Ayrıntılı Konu Bilgileri
Sayfa BaşlığıKonu: HANIM SAHABİLER(MÜ'MİNLERİN İLK ANNESİ HADÎCE BİNT HUVEYLİD (Radıyallâhü Anhâ)
Mesaj SayısıMesaj Sayısı: 0 cevap var
OkumaGösterim: 898
Google Özel Arama

Gönderen Konu: HANIM SAHABİLER(MÜ'MİNLERİN İLK ANNESİ HADÎCE BİNT HUVEYLİD (Radıyallâhü Anhâ)  (Okunma sayısı 898 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

    çoban

  • Özel Üye
  • *

  • İleti: 1494
  • Rep: +89/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • AH MİNEL AŞKİ VE HALATİHİ AHRAKA KALBİ ...........
    • Profili Görüntüle
  • Çevrimdışı


 

MÜ'MİNLERİN İLK ANNESİ HADÎCE BİNT HUVEYLİD (Radıyallâhü Anhâ)
 

Vallahi, Allah bana ondan daha hayırlısını şevce ola­rak vermedi. İnsanlar beni inkâr ettiğinde o bana inandı, insanlar beni yalanladığında o beni doğruladı, insanlar beni mahrum bıraktığında malıyla beni o destekledi. Diğer hanımlarımdan değil de, sadece dan Allah bana çocuklar ihsan etti.»[1]

Cahiliye devrinde et-Tâhire (temiz) diye çağrılıyordu. İki defa ev­lenmişti. Kocaları, Arap efendilerinden ve eşrafıtıdandı. Birisi Hind İbnu'n-Nebbaş İbn Zurare (Ebu Hâle)'dir. Hadîce'nin Hînd'den Hâle ve Hind isimli erkek çocukları olmuştur. Ebu Hâle'den sonra da Atîk İbn Abid el-Mahzumi ile evlenmiştir. Atîk'ten de Hind adında bir kız çocuğu olmuştur, Hadîce'nin babası Huveyiid İbn Esed İbn Abdiluzza kavmi arasında şerefli bir kimseydi. Hadîce'ye Ummu Hind (Hind'in annesi) denilirdi. Hadîce şerefli soylu ve zengin bir kadındı. Şam'a (Suriye'ye) gönderdiği bir kervanı vardt. Onun ticaret kervanı da Kureyş'in diğer kervanları gibiydi. O da bazılarını işçi olarak tutar, ser­maye kendinden, emek onlardan olmak üzere ortak çalışırdı. Mekke'­de el-Emîn'den başka adı olmayan Muhammed İbn Abdullah İbn Ab-dilmuttalib (Hz. Muhammed} (S.A.V.) yirmibeş yaşına geldiği sırada, Hadîce kölesi Meysere'yle birlikte kendisinin ticaret kervanında Su­riye'ye gidip gitmeyeceğini sormak üzere birisini ona gönderdi. Ebu Talib yeğeni Hz. Muhammed (S.A.V 'e :

—  Yeğenim! Biliyorsun ki, ben malsiz bir adamım. Zamanın kıtlı­ğı, geçim sıkıntısı üzerime çöktü.    Bu yüzden bizim ne malımız var, ne de kervanımız. Bak kavminin ticaret kervanı Şam'a gitmeye hazır­lanmaktadır.

Hadîce kervanındaki mallarla birlikte bazı adamları 'gönderiyor. Onlar bu ticaretten kazanç elde ediyorlar. Eğer sen ona gidip kendini arzetsen, herhalde temizliğin ve güvenilir olman sebebiyle seni baş­kalarına terci.h eder. Aslında ben senin Şam'a gitmeni istemiyorum ve yahudilerin sana zarar vermelerinden korkuyorum. Duyduğuma gö­re o, iki erkek deve karşılığında birini tutmuş. Biz senin için ona ver­diği miktara razı değiliz.

Hadîce, Hz. Muhammed (S.A.V)'e şu haberi gönderdi.

—  Sana, kavmime verdiğimin iki katını veririm.

Hz. Muhammed, onun bu teklifini kabul etti. Şam'daki Busra pa­nayırına gitti. Rahip Nestura'nın manastırına yakın bir ağacın gölge­sinde konakladı. Nestura Hz. Hadîce'nin kölesi Meysere'ye :

—  Şu ağacın altına inen kimdir? diye sordu. Meysere :

— O, Kureyş ve Harem (Mekke) halkından birisidir, dedi Nestura:

— Bu ağacın altına şimdiye kadar peygamberden başka bir kim­se inmemiştir dedi.

Hz. Muhammed götürdüğü malı satıp başka şeyler satın aldı ve onları Hz. Hadîce'ye takdim etti. Hz. Hadîce daha önce kazandıkları­nın iki katını kazanmıştı. Mekke'ye dönerken yolda, öğle vakti güne­şin harareti arttığında Meysere, devesiyle gitmekte oian Hz. Muhammed'i iki meleğin güneşten koruyup gölgelediklerini gördü.

Mekke'ye gelince Hz. Hadîce ona vermeyi kararlaştırdığının iki katını verdi. Meysere Hz. Hadîce'ye rahip Nestura'nın söylediklerini ve iki meleğin Hz. Muhammed'i gölgelediklerini anlattı. Hz. Hadîce Mekke'li hanımların Recep ayında, bir bayramlarını kutladıkları günü hatırladı. O gün bu bayramda yapılması gereken her şeyi yapmışlar hiçbir şeyi unutmamışlardı. Adam şeklinde yapılmış bîr putun yanın­da ibâdet ederlerken birisi onlara yaklaşıp yüksek sesle şöyle de­mişti:

— Ey kadınlar! Yakında sizin beldenizde, Allah'ın risâletiyle gön­derilecek Ahmed adında bir peygamber çıkacak. Hangi kadının ona eş olmaya gücü yeterse bunu yapsın.

