Ayrıntılı Konu Bilgileri
Sayfa BaşlığıKonu: Gıybet Yangını
Mesaj SayısıMesaj Sayısı: 0 cevap var
OkumaGösterim: 988
Google Özel Arama

Gönderen Konu: Gıybet Yangını  (Okunma sayısı 988 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Gıybet Yangını
« : 04 Nisan 2012, 21:18:47 »


 

Günümüzde sanat olarak icra edilen taklit ve bu dallarda belirli şahıs ve zümreleri hedef alarak onlarla eğlenmek gıybetin en ağır şeklidir.

Resimlerin Görüntülenmesine İzin Verilmiyor. Üye Ol ya da Giriş Yap

“Ateşle oynama!” deriz.

Yani sonu kötü olacak, üstüne gitme, inadı, akılsızlığı bırak, geri çekil, vazgeç, demenin kestirme yolu. Ateşle oynamak türlü türlü. Düştüğü yeri yakacak miktardan, dünyayı ateşe verecek boyutlara kadar.  Bütün hayatı, ebediyeti yangın yeri edecek büyüklüğe kadar… İşte, başkalarının aleyhinde olmak, kusur ve hataları ortaya döküp insanları zor durumda bırakmak da ateşle oynamaktır. Sahibini yakan, ebediyetini küle-kömüre döndüren bir ateş. Oysa gülle dolaşan gül bahçesinde bulacaktır kendini.

İs-pas değil, güzel kokudur cennete girecek olan.

Bir misalle başlayalım:

Buralarda sıkıntılar içindesiniz ve uzaklarda bir yerlerde çok sevdiğiniz bir dostunuz var. O da sizi çok sever, üstelik çok varlıklı ve cömert. Ona bir varsanız, hayatınızın kalan bölümünde ne derdiniz olacak, ne tasanız.. Ona gitmeye karar verdiniz, zaten başka çareniz de yok. Cebinizdeki son parayla biletinizi aldınız. Ne başka paranız var, ne de para isteyecek bir arkadaşınız. Hazırlıklarınız tamam, tam yola çıkmaya hazırlanırken birdenbire bir adam elinizdeki çantayı, içindeki biletle birlikte kapıp bir anda gözden kayboluveriyor. Koşuyorsunuz, bağırıyorsunuz ama nafile… ortada öylece çaresiz, yıkık kalıveriyorsunuz.

Şimdi soru şu:

Bir anda bütün ümitlerinizi, hayallerinizi çalan bu adamı yakalasanız ne yaparsınız? Sırtını sıvazlamayacağınız kesin! Peki, ya o bileti kendi elimizle yırtıp atmışsak? Ya kendi hayallerimizi, yarınlarımızı kendi elimizle yıkmışsak?.. Nasıl olur demeyin, öyle aymazlıklarımız olabiliyor, öyle biletler yakıyoruz ki, başkası yapsa deli deriz.

Bir anlık gafletin sonu

Misalimizdeki dost, Allah Tealâ Hazretleri’dir. O bir cihetten bize çok yakınken, nefsin perde ve karanlıkları sebebiyle biz O’na çok uzaktayız. Aradaki bu mesafe ancak karanlıktan aydınlığa doğru bir yolculukla aşılabilir. Bilet ise salih amellerdir. İbadetlerimiz, niyetlerimiz, hizmetlerimiz ve bütün hayır-hasenatımız o bilette saklı. Bilirsiniz, sevap ve hasenat kazanmak çoğu zaman göründüğü kadar kolay değildir. Nefs ve şeytanla kıran kırana mücahede ister. Bazen de nice zorluk, feragat ve fedakârlık gerektirir. Böyle aylarca yıllarca biriktirirsiniz. Hep bir yolculuk vardır hayalinizde. Dostun kapısı vardır. Fakat… Hesapsızca söylenmiş bir çift söz, gözünüzün önünde bütün sermayenizi alıp götürüverir, her şeyinizi yok eder.

İşte gıybet budur!

Hiç önemsemeden, düşünmeden söylediğimiz öyle sözler vardır ki, yıllarca işlenen salih amellerin manevi bedelini yok edebilir. Hatta kimi sözler var ki, Allah korusun, son nefeste imanın elden gitmesine dahi sebep olabilir. Gıybet işte böyle bir ateş!

Hz. Peygamber s.a.v. buyurur ki:

“Ateşin kuru odunu yakması, insanın sevaplarını yok etmekte gıybetten daha hızlı değildir.”

