Haftanın en çok okunan röportajı
Vakit`in çok okunan yazarlarından Hasan Karakaya`nın bu hafta Sabah`taki röportajı da çok okundu, üzerinde çok konuşuldu, birçok yayın kuruluşu tarafından alıntılandı. İşte `Benim tek silahım kalemimdir; onu en etkili şekilde kullanıyorum. Bu zamana kadar hiç kimseye dava açtırmadım, hiç kimsenin evini haczettirmedim; mücadelemi kalemimle verdim.` cümleleriyle öne çıkan Hasan Karakaya röportajı:
Herkes merak ediyordu onu; kimdir bu adam? Eline düşeni hırpalıyor, küfrediyor, hedef gösteriyor, hop oturup hop kaldırıyor. Boynuna haç takan Müslüman kızlara çatıyor... Bale kursu açanları 'Müslüman mahallesinde salyangoz satıyor' diye yerden yere vuruyor... Sırf Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Beşiktaşlı diye, ilkokul üçten beri tuttuğu takımıyla ilişkilerini bir süreliğine 'dondurabiliyor...' Orhan Pamuk için "Yemek yediği kabın içine pislemedi mi?" diye yazılar yazıyor... Fazıl Say'a "Ulan sen hiç Türkiyeli olmadın ki; arkanı dön ve çık git" diyerek ayar çekiyor... Ahmet Hakan'a 'yatağına işeyen yazar' diye takılıyor... Vitali Hakko'nun ölümünü birinci sayfasından veren İslamcı gazetelere itinayla teessüflerini iletiyor, Yahudilik üzerine uzun uzun yazılar döşeniyor... Kimine göre haddini aşıyor, kimine göre 'süper' yazıyor... Sert üslubu, fanatikliği, küfürleri ve tabii Ahmet Hakan'la girdiği polemikler yüzünden son yılların en tartışmalı isimlerinden... Türkiye'nin en fanatik dinci, radikal gazetesi Vakit'te yazıyor. Ama artık Vakit okumayanlar bile onun adını biliyor... Bu röportajı okumanız için gerekenleri sıraladım. Buyurun tanışın kendisiyle lütfen...
(Röportaj: Şirin Sever)
- İslamcı basının, hatta Türk basınının en sivri, en sert, en küfürbaz yazarı olduğunuzu kabul ediyor musunuz?
- Yani... İlla böyle yazılar yazayım amacım ya da düşüncem yok! Bu tamamen doğaçlama gelişiyor. Birçok yakınım, tanıdığım da aynı şeyi söyler; duygusal yönü ağır basan bir insanım. 'Manyaklık derecesinde duygusal' derler bana. Dolayısıyla olaylar olması gerekenin dışında geliştiğinde, biraz sert tepki veriyorum. Küfürbaz meselesine gelince, bunu reddediyorum!
- Karısına bile küfrettiğiniz köşe yazarları var, yapmayın!
- Başörtülü oldukları için okuyamayan kızlara '200 milyonu bastır soyunsunlar, 300 milyonu ver başka şey yapsınlar' diyen Fatih Altaylı'ya yazılmıştı o yazı. çok ağır bir saldırı vardı. Ben de 'Bu parayla oluyorsa, sizin yakınlarınız da bunu yapar mı?' manasında söyledim. Evet, sertti ama onun ifadeleri de çok sertti.
- Böyle davrandığınız için mutlu oluyor musunuz peki?
- Hayır, aslında çok rahatsız oluyorum. Bir söz var ya; adı çıkmış dokuza inmez sekize diye... Küfürbaz kelimesi yapıştı bana ve bir türlü atamıyorum. Ama şunu da söyleyeyim; artık aldırmıyorum. Herhalde kanıksadım!
- Sonra pişman oluyor musunuz böyle yazılar yazdığınız için?