Bunun üzerine kadınlar onu taşa tutup hakaret ettiler. Kötü söz­ler söylediler. Hadîce ona birşey söylemeyip diğer kadınların yaptık­larını yapmadı.                                                                                           

Hz. Muhammed koyun güderdi. Koyunlar çoğaldı. Sonra onun de­veleri ve bir de ortağı oldu. Hz. Hadîce'nin kızkardeşine kiraya ver­diler. Yolculuğa çıktıklanrid.a onda biraz alacakları kaldı. Ortağı onla­ra gelip alacağını istiyordu. Bu arada Hz, Muhammed'e :                 

—  Sen de git, diyordu.

Hz. Muhammed de şöyle diyordu :

—Sen git, çünkü ben utanıyorum.

Hz. Muhammed'in ortağı onlara gelince Hz. Hadîce'nin kızkardeşi :

—  Muhammed hani? O niye seninle birlikte gelmiyor? diyordu. Hz. Muhammed'in ortağı:                                 

—  Ona söyledim ama kendisinin utandığını ileri sürdü, dedî. Hz. Hadîce'nin kızkardeşi ise :

—  Ondan daha hayalı, daha iffetli,   daha... daha... hiç kimseyi görmedim, dedi.

Hz. Hadîce, Hz. Muhammed'e karşı bir sevgi duymaya başladı Dostu Nefise Bint Munye'nin yanına gitti. Kendisiyle evlenmek iste diğini söylemesi için onu Hz. Muhammed'e gönderdi. Nefise Hz. Mu hammed'e gidip

—  Neden dünyadan ilgini kesip, gençliğini kendine herşeyi   ya sak etmekle geçiriyorsun.   Ssna bağlı, seni    eğlendirip yalnızlıkta kurtaracak bir eşle oturmaya ne dersin? dedi,

Hz. Muhammed şu cevabı verdi :

—  Benim evlenecek param yok ki. Nefise Bint Munye şöyle dedi :

—  Güzelliğe, mala, şerefe ve denkliğe davet edilirsen kabul e1 rnez misin?

Nefise Bint Munye fırsatı ganimet bilip.şunları da söyledi:

—  Hadîce Bint Huveylid amcası Amr İbn Esed'e   seninle evlen­mek istediğini anlattı.   Size de şunları söylüyor:   Ey amcamın oğlu! Seni yakınlığın, halk içindeki şerefin, eminliğin, güzel ahlâkın  ve doğru sözlülüğün sebebiyle arzu ettim.

Hz. Hadîce o sırada, Kureyş kadınlarının en şereflisi, en soylusu ve en zenginiydi. Bu sebeple Kureyş erkeklerinin hepsi ellerinden gelse, onunla evlenmeyi isterlerdi.

Hz. Muhammed bu meseleyi duyunca amcalarına açtı. Amcaları Ebû Talib ve Hamza îbn Abdilmuttalib'le birlikte Hadîce'nin amcası Amr îbn Esed'e gittiler, Ebû Talib kalkıp şu konuşmayı yaptı :

—  Mühammed'le hiçbir kimse   mukayese edilemez.   O şeref vs asaletçe, akıl ve faziletçe onların hepsinden üstün gelir. Gerçi malı azdır. Fakat mal dediğin nedir ki. Geçici bir gölge, alınır verilir   eğ­reti 'birşey. Şimdi o sizden kızınız Hadîce'yi istemektedir.

Amr İbn Esed de şunu söyledi :

—  O boy ölçülemeyen benzersiz bir kimsedir.

Böylece Hz. Muhammed'e Hz. Hadîce'yi nikahladı.   Hz. Muhamed yirmi deve (onikibuçuk okıyyel mehir. verdi. Hz. Hödîce 40 ya-ş şmdaydı. Hz. Muhamrned'in ilk evlendiği hanımdı. Nikâh kıyıldıktan^ sonra develer kesildi, yemekler döküldü. Hadîce'nin evi eşe dostal açıldı. Gelenler arasında Fahr-i kâinatın süt annesi Halime de vardı| Süt oğlunun düğününde bulunmak için tâ Sa'd kabilesinden çıkmış! gelmişti. Bu mübarek kadın ertesi gün şerefli ve cömert gelinin ba-| ğışladığı kırk baş koyunla kabilesine dönecektir.

Hz, Muhammed (S.A.V)'in gözleri nemlendi. Annesini küçük yaşta kaybetmişti. Şimdi ince, latîf bir el bu eski yarayı derin bir şefkatle sarıyordu. Mahzun kalb, Hadîce'de uzun mahrumiyet devresinin; sıkıntısına güzel bir bedel bularak ferahladı.

Onbeş yıl bu evlilik mutluluk dolu olarak geçecekti. Ülfet ve de­vamlılıkla süslenmiş olarak... Cenâb-i Hakk da, kızlar ve oğlanlar he­diye ederek bu evliliğin saadetini artıracaktı. Hz. Hadîce el-Kasım isimli çocuğu doğurdu. Hz. Muhammed Ebu'l-Kasım [el-Kasım'ın ba­bası) künyesini aldı. Hz. Hadîce'nin ei-Kasım'dan sonra Rukıyye, Zey-neb, Ummu Kulsûm ve Fâtıma isimli çocukları oldu. El-Kasım daha sonra öldü.

Zaman ikisinin de üzerini senelerce sükûnet ve huzur verici ör­tüsüyle kuşattı. Bu süre içerisinde Fahr-i kâinat, sevgi pınarından do­ya doya içip kandı. Bu, öksüz olarak geçirdiği maziye bir karşılık, is­tikbâlde karşılaşacağı büyük meşguliyetlere vs ağır mücâdelelere de bir hazırlıktı.

Hz. Muhammed ancak sabahın aydınlığı gibi açık olan rüyalar görmeye başladı. Yalnızlığı tercih ediyordu. Hiçbir şeyi yalnız kal­maktan daha çok sevmiyordu. Bir gece, uykusunda bir rüya rgördü. Bu ona çok ağır geldi. Gördüğü rüya şuydu : Karnı çıkarılarak yıkanıp temizlenmiş sonra eskisi gibi tekrar yerine konmuştu. Bunu hanımı Hz. Hadîce'ye anlattı. Hanımı da:

— Bu bir hayırdır, müjdeler olsun, dedi.

