişti. Devamlı bir şekilde kocası Ebû Leheb'i İki temiz peygamber kızına karşı öyle kışkırtmıştı. Allah Tâ'âla «Ebu Leheb'in gîİsrİ kürüsün, kurudu da» âyetlerini indirince, Ehıı Leheb oğlu Utbe'ye:

— Onun kızını boşamazsari, başım basıda haram olsun (seninle yü^yüze ğelfîieyeyim) dedi.

Utbö, Rasûlullah'ın kızı Rukayye'den ayrıldı. Bu iki goncagül sev­gi Ve sükûn kanatlarının ısıttığı'ilk evlerinden öyle bir yere gitmişler­di kî orada kendilerini, sırtına şeytanın -bindiği diken diili bir kadın karşılamıştı. Onun ağır gölgesi sabah akşam üzerierindeydi. Her hare­ketlerini gözetim altında tutuyordu. Her bakışıyla, susuşuyİa, mırıltı-sıyla, aldırmaz görünüşüyle bile onları hesaba çekiyordu. Onların gü­zel huylan, lâtif ve temiz hareketleri Hz. Hadîce'yi hatırlattığı için kıs­kançlık ve kini kabarıyor ve hayatı onlara dar etmeye çalışıyordu.

İki yeni gelin kayınvalidelerinin yaptıklarını sabır ve güzellikle kar­şılayınca onların alçaldıklarını zannediyor, bununla kibre, gurura sü­rükleniyor, dolayısıyla kabalığı, acımasızlığı arttıkça artıyordu.

Bu iki sabırlı varlık ise duru,mu-babalarına şikâyet yollu iletmeyi düşünmüyorlardı. Ümmü Cemil'in kötülüklerinden bahsederek anne ve .babalarının huzurunu bozmayı istemiyorlardı.

Her birinin .sıkıntısını hafifletmek, derdini açmak için diğerine yaklaşıp içini döktüğü düşünülebilir. Ne yazık ki bu da mümkün değil­di. Zira Ümmü Cemi! ortalıkta hazır bekleyip duruyordu. Gücünün yet­tiğince iki kız kardeşin başbaşa kalmasına engel oluyordu. Gücü yetse ikisinin arasına kocaman bir set çekecekti.

Sıkıntıya böylece sabır ve sükûnetle göğüs geriyoriarken Cenabı Hak ikisine de merhametîyİe muamele ederek onları odun hammalının tuzağından, cimri ve uğursuz yaşayışından kurtardı.

Bütün bu belâlara karşı Rukayye ve Ümmü Güisüm'ün, Allah yo-lunda karşılaşılan her şeyde babalarına ortak olmak hoşlarına gidiyor­du. Kendilerini bütün bu eziyetleri yüklenmeye hazırlıyorlardı.

Gerek odun hammalının, gerek müşriklerin zanm boşa gitti. Ne kızları Rasûlüllah (S.A.V)'i davetinden alıkoydular, ne de onların bo­şanması kendisine ağır geldi. Allah bu iki kızcağızı da gerek odun ham-malıyla, gerek Ebû Leheb'le aynı evde yaşama mihnetinden kurtarmış­tı. Sonra aradan fazla geçmeden Allah ikisine de eski kocalarından da­ha hayırlı birini nasibetmişti. Bu İslama ilk giren sekiz kiişden ve Cen­netle müjdelenen son Sahabeden birisi olan Osman b. Affan b. Ebil-Âs b. Umeyye b. Abdi-Şemsti. Utbe, Rukayye'yle yatmamıştı. Sonra onun­la Hz. Osman evlendi. Kureyş, Rasûlullah'ın ashabına yaptığı işkenceyi artırınca Peygamber (S.A.V) onlara Habeşistan'a hicret etme izni ver­di. Bisetin (peygamberliğin] beşinci senesinin Receb ayında, yola çıkan müslümaniarın ilki Hz. Osmanla Rasûlullah'ın kızı Rukayye'ydi. Osman b. Affan Habeşistan'a ilk hicret eden Sahabî idi. Yanında da daha yeni evlendiği zevcesi Rukayye [R. anha) vardı.

Hz. Osman hicret ederken sevgili yurduna bakışlarıyla veda eder­ken Rukayye göz yaşlarım tutamadı. Zevcinin peşine düşüp hicret yol­culuğuna başlamadan önce doğup büyüdüğü evi, yerleri dolaştı, anne­sini, babasını üç kız kardeşini kucakladı.