- Hayır, kesinlikle! Hiçbir yazımdan pişman değilim, ben kesinlikle düşünerek, hesap ederek falan yazı yazan biri değilim. Belki, mahkemeleri düşünerek dozajı biraz düşürüyorum ama çok fazla düşünerek yazmıyorum.
- Peki gazeteye dönelim... Yine tartışma yarattınız yeni yılın ilk günlerinde; 'Yılbaşı Rezilliği' diye manşet attınız. Yılbaşının kutlanması sizi neden rahatsız ediyor gazete olarak?
- "Biz aslında Noel'i değil, yılbaşını, yeni bir yıla girişi kutluyoruz" diye savunma yapıyor herkes ama bütün doneler sizi Hıristiyanlığa götürüyor! Mesela bir çam ağacı var, ona asılan çoraplar, çanlar var. Bunların hepsi Hıristiyanlığın simgesi, bunların bizi asıl benliğimizden uzaklaştırdığını düşünüyoruz. Karşı olmamızın nedeni bu...
- Yani yılbaşının kutlanmasına değil Noel simgelerine karşısınız, öyle mi?
- Adam kutlayacaksa kutlasın, zaten kutluyor, evinde eşiyle dostuyla içki içmesine bir şey dediğim yok ama bu topluma yerleşiyor, kanıksanıyor artık! Noel Baba'ydı, çamdı falan derken, ister istemez ben soruyorum, biz kimiz?
- İnsanlar çam ağacıyla kendini mutlu hissediyorsa kime ne bundan?
- Ertesi günkü taciz fotoğraflarını gördünüz! Taksim yılbaşının simgesi bir yer, herkes orada, turistler de yılbaşına girmek için Taksim'e gelmiş. Bu insanlar kolay kolay bir kadına tacizde bulunmazlar, mutlaka içki içtiler. İçen insan ne yaptığını bilemez, beyinle bağlantısı kesilir. Hemen her yıl oluyor bunlar, biz bunu gündeme getirmeye, buna vurgu yapmaya çalıştık. Yoksa evinde kutlasın!
'YILBAŞI REZİLLİĞİ' BAŞLIĞI
- Türkiye'de sadece yılbaşı diye taciz olmuyor ki, ne yazık ki her zaman, her yerde taciz var!
- çok iyi bir noktaya temas ettiniz, biz de asıl kimliğimizden uzaklaştıkça bunların olabileceğini söylüyoruz. Mesela sigaraya yasak geliyor ama içkiye gelmiyor, 'mahalle baskısı' deniliyor.
- İçkiye de mi yasak gelsin?
- Zararlıysa o da zararlı! Duyarlılık gösterilmeli...
- Ertuğrul özkök de yazmış bugün (perşembe)... Dubai'de, Katar'da, Suudi Arabistan gibi Müslüman ülkelerde yılbaşı âdetleri değişiyor, kutlamalar yapılıyor. Bizde ise tersine... Bu, 'zındıklık' olarak yorumlanıyor. Hedef gösterme değil mi bu?
- Hayır, kesinlikle! Kartel gazeteleri olarak tabir ettiğimiz gazetelerin, türban ya da başörtülü bir kadın resmini gösterip 'Bu nasıl bir görüntüdür' diye sorması hedef göstermeye girer ama 'yılbaşı rezilliği' manşetinde sadece eleştiri vardı. Sokakların kusmuklarla dolmaması, tacizlerin olmaması için bunu söylüyoruz. Yani olaya dini açıdan, İslami açıdan bakıyoruz. İslam'ın içkiyi, sigarayı, bütün kötü alışkanlıkları yasaklamasından hareket ediyoruz. Cenab-ı Allah bir şeye yasak koyduysa bunda bir hikmet olduğuna inanıyoruz. Bu görüşü ifade etmek için de yılbaşı bir vesile belki...
Kızımın mecburen okulda başı açık!
- Kaç yıllık evlisiniz?
- 1977'den beri evliyiz; unutmayayım da!