Biz manevi hayatımıza titizlik gösteririz. Mesela şüpheli gıdalar konusunda kılı kırk yararız. Fakat nedendir bilinmez, bu hassasiyetin onda birini gıybet için göstermeyiz. Elbette şüpheli gıdalardan, uzak durmak övülecek bir davranıştır. Fakat Kur’an ve Sünnet’le haramlığı kesin olan gıybet konusunda bu hoyratlık çok gariptir. Üstelik gıybet, söylemek bile rahatsız edici ama, din kardeşinin etini hem de ölü iken dişlemektir. Bu bize ait bir tarif değil, Cenab-ı Hak böyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (Hucurat, 12)

Şayet her manevi hadisenin bir de görünür şekli olsaydı, gıybet eden kişinin ağzından kan ve irin akacaktı. Bütün insanlığa bir örnek ve uyarı olmak üzere, Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz, oruçlu iken gıybet eden iki genç kıza istifra etmelerini emretmiş ve aynen böyle olmuştu. Gıybet, insanın hasenatını yakar, siler dedik ama tam da böyle değil. Gıybet edenin defterinden silinir, kimin gıybeti yapılmışsa onunkine yazılır. Yani birinin yangını diğerinin kazancı… Böylece insan, sevmeyip gıybetini ettiği şahsa farkında olmadan büyük iyilik etmiş olur. Şayet Mahşer Günü hasenatı yetmez de iflas ederse, bu sefer de alacaklıların günahı gıybet eden kişiye yüklenir. (Buharî, Müslim)

Hasan-ı Basrî Hazretleri k.s., kendisine gıybet edene bir tabak taze hurma göndermiş ve üzerine şöyle bir not koymuştur:

“Duydum ki sen ibadetini bana hediye göndermişsin. Ben de buna bir karşılık vermek istedim. Kusura bakma, tam karşılığını veremedim.”

Gıybet ve iftira

Türkçe karşılığı “çekiştirme” olan gıybeti, Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz “Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır.” diye tarif etmiş, “Din kardeşinin yüzüne karşı söylemediğin şeyi ardından söylemen gıybettir.” (Ebû Davud) buyurmuştur. Dolayısıyla bir kimsenin bedeni, soyu, ahlâkı, işi, sözü, dini, dünyası, elbisesi, evi, arabası velhasıl her şeyiyle ilgili, işitince üzüleceği bir kusuru arkasından söylemek gıybettir. Eğer hakkında konuştuğumuz kişi yanımızda olsaydı cümlelerimizi değiştirme ihtiyacını hissedecek miydik? Cevabımız evet ise, -doğruyu söylemek kaydıyla- bu yaptığımızın adı gıybettir. Söylediklerimiz onda yoksa ayrıca bir de iftirada bulunmuş olacağız ki, bu daha da büyük bir fecaattır.

O bakımdan, bir müslümanın gözüyle görmediği, kulağıyla duymadığı, inceleyip araştırmadan başkalarına naklettiği dedikoduların iftiraya dönüşmesi işten bile değildir. Dilden dile dolaşan bir sözün değişime uğramadan tam olarak doğruyu ifade etmesi çok zordur. “Her duyduğunu nakletmesi, kişiye yalan olarak yeter.” (Müslim) buyrulmuştur.

Dinleyen, hakkında konuşulan kişiyi tanımıyorsa gıybet olmaz. Kâfirin gıybetinin ise caiz olup olmadığı ihtilaflıdır. Fakat mal, can, ırz ve dini için müslümanlar tarafından güvence verilmiş olan Ehl-i Kitap (Yahudi ve Hıristiyan) zimmîlerin gıybetini yapmak da caiz değildir.

Zina ve faizden tehlikeli günah

Gıybet kadar dinî hayatı alt-üst eden, birlik ve beraberliği temelinden dinamitleyen, kardeşliği yerle bir eden, insanları birbirine düşman eden başka bir hastalık düşünmek zordur. Fakat yazık ki, Kur’an ve Sünnet’in onca ikazına rağmen, günümüz toplumunda halen som altın gibi rağbet görebilmektedir. Üstelik kişisel planda da kalmayarak, gazeteler, dergiler, radyo, televizyon ve internet aracılığıyla virüs gibi bütün bir toplumu sarmıştır.

Bu “gıybet kültürü” önü alınmadığı takdirde toplumu çürütecek bir hastalıktır. Zira Rasulullah s.a.v. Efendimiz bu bulaşıcı hastalığın tahribatından söz ederken; “Denize bulaşsa denizi dahi bozar.” (Ebû Davud) buyurmuştur. İşte bu kişisel ve toplumsal tahribatından dolayı Kur’an-ı Kerim’de “Ölü kardeşinin etini yemeye” benzetilen gıybet, pek çok hadiste gayet tehditkâr ifadelerle yasaklanmıştır. Bunlardan bazılarında zina etmekten (Münziri, et-Terğib) ve faiz yemekten daha kötü sayılmıştır. Çünkü zina eden kimsenin tevbesi kabul edilir. Fakat gıybet edenin durumu böyle değildir. Onun affedilmesi, öncelikle gıybeti edilen kimsenin affetmesine bağlıdır.