Hz. Muhammed kırk yaşına geldiğinde Ramazan ayını Hıra ma­ğarasında, birçok geceyi ailesinin yanına dönmeden ibâdetle geçiri­yordu. Hıra'da ibâdet ettiği sırada, elinde içinde bir kitap bulunan bir kapla gökten yanına bir meleğin indiğini gördü. Melek ona ;

Oku dedi.   .

Hz. Muhammed (S.A.V.) :

—  Ben okumam (okuma bilmem) diye cevap verdi.

Melek onu sert bir şekilde sıkıp sonra serbest bıraktı ve ona :

— Oku, sözünü tekrar etti. Hz. Muhammed ona:

—  Ben okuma bilmem, dedi.

Melek onu kucakladı. Öyleki Hz. Muhammed onun ölüm olduğu­nu zannetti. Sonra onu serbest bırakıp :

—  Oku dedi.   "

Hz. Muhammed (S.A.V) :

—  Neyi okuyayım dedi.

Melek onu yine kucakladı. Hz. Muhammed bunun ölüm olduğunu

zannetti. Yine onu serbest bırakıp :

—  Oku dedi. Hz. Muhammed :

—  Neyi okuyayım? diye sordu.

Melek :

—«Yaratan Rabbinin adiyle oku. O insanı yapışkan bir madde­den yarattı. Oku, senin Rabb'in en yücedir. O kalemle (yazmayı) öğ­retendir. O, insana bilmediğini öğretmiştir.» dedi.  [2]

Hz. Muhammed onun söylediklerini okudu. Okuyup bitirince Me­lek gitti. Hz. Muhammed Hıra'dan çıktı. Dağın yansına gelince gök­ten bir ses duydu. Şöyle diyordu :

— Ey Muhammed! Sen Allah'ın.elçisisin. Ben de Cebrail'im.

Hz. Muhammed bundan çok korktu. Başını gökyüzüne her kaldır­dığında onu görüyordu.    Hızia Hz. Hadîce'nin yanına döndü. Durumu ona anlatıp şunları söyledi

— Hadîce!   Vallahi, ben şimdiye kadar bu   putlara ve kâhinler  kızdığım kadar hiçbirşeye kızmadım. Ben kâhin olmaktan korkuyorum^ Hz. Hadîce :                                                                                     

—Hayır, asla. Amca oğlum! Sen böyle söyleme. Allah seni, hiçi bir zaman böyle yapmıyacak. Çünkü sen akrabalarla ilgilenirsin, sö­zün doğrusunu söylersin, emânete riayet edersin. Senin ahlâkın gü­zeldir.

Daha sonra Hz. Hadîce Varaka'ya gidip ondan   Cebrail hakkında bilgi istedi. Bunun üzerine o şöyle dedi ;

— Kuddus. Kuddus.Ey Kureyş kadınlarının hanımefendisi!Bu isim sana nerden geldi?                                         

Hz. Hadîce şöyie cevap verdi :                     

— Amca oğlum, Mııhammsd bana kendi si rJBpnun geldiğini söyledi :

Varaka yine :

— Kuddus, kuddus. Onu ancak yakında gelecek olan'bir peygam­ber bilir. O (Cebrail) Allah'la Peygamberleri arasında bir elçidir. Şeytan onun şekline girmeye ve onun adını kullanmaya cesaret ede­mez dedi.

Hz. Hadîce Ebu'l-Kâsım'a (Hz. Muhammed'e) koşup duyduklarını ona anlattı. Daha sonra giyinip yine amcası Varaka İbn Nevfel'e gitti. Varaka, hıristiyanlığı kabul etmiş, çok kitap okumuş. Tevrat ve İncil'e inanıp onları okuyanlardan çok şeyler işitmişti. Varaka Hz. Hadîce'nin sözünü duyunca şöyle dedi :

— Amca oğlun doğru söylüyor, bu peygamberliğin başlangıcıdır. Şüphesiz ona, daha önce Musa'ya gelen Nâmus-u ekber Cebrail (A.S) geliyor. O bu ümmetin peygamberi olacak. Ona söyle : Sebat etsin.

Hz. Hadîce müjdeyi Rasûlüllah'a (S.A.V) götürdü. Fakat vahiy bir süre kesildi. Peygamber (S.A.V) çok üzüldü. Ölmek için dağların te­pelerine gitmeye başladı. Tam bir dağın doruğunda olduğu sırada Cebrail (A.S) ona görünür ve şöyie elerdi :

—Sen Allah'ın nebîsisin.

Bundan dolayı onun içi rahatlar ve kendine gelirdi.

Hz. Hadîce şöyle dedi :

—  Amcaoğlu!    Sana gelen bu kişiyi geldiği zaman    bana haber verebilir misin?

Peygamber (S.A.V) :

—" Evet dedi. Hz. Hadîce :

—  O sana geldiği zaman, onu bana haber ver dedi. Cebrail (A.S) ona geldi. Resûlüllah (S.A.V):

—  Hadîce! İşte bu bana gelen Cebrail'dir, dedi. Hz. Hadîce :

—  Evet kalk amca oğlu! Sol uyluğuma otur dedi.

Rasûlüllah (S.A.V) kalkfp onun sol uyluğuna oturdu. Hz. Hadice :

—  Onu görüyor musun? diye sordu. Peygamber (S.A.V) :

—  Evet, dedi. Hz. Hadîce :

—Kalk, şimdi de sağ uyluğuma otur, dedi.

Rasûlüllah (S.A.V) kalkıp yerini değiştirdi. Hz. Hadîce :

—  Onu görüyor musun? dedi. Peygamber (S.A.V) :

—  Evet, dedi. Hz. Hadîce :

—  Şimdi  de kalk; kucağıma otur, dedi : Rasûlüllah kalkıp onun kucağına oturdu .

—  Onu görüyor musun? dedi. Rasûlüllah (S.A.V):

Evet dedi.