- Kaç çocuğunuz var?
- Bir kız bir oğlan. Oğlum biyoloji okudu, kızım Türk Dili ve Edebiyatı.
- Kızınızın başı açık diye biliyorum, doğru mu?
- Yok örtüyor ama okulda mecburen açıyor.
- Yazı yazarken bu yasak da sizi kamçılıyor mu? Yani kızınızın okula gitmek için başını açmak zorunda kalması?
- İnsanın yaşadıkları elbette etkiler insanı. Hele insanın kendi evladı söz konusu ise daha da etkileniyor. Aslında mahalle baskısı, inanç olayını falan bırakın, özgürlük bazında söylüyorum; başı açığa saygım var, onun yaşam biçimine müdahale edilmesine karşıyım ama kapanmak istiyorsa bu da özgür bırakılsın.
- Sizin gibi radikal bir adamın kızı başını açıyor. Hiç eleştiriliyor musunuz? Mahalle baskısı var mı yani?
- Hayır, hiç yok, olmadı...
Ben gizli yayın yönetmeni değilim
- Vakit'in gizli yayın yönetmeni olduğunuz konuşuluyor. Nedir gerçek?
- Yok, hayır! Bizde toplam altı kişiden oluşan bir yayın kurulu var, ki bu, çekirdek kadrodur. Herkesin bir oy hakkı var.
- Oy çokluğuna göre mi haber seçiliyor?
- Bir anlamda öyle...
- Yayın yönetmeni tek başına karar vermiyor, öyle mi?
- Hayır, kesinlikle! 15 yıldır bu böyle.
- Geceleri gazetede kaldığınız söyleniyor. Günde kaç saat çalışıyorsunuz?
- Bayağı bilgi toplamışsınız (gülüyor). İşin doğrusu, 13 Eylül'e kadar günde 16 saat çalışıyordum. Ta ki stent takılana kadar...
- Niye kendinizi bu kadar kaptırdınız
- çok özür dileyerek söylüyorum; gazetelerde bir çalışanlar vardır, bir de eli kıçında dolaşanlar! Ben hep o çalışanlardan oldum; bu performansı bütün gazetelerde gösterdim, önce işim gelirdi. Eşim de hep "Ben Hasan Bey'in ikinci eşiyim," der. Sabah 05.00'lere kadar çalışırdım. Şimdi 10 saat çalışıyorum.
- Niye bu kadar uzun yazı yazıyorsunuz? Sizin kadar uzun yazan yok sanırım...
- Bir de Hıncal Uluç var!
- Tutamıyor musunuz kendinizi?
- Biraz öyle. Herhalde birikim, duygu, bilgi yan yana gelince tutamıyorum. Şu da var ki; kısaltmaya çalıştım, okuyucudan tepki geldi!
Fazıl Say da Pamuk gibi Ermeni damarı yakaladı!
- Fazıl Say'ın gitmekten bahsetmesini çok eleştirdiniz. Bir insanın yaşadığı ülke hakkında eleştiri yapması sizi niye rahatsız ediyor?
- Orada bazı hakaretler var, 'Bakanın eşi türbanlı, bu ülkede yaşamaktan bıktım,' filan diyor. Canlı yayında da içindekini döktü; Osman Yağmurdereli gibi bir insana, dünya tatlısı bir insana "Göbeğini kaşıyan adam," dedi. Yapmayın ya! Bunları yaparsan; eleştirilere, saldırılara, hakaretlere de katlanırsın.
- 'Arkanı dön ve çık' diyerek hedef göstermek, ayrımcılık yapmak niye peki?
- Ayrımı ben yapmıyorum, adam ayrımı yapmış zaten; "Yüzde 70 yüzde 30," demiş...
- Anlamadığım şu; bu yazılar yeterince gergin olan ortamı iyice germiyor mu?