Gıybetin faiz (riba) ile mukayese edilmesinde ise, ayrı bir incelik vardır. Bilindiği gibi faiz dinimizce çok kötülenen ve şiddetle yasaklanan bir günahtır.  Çünkü faizde haksız kazanç elde edilmekte ve insanlara zarar verilmektedir. Gıybette ise bundan daha ağır bir cürüm işlenmekte, insanın manevi şahsiyetine, şeref, namus ve haysiyetine tecavüz edilmektedir. İslâmiyet ise insana çok büyük değer verdiği için, onun manevi şahsiyetini malından üstün tutmaktadır. İşte bu yüzden Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz: “Ribânın en kötüsü, haksız yere müslümanın ırzını (manevî şahsiyetini) rencide etmektir.” (Ebu Davud) buyurarak gıybetin pis bir günah olan faizden daha pis bir günah olduğuna dikkat çekmektedir. Rasulullah s.a.v. bu günahı işleyenlerin ahiretteki halini şöyle tasvir eder:

“Miraç gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini tırmalıyorlardı. Ey Cebrail, bunlar da kim, diye sordum. Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını (şereflerini) payimal edenlerdir.” (Ebu Davud)

Cehenneme eş sözler

Tercih edilen görüşe göre gıybet büyük günahlardandır. Ancak yapılan gıybetlerin tahribatları farklı farklıdır. Mesela bir şahsın huzurunu bozan gıybetle bir toplumu birbirine düşüren gıybet arasında dağlar kadar fark vardır. Aynı şekilde herhangi bir şahsı gıybet etmekle, sahabe-i kiram, evliya-i izam hazretlerini ya da alimleri gıybet etmek çok farklıdır. Peygamberleri (selam üzerlerine olsun) eleştirmek ise küfürdür.

Sahabe ve eyliyanın gıybeti:

İmam-ı Gazalî Hazretleri’nin buyurduğu gibi, dinimizi bize ulaştıran Ashab-ı Kiram Hazretleri’dir. Onların bazı hallerini hoşa gitmeyecek şekilde mübalağalı bir tarzda anlatmak haramdır. Onlardan sadece birini kötülemek dahi insanın kendine vereceği en büyük zararlardandır. Hem böyle bir davranış, Allah Tealâ’nın onlardan razı olduğunu bildirdiği ayetlere inanmamak manasına gelir. Ashab-ı Kiram’ın hepsi de adil, salih, evliya ve müçtehittirler. Bu güzide topluluk, pek çok ayet ve hadisle methedilerek üstünlüklerine işaret edilmiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:

“Aman ashabım hakkında söz söylemekten sakının; aman sakının. Asla benden sonra onları hedef almayın. Onları seven beni sevdiği için sever; onlara buğz eden, bana buğz ettiği için buğz eder. Onlara eziyet veren bana eziyet vermiş, bana eziyet verense Allah’a eziyet etmiş sayılır. Allah’a eziyet vereni de, Allah hemen cezalandırır.”

Evliyanın, özellikle de Sâdât-ı Kiram’ın gıybetini yapmak, onlara münkirlik etmek, haklarında ileri geri konuşmak da son derece tehlikelidir. Cenab-ı Hak hadis-i kudside buyurur ki:

“Her kim benim veli kullarım­dan birisine düşmanlık ederse, muhakkak ben ona savaş açarım.” (Buharî). Allahu Tealâ ile harp eden bir kimsenin tevbe etmedikçe iflah olmayacağı muhakkaktır.

Cemaatlerin gıybeti:

Farklı metod ve meşrepte dine ve millete hizmet eden gruplar her zaman olmuş ve olmaya da devam edecektir. Gayede bir olmak, bid’at ehli olmamak, müspet ve yapıcı olmak kaydıyla böyle grupların, cemaatlerin var olması katiyen bir ayrılık değil, aksine zenginliktir. Çünkü bunların her biri farklı kabiliyet ve yaratılıştaki insanı ele alır, onu dinine, ailesine, vatanına faydalı hale getirir. Sonuçta her cemaat farklı bir açıdan Allah ve Rasulü’nün muradına hizmet eder. Eğer gaye Allah’ın dinine hizmet etmekse diğer safta bu hizmeti yapan müslümanlardan memnuniyet duymak, hayırlı hizmetlerinden dolayı onları alkışlamak gerekir. Sırf kendi safında olmadığı için mümin kardeşlerinin hizmetinden rahatsızlık duyanlar kendilerini hesaba çekmelidir. Nice zamandan beri Allah’ın dinine değil, kendi nefislerine hizmet ettiğini anlamalı ve boşa giden ömürleri için tevbe-istiğfar etmelidirler.

Elbette ki her cemaatin kendi yolunu doğru ve güzel görmeğe hakkı vardır. Fakat “Yalnızca benim yolum, benim gidişatım haktır!” demeye hakkı yoktur. Çünkü İslâm, sahih itikat sahibi herkesi meşrebi, mezhebi, his ve duygularıyla kabul eder, onlara bağrını açar. Onu sertleştiren, dar bir çerçevede ele alan, başkalarına hayat hakkı tanımayan bizleriz. Allah Tealâ böyle bir anlayış ve düşünceden razı değildir. O’nun razı olmadığı bir yolda ve işte de hayır yoktur.