Hz. Hadîce, Rasûlüllah kucağında otururken elbisesini biraz açtı, başörtüsünü attı ve sordu.                                                 

—Onu hâlâ görüyor musun? Rasûfüllah (S.A.V) :

—  Hayır dedi. Hz. Hadîce :

—  Amcammoğlu! Sebat et, müjdeler olsun ki, vallahi o, melek­tir, şeytan değildir, dedi.

Bir gün, Rasûlüllah yolda yürüyordu. Hıra'da gelen meleği, gök­le yer arasındaki bir kürsü (taht) üzerinde gördü. Korkarak hanımı Hadîce'ye döndü ve şöyle dedi :

—  Beni örtünüz.

Hadîce onu örttü. Daha sonra onu yatağında titrer bir halde ya­tarken gördü. Nefesleri ağırlaşmıştı. Alnından ter akıyordu. Sanki o kendisine fısıltıyla konuşan birisini dinliyor gibiydi. Daha sonra bu durum ondan gitti o da, sanki duyduğunu tekrarlarcasına şunları söy­ledi :

—  «Ey örtüye bürünen! Kalk. Uyarı görevini yap. Rabbinin ululu­ğunu anlat. Elbiseni temiz tut.   Putperestlik pisliğini bırakmakta de­vam et.»[3]

Daha sonra Rasûlüllah (S.A.V) hanımı Hz. Hadîce'ye bakıp şöyle dedi :

—  Hadîce! Artık uyuma ve rahat zamanı bitti.   Cebrâtf bana   in­sanları uyarmamı, onları Allah'a ve ona ibâdete davet etmemi emret­ti. Ben kimi davet edeyim ve bana kim cevap verir?

;Hz. Hadîce :

—  Davet ettiklerinin ve cevap verenlerin ilki benim   diye cevap verdi.

İşte böylece Hz. Hadîce Allah'a ve Rasûlüne iman edenlerin ve Muhammedin Rabbinden getirdiklerini tasdik edenlerin ilki oldu. Daha sonra Ebu Bekr İbni Ebî Kuhafe, Ali İbn Ebî Talib ve Zeyd /fan Ha-rîse. Müslüman oldular.

Fakat Kureyş'in efendileri Rasûlüllah'm (S.A.V) getirdiklerini in­kâr edip imân etmediler. Onu yücelten, kendilerini alçaltan ve otori­telerini sarsan şeyleri nasıl kabul edebilirlerdi. Ona düşman olup ezi­yet ettiler. Hz. Hadîce ise dâvasında ona yardım etti. Hadîce onun doğru ve dürüst bir veziri idi.

Rasûlüllah (S.A.V) davetini reddeden ve kendisini yalanlayan hoşlanmadığı bir şey duyduğunda • çok üzülürdü. Ancak Allah Taâla Hadîce vasıtasıyla Rasûlündeki sıkıntıyı giderirdi. Rasûlüllah yanına geldiğinde Hadîce ona sebat etmesini söyler, kederini hafifletir, onu tasdik eder ve kavminden gördüklerine aldırmamasını söylerdi. Cebrail (A.S) Rasûlüllah'a (S.A.V) gelip şöyle dedi :

—İşte şu Hadîce'dir. Sana doğru geliyor. Yanında bir kap, için­de de yiyecek, içecek var. O sana geldiği zaman, ona Rabbin'den ve benden selâm söyle. Ona cennette bir evi müjdele. Orada ne gürültü, patırtı ne de meşakkat vardır.

Hadîce geldiği zaman Rasûlüllah (S.A.V) ona şöyle demişti :

—Allah Hadîceye selâm söylüyor. Hz, Hadîce şöyle cevap verdi:

— Şüphesiz Allah selâmdır. Selâm Cebrail'in üzerine olsun. Se­lâm ve Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun.

Rasûlüllah (S.A.V) ashabıyla birlikte otururken yere dört satır ya­zı yazıldı. Rasûiüllah (S.A.V) sordu :

—  Bunun ne olduğunu biliyor musunuz? Ashab:

—  Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dediler. Peygamber (S.A.V) şöyle dedi :

— Cennet kadınlarının en faziletlileri dört kişidir: Bunlar Hadîce Bint Huveyfid, Fâtıma Bint Muhammed, Meryem Bint Imran   ve  Fira-vun'un hanımı Asıya Bint Muzahim'dir.

yardımcı olmak üzere Rasûlüllah'ın yanında bulunmuştur. Hâşim oğulları ve Abdulmuttâlib oğulları Rasûlüllah'ı, korumak ve ona bir kötülük gelmesine engel olmak için onu Ebû Talib şi'bine (mahallesine) gö­türünce Kureyş o maftalleyi kuşattı, Kâ'be'nin içine asılan ağırvezut-medici bir sayfa yazdılar, Oniar Hâşim oğullarına kız vermemeye ve onlardan kız almamaya, onlarla alış veriş yapmamaya ve Muham-med'i öldürmeleri için teslim etmedikçe asla onlarla barış yapmama­ya karar verdiler. Hadîce Bint Huveylid ve Hâşim oğullan üç yıl şi'bte mahsur kaldılar. Öyle ki toprakta biten otları ve ağaç yaprak­larını yediler. Aşırı açlıktan dolayı karınlarına taş bağladılar. Bura­da şiddetli ve sıkıntılı bir kuşatma altında kaldılar. Sıkıntı o kadar şiddetliydi ki açlıklarını bastırabilmek için ağaçların ve çalıların yap­raklarını dahi yediler. Bu şekilde tam üç yıl kaldılar. Gizli gizli ge­len pek az şey müstecnn ellerine yiyecek içecek ulaşmadı.

Rivayet edilir ki Ebû Cehil b. Hişam, yanında bir buğday çuvalı yüklü kölesîyle gizlice kuşatma alanına yaklaşan Hakim b. Hîzam b. Huveylid'i yakaladı. Hakîm bu buğdayı muhasara altında Rasûlüllah (S.A.V) ve iki kızı Fâtıma ve Ümmü Gülsümle birlikte bulunan halası Hadîce Bİnti Huveylide götürüyordu. Ebû Cehil ona takılarak bağırdı:

«Hâşimoğuliarına yiyecek mi götürüyorsun? Vallahi sen ve gö­türdüğün yiyecek buradan ayrılmadan seni Mekke'ye rezil ederim.»