- Geriyor elbette, başta beni geriyor! (gülüyor) Ama Fazıl Say gibi müziğiyle değil de, siyasi polemiklerle gündeme gelen bir insandan bahsediyoruz. Mesela Orhan Pamuk, kalkıyor "Kürtleri ve Ermenileri öldürdük," diyor. Türkiye'yi tanıyor musun gerçekten, sen tarihçi misin? Bırakın tarihi, Türkiye'yi bile tanımıyor. "İmam ikindi saatinde caminin balkonundan ezan okudu," diyor kitabında. Camide balkon yoktur kardeşim, minare vardır! Yani bunları birilerine şirin görünmek için söylüyorsan, karşında beni bulursun.
- Fazıl Say'ı da 'Kilise müziği yapıyor zaten,' diyerek eleştirdiniz..
- O tartışmanın devamında, 'Kimler sanatçı?' diyerek söyledim...
- Kilise müziği yaptığı için mi sanatçı değil?
- Sanat denilen şey orijinal bir şey ortaya koymaksa, sen orijinal bir şey koymuyorsun kardeşim! Nihayetinde Beethoven'ın, Mozart'ın yaptığı bir kilise müziği var ortada...
- Beste yapıyor bu adam...
- Aynı kalıpta yapıyor! Tarkan da yapıyor beste, diğer sanatçılar da yapıyor. Sen o beste yapan insanlara sanatçı demiyorsan... Yani Fazıl Say için bu argümanları geliştirenlere söylüyorum, yani oradan eleştiriyorum.
- Hiçbir şey anlamadım. Birinin sanatçı olup olmadığını kilise müziği yapıp yapmamasıyla mı değerlendiriyorsunuz?
- Hadise, orijinal bir şey ortaya koymak.
- Adam beste yapıyor işte...
- Ama kilise müziği çerçevesinde yapıyor. Yakında göreceğiz, Akdamar diye bir projesi varmış. O da enteresandır, Ermeni keşişinin kızıyla, Müslüman bir çobanın aşk hikâyesi... Yine Ermeni damarı yakaladı! Yani "Ermeniler'i kestik," diyen Orhan Pamuk ödül aldı, bu da bir Ermeni efsanesini müziğe aktaracak, herhalde Nobel müzik ödülü alır! Bu benim görüşüm... Adam sonuçta başardı, gündeme geldi ve kültür bakanı ile görüşmeyi başardı. Bundan sonra herhalde başbakan tarafından da kabul edilir. Baksanıza gitmekten de vazgeçti...
Baskı kalkarsa yumuşarım!
- Dansı onaylamıyor, bale yapanı dışlıyor, haç takana küfrediyorsunuz. Mahalle baskısı tam da bu değil mi?
- önce mahalleyi tarif edelim. Mahalle kimin mahallesi?
- Herkesin olamaz mı?
- Elbette olur, o mahallede herkes yaşayabilir, o ayrı konu ama Müslüman mahallesinde salyangoz satmak diye bir tabir var ya... Mahalle çoğunluğunun, Fazıl Say'ın deyimiyle 'yüzde 70'inin baskı altına alındığı' ve inançları gereği türban takmalarının, dini eğitimlerinin engellendiği Türkiye'de bakıyorsunuz, Batı'dan gelme ne varsa topluma dayatılmış. Şunu söylüyorum hep; tamam onları da yapın ama beni de özgür bırakın!
- Eski bir yazınızda geçmişe şöyle övgüler düzüyorsunuz: "Ar vardı, namus vardı, ahlak vardı, bir kadın yolda biraz kırıtarak yürüdü mü ona hafif kadın gözüyle bakılırdı, evine bir iki erkek girdiğinde mahalleden taşınması sağlanırdı..." Bunları yazabiliyor sonra da 'mahalle baskısı' diyeni eleştiriyorsunuz...
- Bu ifadeler bu baskıların yaygınlaşmasından dolayı protesto mahiyetindeydi. Bilmiyorum, bu baskılar kalkarsa belki ben de biraz yumuşayabilirim...