Bazı meselelerde bazı cemaatlerin farklı kanaat ve değerlendirmelerinin olması gayet normaldir. Böyle durumlarda “Bu da onların içtihadıdır.” der geçer ve üzerinde durmayız. Fakat sırf bizden farklı düşünüyorlar diye iman cephesini topa tutmak ve onlara karşı düşmanca bir tavrın içine girmek asla doğru değildir. Müminleri eleştirmek, onların gıybetini yapmak ve hatta bunu düşmanlık derecesine vardırmak, olsa olsa kendi kalesini topa tutmak, dış mihrakların ekmeğine yağ sürmek demektir. O yüzden Ehl-i Sünnet’e bağlı herhangi bir cemaati küçük düşürücü, kınayıcı sözlerden uzak durmak gerekir.

Araplar şöyle, Acemler böyle, Türkler şöyle, Kürtler böyle… gibi genelleme yaparak bir kavmin aleyhinde konuşmak da böyledir. Ayrıca Hz. Peygamber Efendimiz’in kavmine dil uzatmak edebe aykırıdır.

Aramızdan ayrılanların gıybeti

Çeşitli sebeplerle içinde bulunduğunuz hizmette gevşeyen veya muhtelif endişe ve zaaflarından dolayı hizmetten kopan kardeşlerimiz her zaman olabilir. Ama onlar mümin kaldıkları sürece her zaman bizim kardeşlerimizdir. Bu yüzden onları küçük düşürmek, gıybetlerini yapıp etlerini dişlemekten farksızdır. Ayrıca konuştuklarınız bir gün muhakkak onun kulağına gidecek ve belki bu yüzden temelli kopacak, hatta düne kadar hizmet ettiği değerlere düşmanca bir tavır takınarak zulmete düşecektir. Haliyle bu vebale de gıybet eden ortak olacaktır. Aynı husus saf değiştirenler için de söz konusudur. Böyle bir davranış belki güneşin ışığına sırtını dönmek kadar vahim olabilir. Fakat her şeye rağmen bu kardeşlerimiz din değiştirmemişlerdir. Öyleyse gıybet edilmeleri de caiz olmaz.

Gittiği cemaat aleyhinde konuşmak, gıybet etmek, ayrılığı daha da körüklemek manasına gelir. Hem de farkında olmadan, bu manzarayı zevkle seyredenlere hizmet edilmiş olunur. Samimi müminler için, hizmetin önünü tıkayacak, manevi yakınlık, rahmet ve muhabbeti kesip ihvanı ruhsuz birer heykel haline getirecek gıybet ve ayrılıktan daha tehlikeli bir şey olmasa gerektir.

Ya sevabımız çok, ya aklımız yok!

Herhangi bir cemaatin veya bir topluluğun gıybetini yapan kimse o cemaat ve topluluğun bütün fertlerini gıybet etmiş sayılır. Bu gerçekten çok ağır bir vebaldir. Onların tamamı haklarını helal etmedikçe, ihtimal ki kurtulamaz. Üstelik bu tür gıybetlerin içine iftiranın girmemiş olması da zor bir ihtimaldir.  Zira çoğu kulaktan dolma laflardır. Cemaatleri ve onların önündeki zatları tenkit etmenin tehlikeli bir yönü de şudur: Siz tenkit edersiniz, başkaları da sözün nereye varacağını hesap etmeden kalkar sizi ve sizin önünüzdeki zatları tenkit eder, farkında olmadan kafasını taşa çarpar. Böylece muhatabınıza büyük zarar vermiş ve tabii bu tahrikin baş müsebbibi olarak işlenen manevi cinayetin ortağı olmuş olursunuz. Sırf siyaset taassubuyla kendi partisinden olmayan halis bir mümini kötüleyen, fakat kendi partisinde nifakını gizlemeyen birini aklayıp göklere çıkaran müminde ne kadar iman şuuru vardır, bilemeyiz. Fakat böylesine fanatik insanları ancak şeytanın alkışlayacağı kesindir. Bazı kendini bilmez insanların da adeta eline mühür alıp, kendileri gibi düşünmeyen herkese kâfir damgası basmalarını anlayabilmek, dinen izah edebilmek mümkün değildir. Zira bir mümine yapılabilecek en ağır iftira, ona kâfir demektir.

Bu iftiranın büyüklüğünden dolayı Kur’an bizi insaf ve itidale davet ederek buyurur ki:

“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek ‘Sen mümin değilsin!’ demeyin. (…)” (Nisa, 94) buyurmaktadır. Hadis-i şerifte ise: “Mümin kardeşine kâfir diyen bir kimse, karşıdaki öyle değilse küfür (kâfirlik) kendisine döner.” buyrularak, bu dehşetli sözü haksız yere söyleyen kimsenin dinden çıkacağına işaret edilir.

Niyet baştan bozuk olunca…

Bazı gıybet çeşitleri de vardır ki, bunlar başka haramlarla birlikte işlenir. Çoğunda münafıklık kokusu vardır. İmam-ı Gazali Hazretleri “İhya”da bunları ayrıntılarıyla anlatır.