Kuşatma altında açlık o dereceye ulaştı ki bunun boyutlarını Sa'd b. Ebî Vakkas'ın kuşatmadan iki sene sonra söylediği şu sözün den anlayabiliriz:

«O kadar çok acıkmıştım ki bir gece ıslak bir şeyin üstüne bas­tım. Hemen onu ağzıma alıp yuttum. Şu âna kadar da onun ne olduğunu bilmiyorum.»

İşin önemli yönü şurası; Kureyş'in tatbik ettiği bu boykot mü'-mînlerin imanında zerre miktarı bir azalma yapmadığı gibi kıl kadar bir şüphenin gelmesine de meydan bırakmadı. Hiç bîri Rasûlüllah'a yardımdan geri kalmadılar. Atılan, ok Kureyş'in karargâhına geri dön­dü ve orada gedik açtı.

Bu şöyle oldu; Kureyş müşriklerinden bir gurup, mü'minler üze­rine tatbik edilen vahşî kuşatmadan rahatsız oldular. Kalbleri buna ra­zı olmadı ve ızdırap duydular.

Kuşatma sarsılmaya ve pişmanlık ve vicdan azabı altında zayıflamaya başladı.

Rivayet ederler ki-Nadle b. Hâşim'in ana bir kardeşinin oğlu Amr b. Rebîa el-Arniri yiyecek yüklü bir katın geceleyin Ebû Talib semtinin girişine kadar getirmişti. Orada yularını çıkararak sağrısına bir şaplak vurdu.   Katır sırtındakilerle Hâşimoğullanyla Abdül-Muttliboğuilarının yanına gitti.

Geceleyin Rasûlüllah (S.A.V) mahallenin girişine gelip yiyecek yüklü katırı karşıladı ve üstündekiierin bilhassa çocuklu ailelere da­ğıtımına bizzat nezaret etti. Ümmü Gülsüm ise iyice yaşlanmış hâ­diseler dolayısıyla yıpranmış ve ömrünün sonunun yaklaştığını hisse­den annesinin yatağı yanında gecesini uykusuz geçirmişti. Değerli anne zayıflık ve hastalığa insanüstü bir gayretle karşı duruyor gerek sevgili zevci, gerek kızları Ümmü Gülsüm ve Fâtıma için yaşama sa­vaşı veriyordu.

Fısıltı halinde kızına şöyle dedi :

«Ecel şu sıkıntılı ha!.gidinceye kadar bana süre tanısaydı da gö­nül hoşluğuyla gözüm arkada kalmadan vefat etseydim.»

Ümmü Gülsüm bütün kalbiyle haykırdı: «Sende bir şey yok anneciğimi» Sonra gözyaşlarına boğuldu fazla konuşamadı. Anne konuşmasını sürdürdü.

«Ah Rabbim benim bir şeyim yok yavrum! Kureyş'li hiç bir kadın benim taddığım nimetleri tadmadı. Belki şu dünyada hiç bir kadın be­nim elde ettiğim şerefe ermedi; dünyada Muhammed Mustafa (S.A.V) in zevcesi'olmam şeref olarak yetip arttığı gibi ahirette ilk mü'min kadın olarak diriltilmem ve mü'minlerin annesi olmam en büyük ni­mettir benim için...»

Sonra gözlerini yumarak fısıldadı :

«Allahım sayamayacağım kadar övgüye lâyıksın! Allahım, senin huzurunda sana varmayı hoşnutsuzlukla karşılamam, ancak ben, bana vereceğin nimetlere daha fazla lâyık olabilmek için daha fazla fedâ­kârlıkta bulunmayı çok istiyorum.»

Odayı ısıtmaya çalışan mumun ölgün ışığı titriyor, kâinat huşûlu bir sükûna bürünmüş. Gece bu etkili fısıltıya kulak vermiş dinliyor. Mü'minlerin annesinin soluk alışından yanıbaşında sesizce duâ eden kızının kalb çarpıntılarından başka bir ses duyulmuyor.

Kapı açıldı. Odayı bol bir ışık ve nûr aydınlattı. Rasûlüllah (S.A.V) yüzünde sevinç ışıltılarıyla içeriye girdi. Mü'minlerin annesi onu gö­rür görmez yerinden sıçradı. Aydınlık yüzü ile zevcini karşılarken za­yıf vücuduna güç ve afiyetin yayıldığını hissetti.

Ümmü Gülsüm babasının getirdiği haberlere kulak kabarttı. Zu­lüm karanlığının yavaş yavaş aydınlatmakta olduğunu, yerini yeni bir doğuşun nuruna bıraktığını görür gibi oldu.

Aynı gece amca Ebû Taîib, mahallede bulunanlara, boykot anlaş­masının bozulduğunu haber vermek üzere Kabe ziyaretini yapar yap­maz döndü.

Geceleri kuşatma altında bulunanlara ihtiyaç maddeleri götüren Hîşam b. Amr, Hind Ümmü Seleme'nin kardeşi ve Atîke binti Abdül-Muttalibin oğlu Züheyr b. Ebî Ümeyye el-Mahzûmî'nin yanma vararak:

«Ey Züheyr, dayıların bildiğin halde iken sen yemek yiyebiliyor, giyinebiliyor, kanlarınla yaşayabiliyorsun öyle mi? Ama ben Allah'a yemin ederim ki şayet onlar Ebül-Hakem b. HTşam'ın (Ebû Cehilin) dayıları olsalar, sen de onu, onun yaptığı gibi onun dayıiarıyla ilgi kesmeye davet etsen, hiçbir şekilde senin davetine uymaz.» dedi.

Züheyr dinledi ve bir süre düşündü. Sonra-: .