- Yani bir insanın mahalleden taşınmasını sağlamak ya da Fazıl Say'a yapıldığı gibi 'Git,' demek insan haklarına aykırı değil mi?
- Karışmayalım, tamam... Ama bir tarafa sonsuz özgürlük bir tarafa yasaklar! Nasıl olacak?
- Kısasa kısas yapıldığında sokaktaki adamdan ne farkınız kalıyor söyler misiniz?
- Bu çifte standart devam ettiği sürece ben bu çifte standartla mücadele edeceğim! Burada dozaj belki bu tarafa daha fazla kayabilir ama bu eleştirileri, tepkileri ortaya koymaya devam edeceğim. Nihayetinde insanız, bazen anlık tepkiler gösterebiliyoruz tabii...
Dinimle savaşan adamın ölümüne asla üzülmem!
- Birçok meseleyi 'Yahudi mantığı' diye açıklıyorsunuz. Antisemitist (Yahudi düşmanı) tavrınız sır değil...
- Bir kere ben Yahudi düşmanlığı, Musevi düşmanlığı yapmıyorum ama siyonizm düşmanlığı yapıyorum. Bu ikisini ayırt etmek lazım. Şimdi Türkiye laik bir ülke ama halkı Müslüman...
- 'Yüzde 99 Müslüman bir ülke' ifadesini de sık kullanıyorsunuz ama daha en baştan başka inanışları yok saymış olmuyor musunuz?
- çoğunluğu diyelim peki... Mesela Ankara'ya yönelik eleştiriniz hiçbir zaman Türk halkına karşı değildir. Siz hükümeti, yahut devleti eleştiriyorsunuz, halkı eleştirmiş olmuyorsunuz ki...
- İsrail'i eleştirebilirsiniz ama toptan bir dinin mensuplarını ayırmanın, 'öteki' sınıfına sokmanın Hitler faşizminden farkı ne?
- Tam tersine, biz Hitler faşizmini de reddediyoruz. Vakit'te kesinlikle 'Museviler şöyle yapmıştır' şeklinde eleştiriler, saldırgan ifadeler kullanılmamıştır.
- Vitali Hakko'nun ölümünü birinci sayfasına taşıyan İslamcı gazetecileri eleştirdiniz ama!
- Lütfen Milliyet gibi bakmayın olaya...
- Bizzat siz yazmadınız mı bunu?
- Yazdıklarımın arkasındayım, önce onu söyleyeyim. Fakat Vitali Hakko meselesinde onun uyanıklığını dile getirdik, şapkadan zengin olmuş...
- 'İslami basındaki üzüntü ve övgü ifadelerine hayret ettiğinizi' yazdınız...
- Hayır, İslamcı basına çatmadım, Yeni Şafak'ın 'önünde şapka çıkarılacak adamdı' ifadesi girdi araya... (gülüyor)
- Yani kızdınız üzüntü ifadelerine?
- Evet kızdım...
- Musevi, Hıristiyan ya da her ne olursa olsun bir insanın ölümüne üzülmek sizin kitabınızda yok mudur?
- ölüye bağlı!
- Nasıl yani?
- Şaron, hâlâ ölemedi, komada! Bu adamın ölmesine üzülmem! Benim dinimle, insanımla, inancımla veya benim inanç mensuplarımla ömür boyu savaşmış bir adama üzülmem!
- Hakko'nun ne zararı vardı peki?
- Hiçbir zararı olmadı. Yazımın başlığı şuydu dikkat edin; 'Kartel görevini yapıyor, ya Müslümanlar' demişim. Oradaki başlık aslında gayet net ifade ediyor. Ben Müslümanları eleştirdim.
- Niye eleştirdiniz?