Bineğinin beklediği yere gitmekte ağır davrandı. Ayrılık vakti ge­lince vatanın görüntüsünü kalbine nakşetmek istercesine doya doya baktı, gözlerinden yaş seli kendiliğinden akıyordu.

Develer de, şehirlerin anası Mekke'nin güzel kokusundan son de­fa, daha çok yararlanabilmek için, yavaş yavaş harekete geçtiler. Uç­suz çöllere çıkınca da deve yedicilerin okudukları şarkıya uyarak hizh hızlı yürümeye başladılar:

«Aileden ve vatandan ayrılmak zordur.» «Ama iman yolunda feda olan kalbdir.» «Ruh ve bedenleri Rabbim kabul etsin.» «Rabbim kabul etsin.»

Hüzün dolu bu ses Rukayyenin kalbini titretiyordu. Bu sese kulak verdikçe kederinden ürperiyordu. Sonra, Mekkenin uzaktan da olsa, belli belirsiz de olsa bir parçasını görebilmek ümidiyle mahfesinden uzanıp gerilere baktı. O anda kendinden bir kaç adım geriden gelip, kendisine ilgiyle ve sevgiyle bakan zevci Hz. Osman; gördü.

Rukayye onun ne düşündüğünü anladı. Bunun üzerine yüzü hoşnut­lukla işıdı. Şöyle dedi:

«Allah bizimle ve Kabenin yanında bıraktığımız sevgili kişilerle be­raberdir.» Onlarla iigili haber Rasûiüllaha geç ulaştr Kureyşli bîr kadın gelip şöyle dedi :

—  Muhammedi Damadını ve yanında hanımını gördüm. Damadın hanımını zayıf bir eşeğin üzerinde götürüyordu.

Rasûlüllah (S.A.V) şöyle buyurdu :

— Allah onların yardımcısı olsun! Osman, Lût (A.S)'dan sonra ai­lesini hicret ettirenlerin ilkidir.

Muhacirler içinde Mekke'ye an çok iştiyak duyan Rukayye (R.anha) idi. Bu gün olduğu gibi daha önce hiç ana babasından ve kardeşlerin­den uzak kalmamıştı. Olayların ağırlığı sıhhatine o kadar etki etti ki ilk çocuğunu düşürdü. O kadar zayıfladı ki muhacirler ölecek diye kork­tular.

Ancak zevci Osman'ın gözetimi ve sevgisi olsun, muhacirlerin ilgi ve yardımı olsun sıkıntının atlatılmasına yardımcı oldu. Bir süre sonra da Mekke'den gelen haberler sıhhatini kazanmasını sağladı. Bu habere göre Kureyşiîler Rasûlüliah (S.A.V] ve Sahabelerinin yola gelmelerin­den ümitlerini kesmişler. Haşimoğullarmın üzerine tatbik ettikleri ku­şatmayı kaldırmışlardı.

Bunun yanında bazı şayialar da duyuldu. Buna göre Kureyşliler, Rasûlüllah (S.A.V)'in davasında kahramanca sebat ettiğini, ona uyan­ların imanlanndaki doğruluğu görünce doğru yola meyletmiş, bîr gurup Kureyşli ikna olarak İslama dönmüş, diğer bir gurup ise Rasûlüllahın işi yüze çıkınca şeref yolunu tutmuştu.

Habeş muhacirleri bu şayialara ve dedikodulara kulak kabartmış, kalblerinde vatana dönme arzusu alevlenmeye başlamıştı.

Bir kısmı bu haberlerin sıhhat derecesini araştırmadan alelacele dönüş hazırlıklarına başlamışlardı. Dünya'nın en az'İ2 ve en sevgili yur­duna iştiyak duyuyorlardı çünkü... Bir kısım muhacirler ise hicret et­tikleri bu yeni yurtta kalmayı tercih ediyorlardı. Çünkü Kureyşin Rasü-iüliah (S.A.V)'e meylettiğine ve müslümaniarın sayısının arttığına dair gelen haberleri ihtiyatla karşılıyorlardı.    -

Kizıldenizi geçip yüklerini bineklerine yükletince sevince bürüne­rek Kabe'ye kavuşma arzusuyla hızlı bir yolculuğa başladılar. Kalbleri kendilerinden önce vatana doğru uçtu. Mekke'nin çok yakınına gelin­ceye kadar da bu durum sürdü.

Mekke yakınına gelince, ümitler söndü. Orada, kızgın kayaların oluşturduğu arazide müslüman kardeşlerinin Kureyşli zebaniler tarafından en ağır şekilde eziyete, işkenceye tabî tutulduklarını gözleriyle gördüler.