«İyi ama ey Hîşam, ben ne yapayım? Ben yalnız bir kişiyim. Val­lahi, yanımda başka birisi daha olsa anlaşma metnini bozuncaya ka­dar yerime oturmazdım." diye karşıladı'

Hîşam :                .                       

«Bir kişi buldun yanına...» deyince

«O kim?» diye sordu. Hîşam :     

«Benim» dedi. Züheyr:

«Bizim için üçüncü bir adam bul.» dedi/ b. Nevfel'e gitti. Ona da :

Bîşam M'ut'ım b. Adiyy

«Ey Mut'ım, Abdi-Menâf oğullarından İki boy'un heîâk   olmasına razı mısın? Kureyş'in yaptıklarını gördüğün halde onlara uyuyor musun? Vallahi, onlara karşı bu hareketi tatbik etmede başarılı olsanız bile, kısa süre sonra onlardan karşılık göreceğinizi iyi biliniz.» dedi.

Mut'ım da Züheyr'in verdiği cevabı verdi.

Hîşam oradan Ebül-Bahterî b. Hîşam'ın yanına vardı. Arkadaşları Züheyr ve Mut'ım'a söylediklerini önada söyledi. Ebül-Bahterî sordu:

«Bu konuda bana yardımcı olacak kişiler bulabilir miyim?»

«EvetZadü'r-Rakb'in oğlu Mut'ım b. Adiyy ve ben seninleyiz.» ce­vabını verdi Hîşam...

Ebül-Bahterî ondan kendisini destekleyecek beşinci bir isim iste­di. O da Zem'a b. Esved'e gitti. Haşimoğullarından bahsetti. Onların Zem'anın akrabası olduklarını, üzerinde haklarının olduğunu belirtti. Zem'a da olumlu cevap verdi.

Beş kişi Mekke'nin yukansındaki Hacûn mevkiinde buluşmaya sözleştiler. Orada toplanınca boykota karşı durmaya ve boykot and-iaşmasmi bozuncaya kadar uğraşmaya karar verdiler. Aynı zamanda Kureyş'in toplantı yerinde ilk olarak Züheyr'in konuşmasında da itti­fak ettiler.

Sabah olunca toplantı yerine gittiler. Züheyr üzerinde kıymetli ei-biselerle geldi. Kabe'yi yedi defa tavaf etti. Sonra halka dönerek şu konuşmayı yaptı :

«Ey Mekke halkı Haşim oğullarının alışverişine engel olunarak helak olmaya terkedildikleri bir ortamda rahatça yemek yiyip elbise­ler giyinebiliyor musunuz? Vallahi şu ilgi kesen zalim antlaşma ve­sikası yirtilmcaya kadar yerime oturmayacağım.»

O anda Kabe mescidinin bir tarafında durmakta olan Ebül-Hakem b. Hîşam-(Ebû Cehil)

»Yalan söylüyorsun. Vallahi o vesika yırtılmayacak!» diye itiraz etti.

Bu itiraza Zem'a b. Esved karşılık verdi :

«Vallahi en fazla yalancı sensin, yazıldığı gündenberi biz onun yazılmasından hoşnut olmamıştık zaten...»

Ardından Ebül-Bahteri onu destekledi :

«Zem'a doğru söylüyor; c vesikada yazılanlara lazı olmadığı gibi onları tasdikte etmemiştik.»                               

Mut'ım ikisini de birden destekledi

«Siz ikiniz doğru söylediniz başka şey söyleyen ise yalancıdır. O vesikadan da, o vesikada yazılan şeylerden de Allah'a sığınırız.».

Hîşam b. Amr de onlara uyduğunu belirtti. Ebû Cehil gözlerini bu beş kişinin üzerinde gezdirdikten sonra haykırdı :

«Bu geceleyin karara bağlanmış anlaşılan... Başka bir yerde bu iş pişirilmiş...»                                                                           

Haik ona aldırmadı bile. Mut'ım, aralarında Ebü Talib'in do bu­lunduğu kalabalığın arasından kalktı, Kabe Mescidinin bir yanına va­rarak yırtmak için antlaşma sahifesini eline aldı. Bir de ne görsün çöl karıncalan onu yemiş, yazılı kısımlardan sadece «Bismilâllahümme Ey Allahım, senin isminle...» kelimeleri kalmış.

Kureyş'in içine korku düştü. Bir ok'un gelip kalbine saplandığı ve onu parça parça ettiği duygusuna kapıldı.

Ebû Talib yerinden doğrulup müjdeyi ulaştırmak için kuşatma al­tındakilerin bulunduğu mahalleye koştu. Daha Kabe'ye gelirken Habe­şistan'a hicret eden oğullarını hatırlamıştı. Bunun üzerine söyledikle­rini duyarlar ümidiyle yüksek sesle şu şiifi okudu :

«Kureyş'in tuzağına- karşı Rabbimizin bize lâyık gördüğüne biz lâ­yık mıyız. Zaten Allah İnsanların iyiliğim ister.»

«Onlara haber veriyor ki menhus sahife yırtılmıştır ve zâten Al­lah'ı hoşnut etmeyen her şey bozulmaya lâyıktır.»

«O sahife iftirayı da,   büyüyü de biranda   kendinde topluyordu, ama büyü ebediyyen üstünlük sağlayan bir şey değildir.»

«Akıllılığa ve isabetli görüşe sahip bir topluluk oluşturan Hacûn cemaatini Allah hayırla mükâfatlandırsın.»                       

«Onlar Hacûn'da oturup adetâ,ahitleşmişler. Onlar en aziz ve en soylu kişilerdir.                                                                 

(Halk uykuya yattığında onlar gece işlerini   karara sabaha kararlı olarak çıkmışlardır.

bağlamış  ve Sesi mahallede uyuyanların hepsini uyandırdı. Mutlu müjdeyi iaykırarak hepsi yataklarından fırladılar, Müslüman olanlar «Allahü Ikber» nidalarıyla ortalığı çınlattılar.

Sevinçlerinden hiç biri, o gece yatıp uyumadı.