- Vitali Hakko'dan önce Prof. Sabahattin Zaim ölmüştü. Bu adam Türkiye'de ekonomiye adını yazdıran bir adam, marka bir isimdi. Kartel medyası onun vefatına hiç yer vermedi.
- Kısasa kısas mı yani?
- Hayır, kısasa kısas değil, benim bakış açıma göre Müslüman olduğu için yer vermediler. Ama Vitali Hakko iki gün sonra sürmanşete çıktı! Söylediğim şu; ey Müslüman, seninle ilgili değerlere, insanlara, adamlara değer vermeyen, bunları yok sayan gazeteleri alıp duruyorsun, artık buna uyanmayacak mısın, tepki koymayacak mısın? Yoksa ben onların inançlarına, dini aidiyetlerine yönelik kesinlikle eleştiri yapmam.
Danstan rahatsız oluyorum!
- "Adam, kızıyla dans eden delikanlının üzerine hışımla yürümüş. Kız da 'Sen babama aldırma, kulakları sağır olduğu için müziği duymuyor' demiş. Adam duymadığı için bir halt yediklerini sanmış. Dans işte böyle bir şey..." Bu yazdıklarınıza gerçekten katılıyor musunuz?
- Katılıyorum.
- Dans niye sizi rahatsız ediyor?
- Dans bilmiyorum ki! (gülüyor)
- Nedir mesele?
- Rahatsız oluyorum.
- Hayatınızda hiç dans ettiniz mi?
- Zorla kaldırıldığım olmuştur! O tarif var ya 'yatay arzuların dikey ifadesi...' Ben o tarifi tuttum, biraz da öyle galiba!
- Siz nasıl eğlenirsiniz?
- Televizyon seyrederim, sinemaya giderim, arkadaşlarımla sohbet ederim.
Gaylerle yan yana gelmek istemem!
- Yazar Murathan Mungan'ın DTP'ye destek ziyaretinden sonra "DTP i..eleri destekleyecek kadar toplumdan kopuk," dediniz. Gaylerle probleminiz ne?
- Her ne kadar gayler olayı öne çıktıysa da, ben DTP'yi deşifre etmek istedim. DTP kendisini Kürtlerin temsilcisi olarak gösteriyor ancak değil! En basitinden; Kürtlerin çoğu gerçekten muhafazakâr, dinine bağlı ama DTP'liler bir Ramazan günü basın toplantısında su içebiliyor!
- Gaylere i..e demekle hakaret mi etmek istiyorsunuz?
- Bir ara homoseksüel deniyordu, sonra gay, şimdi de üçüncü tip mi, üçüncü yaşam mı, bir şey diyorlar. Gayin ne manaya geldiğini kaç kişi bilir Türkiye'de? İ..e sözcüğünün aşağılanma için kullanıldığını, ayıp bir davranış olduğunu en azından bilir, uzak durur. Bugün homoseksüel dediğinizde profesör sananlar var! (gülüyor)
- Yani uzak durmak mı gerek gaylerden?
- Fiili olarak bazı şeyler yapıyorsa elbette!
- Demokrasiden ne anlıyorsunuz siz?
- Halkın görüşlerinin egemen olduğu, halkın dediğinin olduğu bir sistem ise, evet. Egemenlerin buyurganlığının söz sahibi olduğu bir sisteme dönüşmüşse buna hayır.
- Başkasının yaşam tarzına saygı?
- Saygılıyım.
- Niye gayleri dışlıyorsunuz o zaman?
- O benim şahsi görüşüm. İnsanlar onunla yan yana da gelebilir ama ben kesinlikle istemem.
Ama imam bana negatif baskı yaptı!