Dönenler sağlarından sollarından helake sürüklenen insanların fer­yatlarını işitiyorlardı. Kafilenin develerini şiirleriyle yeden sürücü sus­tu, sevinç uçtu, rüya parça parça oldu, iyi duygular dağıldı gitti...

Bu bölgede gün boyunca konaklayıp beklediler. Gece olunca bir kısmı Velîd b. Muğîre el-Mahzûmî veya Ebû Talib b. Abdül-Muttalib el-Haşîmî'nin güvencesinde Mekke'ye girdiler.

Onların ardından diğerleri Kabe'nin mukaddes haremine sığına­rak, yüzlerinde şehidlik isteği ışıyarak Mekke'ye girdiler.

Rukayye iştiyakla kendini baba ocağına attı. Kız kardeşleri Ummu Gülsüm ve Fatıma hemen etrafını sardılar ve atılıp kucakladılar. İkisi de göz yaşlarını zor tutuyorlardı. Rukayye onların elinden kurtulup sor­du

«Babam nerede? Annem nerede?» İkisi birden cevapladılar:

«Babam sıhhat ve afiyettedir. Seninle beraber gelen Habeş muha­cirlerini karşılamaya çıktı.»

İkisi de dudakları titreyerek gizli bir ah çektiler.

Kalbine korku yerleşen Rukayye canhıraş bir sesle tekrar sordu.

«Annem, nerede o?»

Ümmü Gülsüm başını eğip sustu. Fatıma ise yan odaya koşara! hıçkırıklar içinde sarsila sarsıla ağlamaya başladı.

Bunun üzerine Rukayye soru sormaktan vazgeçti. Sendeliyerek merhum annesinin odasına yürüdü. Göz pınarları kurumuş bir soğuk­lukla yatağına baktı baktı..

Ta babası gelinceye kadar. Babasıyla karşılaşmanın verdiği hara­retle göz pınarlarının buzları çözüldü. Babasının sevgisi şefkati kızının kalbine oturan buzdağlanni dağıttı.

Kederinin ağırlığı derecesinde göz pınarlarından yaş seli çağlayıp indi. Sonra şerefi dünyayı tutan zatın sevgili babasjnın göğsüne ka­pandı kendisini sükûnet ve sabır ummanına bıraktı.

Bundan sonra Mekke'de ikameti uzun sürmedi.' Babası Medine'ye hicret etti.

Kureyş, Ensar'in Rasûlüllah'a (S.A.V) bey'at ettiğini öğrenince Rasûlüllah'a düşmanlığı artırdı. Müslümanlar Rasûlüllah'tan hicret için izin istediler. Rasûiüllah onlara Yesrib'e hicret izni verdi. Onlar hicret ettiler. Arkasından Rasûiüllah • [S.A.V) da hicret etti. Peygamber (S.A.V) mescidini ve odalarını inşa edince Zeyd İbn Hâris'le azatlı kö­lesi Ebu Rafi'i Mekke'ye gönderdi. Onlarda Rasûlüllah'ın ailesini ge­tirdiler. Böylece Rukayye Medine'de bulunan kocası Hz. Osman'a ka­vuşmuş oldu.

İkinci ve son hicret yurdunda oğlu Abdullah b. Osman'ı dünya'ya getirdi. Yeni evi kendisine daha bir şen geldi. Yavrusunun varlığıyla ilk çocuğunu kaybetmenin acısını annesinin vefatı dolayısıyla uğradığı derin üzüntüyü ve iki hicreti dolayısıyla taddığı gurbet sancısını unut­maya ve avunmaya çalıştı.

Keder ve üzüntüden yeterince payını aldtğtnı sandı, ancak Cenabı Hak ona yeni bir sınama kapısı açtı, yeni bir keder verdi.

Oğlu Abdullah b. Osman bir horozun gagalaması sebebiyle altı yaşında hastalanarak vefat etti.

Hz.s Rukayye bu acı kaybın ağırlığı altında sarsıldı hummaya ya­kalandı, kızamığa yakalandığı da söylenmiştir.

Rasûlüllah (S.A.V) Ebu Sufyan'm Şam'dan gelen kervanına karşı çıkmaya hazırlanırken Rukayye kızamığa tutuldu.