Sabahleyin Kabe'ye koşup tavaf ettiler. Sonra herkes Mekke'de-i evlerine dağıldı. Kuşatma bozulup tuzağı başarısızlığa uğrayan Ku-eyşin bundan sonra hangi dolabı çevireceğini gözetlemeye başladılar.

Samimi imanları karşısında kuşatma kalkınca Hâşimoğulları ev-erine döndüler. Artık Rasûlüllah (S.A.V)'in sıkıntılı ânında kendini ko-;asi için feda eden imanlı ve sabırlı hammıyla beraber Mekke Hale­lline bitişik evine dönme zamanı geldi. Ama bu zaman altmış beş ya­dına basmış olan Hz. Hadîce'de güç bırakmamıştı...

Muhasaranın çöküşünden altı ay sonra Hz.Muhammed (S.A.V)'în Amcası Ebû Tâlib vefat etti. O yeğeni için sadakatli bir baba, kefil, koruyucu ve Kureyş'in müşrikleri önünde aşılmaz bir engeldi. Hz. Ha­dîce, amca Ebü Tâlib'in matemine şahit olmadı. O, Rasûlüllah'ın evin-ie sevgili zevcinin durumunun düzeldiğine.kanâat getirdikten sonra 3abbine kavuşmak arzusuyla yatağında dünyaya veda etme durumun­daydı...

Bu esnada Rasûlüllah (S.A.V) Efendimiz, Hz. Hadîce'nin yanına aturmuş sekerâtı mevtin (ölüm ânının ağırlığının) ona kolay gelmesi-fıi sağlamaya çalışıyor ve Allah'ın onun için hazırladığı nîmatleri [müjdeliyordu.

Üç,kızı; Zeyneb, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma yatağının çevresine oturmuşlar, âhiret yolculuğundan önce doya doya annelerine bakıyor­lardı. Hz. Hadîce, Hâşimoğulları Ebû Tâlib şi'binden çıktıktan ve Ebû Tâlib'in ölümünden üç gün sonra bîsetin (peygamberlik gelmesi) onuncu yılı Ramazanın onunda 65 yaşındayken vefat etti. Hacûn kab­ristanına gömüldü. Onu kabrine Rasûlüllah (S.A.V) mübarek elleriyle yerleştirdi. Sonra evlendikleri günden itibaren kendisine her konuda yardımcı olan ve son nefesine kadar yanıbaşında cihâdına ortak oldu­ğu sevgili zevcesine veda edip, keder içinde evinin yolunu tuttu. Kızları Ümmü Gülsüm ve Fâtıma'yi bağrına bastı; onları hem teselli ediyor, hem de uğradıkları musibete karşı onlara destek olmaya çalı­şıyordu. Anladı ki, o andan itibaren Mekke'de yeri yoktur. Hz. Hadîce'nin vefatından sonra burası kendisine oturulacak bir yer olmaktan çıkmıştır.                                                                                     

Ebû Tâlib ve Hz. Hadîce ölünce Rasûlüllah'ın (S.A.V) başına felâ­ketler peşpeşe gelmiş oldu. Hadîce onun İslâm üzere olan sadık yar­dımcısı idi. Rasûlüllah onu anmadan evinden çıkmazdı.

Hadîce gerçekten ölmüş muydu?...

Manâ olarak asla!... Peygamber olan zevcinin hayatında daima dipdiri kalmıştı. Gidip gelirken onun hayâli gözünün önünden gitmi­yordu.

Rasûlüllah (S.A.V)'in hayatına Hadîce'den sonra başka kadınlar da girdi. Ama kalbi ve dünyası bütün samîmiyetiyle bu ilk zevcesine ait olacaktı. Çünkü o çeyrek asır süresince erkeğinin evinin teksev-gili, şefkatli kadınıydı. O evde ona hiç bir kadın bu süre içerisinde ortak olmamış, erkeğinin ufkunu ondan başkası gölgefendirmemiştî.

Onun vefatından sonra bu eve başka zevceler de geldi. Arala­rında çocuğu olanlar, güzel olanlar, soylu ve mevkî sahibi olanlar da vardı. Ancak hiç birisi Hadîce'yi bu evdeki mevkiinden uzaklaştırama-dığt gibi, sevgili zevcinin gönlünde taht kuran hatıraları derecesinde bir mevki de elde edemediler...

Seneler sonra Medine, Bedir zaferinden sonra Kureyş esirlerinin fidye karşılığı serbest bırakılmasına şahit olacaktır. Burada Hadîce'ye ait bir gerdanlığın, kızı Zeyneb tarafından esir bulunan kocası Ebû'l-As b. Rebî'in esirlikten kurtarılması için fidye olarak gönderil­diği görülecektir. Kahraman peygamberin kalbi kederden burkulacak, zafer elde etmiş bulunan arkadaşlarından, bu gerdanlığın Zeyneb'e iade edilip Ebû'l-As'ın serbest bırakılmasını isteyecektir.

Rasûlüllah (S.A.V)'in evi, gençliğinin en taze dönemlerinde ve Rasûlüllah'ın sevgisine malik olan Aişe binti Ebû Bekr'in, daha önce zevcinin kalbine yerleşen bü mübarek hanımın kazandığı büyük sev­giyi kıskandığına şahid olacaktır. O Hadîce ki, son nefesine kadar tek başına zevcinin kalbine te'sîr etmiş, vefatından sonra da bu kalbteki yerini korumuştur.

Mü'minlerin annesi Hz. Aîşe anlatmaktadır: Hadîce'nin kızkarde-şi Hâle, Medîne'ye gelir. Rasûlü Ekrem (S.A.V) Efendimiz,    evinin önünde Hâle'nin,   merhum hanımının sesine benzeyen sesini işitince heyecanla :

«Aman Allah'ım! Bu Hâle!...» diye haykırır. Buna.karşılık, Aîşe kendini tutamiyarak:

«Allah sana ondan daha hayırlısını vermişken, Kureyş'in kocaka­rılarından olup, bir zaman önce ölmüş, çenelerinin içi kırmi2i bir ko­cakarıyı ne anıp duruyorsun?» der.