Mesela birilerine ima ve göndermeler yaparak “Cimrilikten Allah’a sığınırız.” veya “Allah affetsin, o da bizim gibi bazen karıştırıyor.” şeklinde konuşan kimsenin gayesi, başkasının kusurlu, kendisinin temiz olduğunu ortaya koymaktır. Bunun için hamd ü sena ile söze başlar ve ne yazık ki günahına Allah’ın adını aracı eder. Bazen de övmekle söze başlar: “Falanca ne iyi bir insandır, ibadetinde hiç kusur etmez. Ama ne yazık ki şu günlerde tembelleşti, bizim seviyemize düştü.”

Burada da asıl maksat söz konusu kişiyi kötülemek, “değerlendirme makamı”nda olmakla kendini de üstün göstermektir. Böyle yapmakla gıybet, riya ve kendini temize çıkarmak gibi üç kötülüğü birden işlemiş olur. Buna rağmen kendini gıybetten sakınan salih bir kimse gibi göstermektedir. Diğer bir gıybet çeşidi de şöyledir: “Daha neleri var ama gıybet olur diye söylemiyorum!”

Bu öyle kapalı ve ima dolu bir ifadedir ki, dinleyenlerin aklına bin türlü ihtimal gelir. Bu adam içki mi içti? Zina mı etti? Fitne mi çıkardı? Her türlü ihtimal söz konusudur. Belki gıybet ettiği adamın yüz hatasını saysaydı bundan ehven olacaktı. Hem o şahsı töhmet altına sokuyor, hem kendisinin gıybetçi olmadığını ifade etmekle yalan söylüyor!

“Dostumuzun eğlenceye dalmasına üzüldük. Allah onu kurtarsın!” gibi ifadeler de nifak kokusu taşımaktadır. Üzüntüsü hakiki olsaydı dostunun kusurunu ortaya koymaz, samimi ise gizlice dua ederdi. Kısacası bu gibi konuşmalarda gıybetten başka riya, aldatma, haset, nifak, fitne, zulüm, hile, iftira… ne ararsanız vardır. Dolayısıyla vebali de o ölçüde katlanmaktadır. Bir de insanların arasını açmak için laf taşıyarak gıybet etmek vardır ki, bu da çok ağır bir cürümdür. Size başkalarının lafını taşıyanlar, bilin ki sizin sözünüzü de başkalarına taşırlar. Kur’an-ı Kerim’de buyurulur ki:

“Ey iman edenler! Eğer bir fasık (açıktan günah işleyen kişi) size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de, sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 6) Hadis-i şerifte de:

“(Ara bozucu) söz taşıyan cennete giremeyecektir.” (Buharî) buyrularak işin vahameti anlatılmıştır.

Gıybete gıybetle karşılık verilmez

Nelerin gıybet olduğunu ve gıybetin kötülük ve zararlarını bilmek, ondan korunmak açısından çok önemlidir. Bu yüzden konuyla ilgili birkaç örnek daha vermek faydalı olacaktır. Biri sizi gıybet ettiğinde kalkıp sizin de onu gıybet etmeye hakkınız yoktur. Ahirette bu gıybetin ve dilinizin hesabını vermeye mecbur kalırsınız. Çünkü başkasının sizi gıybet etmesi size de gıybet etme hakkını vermez. Kur’an-ı Kerim’de bu hususa dikkat çekilerek şöyle buyrulmuştur.

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış)tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.” (Mâide, Resimlerin Görüntülenmesine İzin Verilmiyor. Üye Ol ya da Giriş Yap

Nafile ibadetleri yapmayan, mesela teheccüd namazını kılmayan, virdi zikri olmayan, ikindi ve yatsı namazının ilk sünnetlerini kılmayan bir kimseyi de gıyabında eleştiremezsiniz. Çünkü bunlar farz değildir. Bunun gibi, eğer hatasını gizliyorsa; “Namaz kılmaz, zekât vermez, içkicidir, kumarbazdır, hovardadır…” gibi sözleri söylemek de caiz olmaz.

“Şaşıdır, keldir, kısadır, uzundur, siyahtır..” gibi bedene ait gıybetler yapmak, kötü lakaplarla anmak haramdır. “Babası ameledir, cimridir, kibirlidir, korkaktır, hırsızdır, zalimdir, anne babasına asidir, pislikten kaçınmaz..” gibi gıybetler de böyledir.

Sessiz gıybet

İnsanı aşağılamak, kusurlarını belirtmek, hoşlanmayacağı şeyleri açığa çıkarmak için yapılan her türlü alay, ima, taklit, işaret, yazı, resim, karikatür ve komedi gösterileri gibi beden diliyle yapılan gıybetler birer sessiz gıybettir. Mesela bir insanın kısa veya uzun boylu oluşunu, topallığını eleştirmek için eliyle ya da bedeniyle işaret etmek gıybettir.