Hz. Osman zevcesinin yanında geçirdi günlerini... Ona baktı, Ra­sûiüllah (S.A.V)'în müezzininin cihad çağrısını duyuncaya kadar da bu bakımı sürdürdü. Muhacirlerle Ensar Bedîr'de düşmanı karşılamak İçin savaşa çağrılınca Osman da bu şerefli davetçiye uymayı arzuladı. An­cak kalbi sekeratı mevt durumunda bulunan Rukayye'nin yanından da ayrılmak istemiyordu. Rasûlüllah (S.A.V)'in emriyle Bedîr savaşından geri kaldı ama kendisi için en aziz bir varlık olan hanımının ölüm mü­cadelesine şahit olmak durumunda kaldı.

Bu mücadele şiddetli oldu ve uzadı. Sonra gözleri kocasında mü­barek ruhu dudaklarında titreştikten sonra nazenin vücûdu terkettî.

Hz. Osman ayrılığın acısıyla zevcine baka kaldı. Kulaklarında ölü­mün hırıltısıyla müslümanların Bedîr'deki zaferlerini müjdeleyen hay­kırışlar karışıyordu.

Zeyd İbn Harise Müslümanların Kureyş'e galip geldiği haberini götürmek üzere Bedir'den dönerken Rasûlüllah'ın kızı Rukayye öldü. Onlar Rukayye'yi defnettikleri sırada Hz. Osman bir tekbir duydu. Usâ-me İbn Zeyd'e

—  Bu nedir? diye sordu.

Baktılar ki, Bedir'de Ebu Cehil İbn Hişam Umeyye İbn Halef, en-Nadr İbnu'l-Haris Ukbe İbn Ebî Muayt Rabîa'mn oğullan Utbe, Şeybe ve başka müşriklerin öldürüldüğünü müjdelemek için Rasûlüllah'ın de­vesinin üzerindeki Zeyd İbn Hârise'yi gördüler.

Hz. Osman hanımını kabre indirdi. Kabrinin toprağını düzelttiğin­de Rasûlüllah (S.A.V) Bedir'den geldi. Kızı Rukayye'nin kabri başında durup şöyle dedi

— Selefimiz Osman İbn Maz'un'a kavuş.

Izdıraplı baba gelince son uykusuna yatmış olan kızına yaklaştı. Nazik kalbi hüzün ve kederle dolu olarak onunla bir nevi vedalaştı. Sonra kız kardeşinin yatağına kapanıp hıçkıra hıçkıra ağlayan küçük kızı Fatıma'ya şefkatle eğildi.

Kadınlar Rukayye'nin arkasından ağladılar. Ömer İbnu'l-Hattab gel­di. Kırbactyla onlara vurmaya başladı. Peygamber (S.A.V) onun elinden tutup:

—  Ömer! Bırak onları ağlasınlar, dedi. Daha sonra Rasûlüllah (S.A.V) şöyle buyurdu ;

—  Ölüye karşı duygular göz ve kalple ifade edilirse bu Allah'tan­dır ve rahmet eseridir, el ve dille yapılırsa bu da şeytandandır

Kızı Fâtıma ağlayarak kabrin kenarına oturdu. Rasûlüllah da elbi­sesinin yeniyle onun gözyaşlarını siliyordu.

Rasûlüllah'ın, kızı Rukayye'nin vefatı, Rasûlüllah'ın hicretinin on-yedinci ayında olmuştur.

Medine halkı Rasûlüllah (S.A.V)'in iki hicret sahibi kızının cena­zesini Bakî kabristanına taşıdı ve aynı gün Bedîr şehitlerinin mübarek kanıyla sulanan Medine'nin temiz toprağına kondu.

Babası Rasûlüllah (SAV), hanımı Rukayye'nin hastalığı sebebiyle Bedir savaşına katılamayan damadı Hz. Osman'a, müslümanlara dağıt­tığı ganîmetten pay ayırdı. [1
Linklerin Görülmesine İzin Verilmiyor. Üye Ol ya da Giriş Yap


Paylaş delicious Paylaş digg Paylaş facebook Paylaş furl Paylaş linkedin Paylaş myspace Paylaş reddit Paylaş stumble Paylaş technorati Paylaş twitter
 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son İleti
0 Yanıt
1061 Gösterim
Son İleti 05 Mayıs 2007, 09:53:02
Gönderen: çoban
1 Yanıt
1004 Gösterim
Son İleti 06 Mayıs 2007, 10:31:21
Gönderen: BİTANEM
0 Yanıt
986 Gösterim
Son İleti 06 Mayıs 2007, 11:03:12
Gönderen: çoban
1 Yanıt
1199 Gösterim
Son İleti 06 Mayıs 2007, 14:57:01
Gönderen: BİTANEM
0 Yanıt
929 Gösterim
Son İleti 06 Mayıs 2007, 13:40:26
Gönderen: çoban