Rasûlüilah (S.A.V)'İn rengi değişti, öfkeyle Aîşe'yi şöyle azarladı:

«Vallahi, Allah bana ondan daha hayırlısını vermedi; insanlar be­ni inkâr ettiğinde o bana inandı, insanlar beni yalanladığında o beni tasdik etti, insanlar beni (muhasaraya alıp her şeyden) mahrum etti­ğinde malıyla o destekledi. Diğer kadınlardan olmadığı halde Allah onunla bana çocuk ihsan etti.»

Aîşe kendi kendine şu kararı vererek sesini kesti. «Vallahi, bundan sonra onu hiç dilime dolamıyacağım.»

Daha önce Hadîce hakkında konuşurdu.

Bir gün de, Rasûlüilah (S.A.V) Hadîce'yi sıkça anınca Aîşe (r'anhâ) ona şöyle dedi :

«Sanki dünyada Hadîce'den başka kadın yok gibi...»

Rasûlüilah (S.A.V) de şu karşılığı verdi :

«O şöyle, şöyle... idi. Benim ondan çocuğum da oldu.»

Aîşe, Rasûlüilah [S.A.V)'in bir koyun kestiğinde :

«Onu Hadîce'nin dostlarına gönderin» dediğini görüp duruyordu. Bir defasında Aîşe bu konuda ileri geri konuşuncâ^Raşû[ülj_ah__(S.A.V):

«— Ben Hadîce'nin sevdiklerini severim.» buyurmuştu. Sahih-i Müslim'deki bir rivayette şöyle buyurduğu zikredilir: «— Bana onun sevgisi bahşedildi.» (Yani Hadîce'yi sevmek İslâniî| bir fazilettir.)

Mekke'nin fethinde, Hadîce'nin vefatının üzerinden on yıldan fazla bir zaman geçtiği halde, Rasûlüilah (S.A.V'in Mekke'nin fethi­ni kontrol etmek üzere kurulan karargâh için yer olarak Hz. Hadîce'nin kabrinin yakınını seçtiği görülür. Fetih tamamlandıktan sonra ise gerek Kabe'yi tavaf ederken, gerek putları yıkarken Hadîce'nin evine zaman zaman gitmek suretiyle onun ruhu ile ünsiyetini ve onun ma­nevî varlığıyla yakınlığını devam ettirmek istediği görülür: Rasûlüilah (S.A.V) bu uzun, yorucu mücâdeleye karşı Hadîce'nin sevgi ve şefkat pınarından doya doya içerek teçhizatlanmıştır.

Hadîce'den sonra milyonlarca kadın İslâm'a girecektir, ancak o, kahraman peygamberin hayatındaki rolü için Allah'ın seçtiği ilkmüs-lüman kadın olma özelliğini koruyacaktır. Müslüman olsun olmasın, tarihçiler bu rolü belirteceklerdir. Bunun için Bodley şöyle diyecektir: «Hadîce'nin severek evlendiği şahsa olan sağlam güveni, bugün yeryüzü halkından her yedi kişiden birisinin din olarak bağlandığı inancın ilk dönemlerindeki sağlam bağlılık ortamının oluşmasında en büyük etken olmuştur.»

Margoliuth Rasûlüllah'ın hayatını yazarken, Hz, Hadîce'nin vefa­tı için ise şunları yazar:

«Hz. Muhammed, Hz. Hadîce'nin vefatıyla peygamberlik görevini ilk anlayıp doğrulayan, onun kalbine huzur ve sükûnet vermekten ka­çınmayan... Yaşadığı sürece onu zevcelerin sevgisiyle, annelerin şef­katiyle kuşatan birisini kaybetti.»

Evet! Tarihçinin dediği gibi; Henüz altı yaşmda iken anne sevgi­si ve şefkatine doymadan annesini kaybeden ve anne şefkatinin öz­lem ve hasretiyle büyüyen sevgili Peygamberimiz [S.A.V), özlem ve hasretini duyduğu sevgi ve şefkati Hz. Hadîce'de fazlasıyla bulmuş­tur.

Yine Hz. Muhammed (S.A.V)'e zevce (eş) olarakta Hz. Hadîce; yeri doldurulamıyan eşsiz bir kadındı... O, Hz. Muhammed (S.A.V)'e tarihin benzerini bahsedemiyeceği şekilde örnek sevgi, sadâkat, vefa ve cefakar bir kadınlık yapmıştır. Yeri gelmiş malını feda etmiş, ye­ri gelmiş canını feda etmiştir.

Tarih, sevgide, şefkatte, vefada ve cefâda Hz. Hadîce'den daha şerefli bir kadından asla bahsedemiyecektir... Çünki; Hz. Hadîce, dünya durdukça müslüman kadınlarına her yönüyle örnek İsiâm kadı­nı olmaya devam edecek ve ismi hürmetle ve rahmetle kıyamete ka­dar dillerden düşmeyecektir...
« Son Düzenleme: 05 Mayıs 2007, 19:10:39 Gönderen: çoban »
Linklerin Görülmesine İzin Verilmiyor. Üye Ol ya da Giriş Yap


Paylaş delicious Paylaş digg Paylaş facebook Paylaş furl Paylaş linkedin Paylaş myspace Paylaş reddit Paylaş stumble Paylaş technorati Paylaş twitter
 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son İleti
0 Yanıt
1055 Gösterim
Son İleti 05 Mayıs 2007, 09:53:02
Gönderen: çoban
0 Yanıt
925 Gösterim
Son İleti 05 Mayıs 2007, 20:19:29
Gönderen: çoban
0 Yanıt
926 Gösterim
Son İleti 06 Mayıs 2007, 10:57:49
Gönderen: çoban
0 Yanıt
980 Gösterim
Son İleti 06 Mayıs 2007, 11:03:12
Gönderen: çoban
0 Yanıt
922 Gösterim
Son İleti 06 Mayıs 2007, 13:40:26
Gönderen: çoban