Taklit, komedi, mizah: Günümüzde sanat olarak icra edilen bu dallarda belirli şahıs ve zümreleri hedef alarak onlarla eğlenmek gıybetin belki de en ağır şeklidir. Çünkü taklit, sözden daha açık bir tasvirdir. Yüz ifadelerini, konuşmalarını, yürümelerini ve sair hallerini tasvir etmektir. Ne yazık ki, zamanımızda bu sanat biçimleri ile çok sayıda insanın dinlerine, ahlâkî değerlerine, aile hayatı ve mahremiyetlerine, şeref, haysiyet ve itibarlarına saldırılmaktadır. Bu gibi mütecaviz sahneleri seyredenler medeni ölçüler içinde tavırlarını ortaya koymalı, hiç değilse kalben buğzetmelidirler. Bir de özürlü insanları veya meczupları önüne alıp onlarla huzurunda veya gıyabında eğlenmek, adinin de adisi bir davranış biçimidir ve tehlikeli bir oyundur. Bazen böyle mazlum insanlara dokunmak gayretullaha dokunabilir. O takdirde bela aciliyet kazanır ve yapanın başına iner.

Şu hususu hatırdan çıkarmamak gerekir: İster mazlum ister günahkâr olsun, insanların taklidini yapıp onlarla eğlenmek sanıldığının aksine büyük bir cürümdür. Kur’an-ı Kerim’de: “Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi adet edinen herkesin vay haline!” (Hümeze, 1) buyrulmak suretiyle meselenin vahametine işaret edilmektedir. Diğer bir ayet-i kerimede de şöyle buyurulur:

“Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.” (Hucurat, 11)

Yazı, resim, karikatür: Günümüzde revaçta olan gıybet çeşitlerinden birisi de budur. Bir yazar veya ressamın muayyen bir şahsı ele alarak aleyhinde yazıp çizmesi gıybettir. Ancak bunu gerektiren sebepler varsa, mazur görülebilir. O sebepler de aşağıda anlatılacaktır. Yazıp çizmenin dinen kuralları olduğu gibi, evrensel ahlâkî kuralları da vardır. Evrensel kurallara göre de bir yazı, resim veya karikatür; başkalarına hakaret içermemeli, yalan ve iftiradan uzak olmalı, kamu düzenini bozmamalıdır. Yazar, çizer, sanatçı, siyasetçi, ilim adamı, gazeteci, din adamı gibi şahıslar toplumu yönlendiren, görüşleri ve düşünceleri ile onları etkileyen kimselerdir. Bunlar birbirlerinin görüşlerini elbette eleştirebilmeli, doğru neyse onu tespit etmeye çalışmalıdırlar. Ancak eleştiriler mümkün olduğunca şahsa yönelmemeli, fikirler eleştirilmeli, kırıcı, yıkıcı değil yapıcı, yol-yöntem gösterici olmalıdır.

Kişilerin özel hayatına katiyen girilmemeli, ar, namus, iffet ve haysiyetiyle oynanmamalıdır. Hz. Peygamber s.a.v.: “Bazılarına ne oluyor ki, şöyle şöyle yapıyorlar?” (Ebu Davud) buyurmak suretiyle, isim belirtmeden uygunsuz bulduğu tavır ve düşünceleri gayet müspet bir şekilde düzeltirdi. Şayet isim belirtmek zaruret haline gelirse, kendisinin filancanın görüşüne katılmadığını, doğrusunun şöyle şöyle olması gerektiğini belirtmekle yetinmeli, gerekiyorsa bunun sebeplerini izah edip, yanlış bulduğu düşünceleri gayet seviyeli ve yapıcı bir üslupla eleştirmelidir.

Bunun ötesinde (bazı istisnaları hariç) aşağılayıcı her türlü yazı ve çizimler gıybettir. Bu tür gıybetler de çoğu kere yalan ve iftirayla birlikte işlenir. Böyle kişilerin basın yayın yoluyla yaptığı bir gıybet, bütün toplumu içine alarak milyonlarla gıybet günahını işletebilir. Ayrıca önü alınmazsa ileride yığınla musibetlere yol açması ihtimali de vardır.

İnsan hak ve özgürlüklerinin bayraktarlığını yaptığını iddia eden Batı, hak ve hürriyet adına zerre kadar duyarlılığı olsaydı, bir dinin kutsallarıyla oynanmasına müsaade etmezdi. Hiç değilse alkışlar vaziyette bir tutum sergilenmezdi. Gafletin çok ötesindeki bu hıyanetin, bu provokasyonun maksadı ne olursa olsun, insanlık tarihinden kolay silinmeyecek ve Batının yüz karası olarak tarihe geçecektir. Kim bilir belki de bu olay, yüz kızartıcı işkencelerle birlikte Batı medeniyetinin çöküşünün başlangıcı olarak hafızalardan hiç silinmeyecektir.