"Manisa Salihli doğumluyum; ilkokul, ortaokul ve liseyi orada okudum. Babam çiftçiydi. Dindar ve muhafazakâr bir ailede büyüdüm. Gazi üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum, okurken de çalışmaya başladım. Aslında içimde bir ukdedir, bunu söylemek isterim; ilkokuldan sonra İmam Hatip'te okumak istiyordum. Bütün aile onaylamıştı ama çok enteresandır, mahalle baskısı falan deniliyor ya, imam negatif baskı yaptı! Nedeni de ilkokul döneminde Kuran kursu aldığımız imamın 'Bundan imam olmaz,' demesi! Niye olmaz? 'çünkü ezberi, okuması güzel falan ama sesi yok!' iddiasındaydı... öte yandan lise bitene kadar gazeteciliğin bir okulu olduğunu bile bilmiyordum. Radyodan duydum bu okulu. Birinci yılın sonunda hocam olan, Murat Bardakçı'nın babası İlhan Bardakçı'nın tavsiyesiyle Barış gazetesine girdim. CHP'nin yayın organıydı. Yani sol bir ortamda yetiştim... (gülüyor) Sonra Yeni Gün, Telgraf, Başkent, Hür Anadolu, Son Havadis'te çalıştım. 1976'da İstanbul'a geldim; Milli Gazete, sonra Türkiye gazetesi... Toplam 35 senedir çalışıyorum. Köşe yazmam da 31 seneyi buldu..."
Ahmet Hakan'ın dönekliğine kızıyorum
"Ya bir insan tutarlı olmalı... 35 yıllık meslek hayatımda, hiçbir yazımda geçmiş patronlarım aleyhinde veyahut da o camia aleyhinde yazı yazmadım! Şikâyetin varsa orada durmazsın, çeker gidersin. İnsanların arkasından konuşmasına, dönekliğine kızıyorum. Ama birader! Kendi ailesine, annesine babasına bile büfeci İslam, büfeci Müslüman diye yazılar yazıyor! Bu 'yediğin kaba etmek'tir! Ahmet Hakan Kanal 7'deyken bir yazımın başlığı şuydu: ülker'siz çay saati, Ahmet Hakan'sız haber saati düşünülemez! Gerçekten iyi sunucu ama bu camiadan ayrıldı. Zaten bu camiada eğreti duruyordu..."
Ertuğrul'un şahsi görüşleri çok farklı
"Ertuğrul özkök'le zaman zaman görüşüyoruz, çok iyi biridir, zeki bir insandır. Hürriyet gibi bir gazetenin başında bunca yıl kalabilmek beceri ister. Ama ben onun hassas dengeler gözetmek zorunda olduğunu, kendisini tam olarak ortaya koyamadığını düşünüyorum. Şahsi görüşleriyle kurumsal görüşleri tamamen farklı! Mutlaka bu, birçok gazetecide vardır, hatta toplumun birçok kesiminde bu vardır, Ertuğrul'un yüzüne karşı da söyledim böyle olmaması gerektiğini, bunun yanlış olduğunu... çok sert görünen eleştirilerime rağmen konuşmuşuzdur, 'haklısın' dediği çok olmuştur. Dostluğumuz devam ediyor yani..."
Karakaya'nın 'en'leri
- En son izlediğiniz film?
- Mahsun Kırmızıgül'ün filmi Beyaz Melek. çok güzel bir film. Seyrederken ağladım...
- En son okuduğunuz kitap?
- Hulki Cevizoğlu'nun 1919 Şifresi kitabı...
- En sevdiğiniz mekân?
- Yemeğin ve servisin güzel olduğu her yer.
- En sevdiğiniz yemek?
- Kuru fasulye.
- En sevdiğiniz sanatçı?
- Emel Sayın ve Ahmet özhan.
- En sevdiğiniz, ilk baktığınız gazete yazarı?
- Ertuğrul özkök ve Ergun Babahan. Eskiden Fatih Altaylı'ya bakardım, şimdi internette yazdığıiçin bakamıyorum.
- En sevdiğiniz dizi?
- Kurtlar Vadisi ve Annem.
- Sizi en çok güldüren?
- Safiye ve Faik ikilisi!
Habervaktim