Pasif gıybetçiler

Gıybetin bir çeşidi de, gıybet edenin hevesini artırmak ve daha çok konuşturmak için güya şaşkınlık izhar ederek: “Deme yahu… ben böyle bilmezdim… ondan hiç beklemezdim… Allah şerrinden korusun!” türünden söylenen sözlerdir. Bu gibi sözler bir tarafa, hiçbir şey söylemeden dinlese bile, teşvik ve gıybet hükmüne geçer. Rasul-i Ekrem s.a.v: “Dinleyen de gıybet edenlerden biridir.” (Taberanî) buyurmuştur.  Ancak dili ile reddeder, sözü değiştirir ya da o meclisi terk ederse kurtulur. Şayet güç yetiremeyeceği bir toplum olursa en azından kalbiyle reddetmelidir. Aksi halde yapılan gıybete ortak olur.

İçinden dinlemeyi arzu ettiği halde yapmacık bir ifadeyle “Boş ver, gıybet oluyor” türünden laflar edip gerekli tavrı göstermezse bu da nifak alametidir. İçinden de gıybeti kerih görmedikçe günahtan kurtulamaz.

Hz. Peygamber s.a.v: “Kimin yanında bir mümin (aleyhinde konuşulmakla) zillete düşürülür de, gücü yettiği halde ona yardım etmezse, Kıyamet günü mahlukat arasında Allah Tealâ onu zelil eder.” (Taberanî) buyurarak, böylelerinin acıklı halini tasvir etmektedir. Diğer bir hadiste ise, şöyle buyrulmaktadır:

“Gıyabında din kardeşinin namus ve şerefini koruyan kimseyi Allah cehennemden azad edecektir.” (Ahmed, Müsned)

Bu devirde Hz. Peygamber s.a.v.’in yoluna uymakla Allah Tealâ’nın emirlerini yerine getirmeye gayret eden bir kimseye hadis-i şerifte yüz şehit sevabı vaat edilmiştir. Bu nokta-i nazardan olmalı ki, Abdülhakim Arvasî Hazretleri k.s., “Gıybet edene sus diyen kimseye yüz şehit sevabı vardır.” demiştir.

Gıybetin Kefareti

Gıybet eden kişi her şeyden önce kalben derin bir üzüntü duymalı ve pişman olup tevbe etmelidir. Bu suretle Allah katındaki sorumluluktan kurtulabilir. Ancak asıl kul hakkı geride durmaktadır. Onun için de hak sahibi kişilere ulaşmaya çalışmalı, gıybet, iftira, yalan isnadı, her ne yaptıysa her şeyi açık seçik anlatmalı, gerekirse yalvarmalı, gıybetini ettiği kişinin gönlünü hoş edip helalliğini almaya gayret etmelidir. Bu esnada derin pişmanlık ve üzüntü duymalı, bunu da yine muhatabına bildirmelidir. Esasen helallik istemeyi devamlı bir alışkanlık ve ahlâk haline getirmeli, mümkün oldukça oturup kalktığı herkesle her fırsatta helalleşmelidir. Böylesi, ahirette o kimseyle hesaplaşmak için binlerce sene beklemekten çok daha kolaydır.

Hak sahibi, helallik isteyene hakkını helal etmek mecburiyetinde değildir. Ancak helal etmesi daha güzel ve daha kazançlıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Rasulullah s.a.v.’in zatında bütün müslümanlara hitaben buyurulur ki:

“Sen affetme yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’raf, 199)

Affeden affa layık olur. Hasan-ı Basrî Hazretleri k.s. diyor ki: “Kıyamet günü Allah Tealâ’dan alacaklı olanlar kalksınlar, diye nida edilir. Bu davete ancak dünyada affedenler katılır.” Bütün bunlara rağmen hak sahibi affetmezse, o kimseye yalvarmalar, af dileyen için birer hasene ve sevaptır. Kıyamet günü gıybete karşılık mizanına konurlar. Şayet hak sahipleri ölmüş veya yerleri belli değilse, onlar için: “Ya Rabbi beni de, gıybetini ettiğim kişileri de affet!” diye dua ve istiğfar etmeli, hayır hasenat yapmalı, daha önce yerdiği bu kimseleri gıyaplarında övmelidir. Bir daha aynı bataklığa düşmemek için prensip kararı almalı ve her gıybet edişte en az üç gün oruç tutmaya azmetmelidir. Şayet buna muvaffak olunursa, açlığa düşmemek için nefs gıybetten sakınacaktır.

Gıybet sayılmayan Hususlar

Gıybetin caiz olduğu bazı durumlar vardır. Ancak bu ruhsatlar etrafında dolaşırken, ölçü ve dengeleri koruyabilmek oldukça zordur. Her seviyedeki insanın yapabileceği bir iş değildir. Bu yüzden ciddi bir zaruret olmadıkça bu ruhsatların etrafında rasgele dolaşmak mahzurludur. Mütemadiyen kuyunun etrafında dolaşan, bir gün gelir o kuyuya düşer.

Gıybetin caiz olduğu yerler şunlardır:

Dini korumak için bid’at ehlinin gıybeti:

Bozuk fikirleriyle müslümanların imanıyla oynayan kimselerin teşhir edilmesi gıybet olmaz. Zira Hz. Peygamber’in hadislerini reddeden, Sahabe-i Kiram efendilerimiz hakkında ileri geri konuşan, beş vakit namazı iki-üç vakte indiren, tesettürü inkâr eden… kimselerin bozuk inanç ve propagandalarından müminleri korumak farzdır. Fakat böyle bir endişe yoksa, kendilerinden başka kimseye zarar vermiyorlarsa teşhir etmeye gerek yoktur.

Aleni olarak işlenen günahlara karşı:

Hiç utanıp sıkılmadan ve gizleme ihtiyacı da duymadan aleni olarak içki içen, kumar oynayan, zina edip marifetmiş gibi sağda solda anlatan kimselerin gıybeti de caizdir. Ancak bunların gizledikleri başka günahlar varsa, onları teşhir etmek yine gıybet olur.

Hz. Peygamber s.a.v. şöyle buyurur:

“Üç grup vardır ki, gıybetlerini yapman sana haram değildir: Günahı açıkça işlemekten sıkılmayan, zalim idareci ve dinde olmayanı dine sokan bid’atçi.” (Camiu’s-Sağir)

Bunların önüne geçilmezse organize propagandalar sonucu İslâm’ın yasakladığı haramları işlemek bir marifet ve medeni bir hareket gibi algılanmaya başlanır. İşledikleri çirkinlikler meşrulaşarak toplumda yayılır. Onun için Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz, Allah’ın örttüğü günahı sağda solda anlatan kimselerin ilâhi affa liyakatlerinin kalmadığını belirtmiştir.

Zulme engel olmak için:

Yukarıdaki hadiste de belirtildiği gibi, insanların hakkını gasp eden ve onlara eziyet eden her seviyedeki idarecilerin aleyhinde olmak ve meşru yollarla zulümlerine engel olmak caiz ve hatta vazifedir.

Bir hakkı savunmak için:

Haksızlığı giderme imkanına sahip kişilere gidip, uğradığı haksızlığı yalan ve iftiraya yer vermeden anlatmak gıybet değildir. Fakat ilgisiz kişilerin yanında söylemek tehlikelidir. Ayrıca alakasız konuları anlatmak, mesela şikayet edilenin ailesinin konuyla hiçbir ilgisi yokken onları da katmak gıybet olur.

Sorumluluk verilecek bir kişiyi soruştururken:

Borç alıp verirken, evlenirken, ortaklık kurarken, kefil olurken, işe alırken, hizmette birine önemli bir sorumluluk verirken, bir şey alıp satarken… ilgili şahıslar hakkında soruşturma yapmak, onları tanıyanlardan iyi ve kötü taraflarını öğrenmek gıybet değildir. Fakat burada gereğinden fazlasını söylemek gıybete girer.

Mesela: “O kızı alma, sana yaramaz.” demekle vazgeçecekse, fazlasını söylemek doğru değildir. Vazgeçmeyecekse bildiklerini yalan ve iftiraya girmeden anlatmak gerekir.

Fetva almak için:

Alime gidip “Kocam şunu yapıyor, caiz mi?” gibi İslâm’ın hükümlerini öğrenmek niyetiyle soru sormak da gıybet olmaz.

Şahitlik için:

Mahkemede mağdurun hakkını korumak ve adaletin tecellisini sağlamak için suçlu hakkında bildiklerini anlatmak gibi.

Birini, bilinen lakabıyla anmak:

Bir adam mesela “Kara Ali”, “Topal Musa” gibi lakaplarla meşhur olmuş ve herkes onu ancak bu lakapla tanıyorsa, böyle söylemek gıybet olmaz. Ancak tanınabileceği daha uygun bir isim varsa onu söylemek daha uygun olur.

Müminler arasında kardeşliği zedeleyecek her türlü düşünce, söz ve davranış, rahmetin kesilmesine ve gazabın inmesine sebep olur. Hizmetlerden bereket kalkar. Allah’a kullukta başarıya ulaşmak ve din hizmetlerinde hezimetten kurtulmak isteyenlerin çirkin laf, kaba tavır, kavga, uyuşmazlık ve bilumum kötü düşüncelerden uzak durmaları gerekir. İnsanları bizden uzaklaştıracak, kin ve nefret hislerini tahrik edecek tavır ve davranışlardan kurtulmadıkça huzur ve saadet adına verebileceğimiz bir şey yok demektir. Halbuki düşmanca duygularla bize gelenler bile bizde hayat bulmalı, çehrelerinde huzur ve dudaklarında tebessümle geri dönmelidirler.

Ahmet SAFA
Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim


Paylaş delicious Paylaş digg Paylaş facebook Paylaş furl Paylaş linkedin Paylaş myspace Paylaş reddit Paylaş stumble Paylaş technorati Paylaş twitter
 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son İleti
2 Yanıt
885 Gösterim
Son İleti 19 Şubat 2011, 20:23:32
Gönderen: by-rajon