Resimlerin Görüntülenmesine İzin Verilmiyor.
Üye Ol ya da
Giriş YapYaşam, sürprizler ve yanılgılarla dolu... En beğendiğiniz, en çok güvendiğiniz kişiler, günün birinde beklediklerinizin tam aksine sizi hayal kırıklığına uğratabilir.
Guus Hiddink gibi!
Haydi itiraf edeyim.
Fatih Terim’in, Bursa’daki Ermenistan maçı sonrası gelen istifasıyla gazeteler varsayım manşetlerde yerli isimleri sıralarken, bu duruma karşı çıktım.
Milli Takım teknik direktörlüğü, Hatice’yi değil, neticeyi önemseyen kültürümüzde kurban sunağına konacak kelle olarak algılandığı için, ilk kez yabancı bir teknik direktörü bulmamız gerektiğini söyledim, yazdım.
Şenes Erzik’in 1991’deki Sepp Piontek hamlesini örnekleyerek, en iyi, en ideal seçimin Guus Hiddink olacağını dile getirdim.
Doğrusu bu ya, Hiddink elinin erdiği her milli takımı yeşertiyor, o ülkeye yepyeni bir vizyon kazandırıyordu.
Görülmemiş bir hoşgörü
Güney Kore... Avustralya... Rusya...
Mahmut Özgener’in, Rusya ile sorunlar yaşayan Hiddink’i tereyağından kıl çeker gibi nasıl sakin ve sabırlı bir çalışma ile Türkiye’ye getirdiğini biliyoruz.
Hiddink’i getirmekle olabilecek en doğru seçeneği gerçekleştirmişti Özgener. Federasyon Başkanı ayrıca, Milli Takım teknik direktörünün yurt içinde ya da yurt dışında bir kulüp takımını çalıştırmasına da asla onay vermeyeceğini daha Fatih Terim işbaşındayken kararlı duruşuyla göstermişti.
Hiddink, büyük umutlarla geldi. Yardımcılarını bizzat kendi seçti. Futbol Federasyonu’ndan mesaisiyle ilgili her aşamada büyük destek gördü. Kamuoyu da bir yerli teknik direktöre asla göstermediği kadar ölçülü, sabırlı ve anlayışlı davrandı.
Azerbaycan yenilgisine rağmen!...
Ama o günden beri dikkat ediyorum Hiddink’te bir durağanlık... Olayları kendi akışına bırakmışlık, bir boş vermişlik hali var.
Pierre Van Hooijdonk’u filan getirip, hâlâ çözemediğim statülerle yardımcı kadrosuna dahil ederken, yetkilerini kullanmayı biliyor.
Ağırlığını koyamadı
Ama Belçika gibi önemli bir rakiple oynayacağımız önemli bir maça, o maçın hak ettiği biçimde ağırlık koyamıyor.
Hep birlikte gördük işte... Belçika maçı hazırlıkları sırasında Chelsea ile flörtünü kesin bir dille gündemin dışına atamadı. Kendini sürekli olağan aday pozisyonunda tuttu. Dahası, beraberliğe razı olacağını açıklayarak, zaten bitmiş bir ligin ardından derlenip toparlanması zor olan Milli Takım’ın motivasyonunda büyük boşluklar yarattı. Maç sırasında orta sıra bir lig takımı gibi topu ve oyunu kontrol altında tutup hücumu düşünmeden beraberliğe razı bir anlayışla oynattığı oyunu 74 dakika süreyle hiçbir taktik değişiklik yapmadan, hamle etmeden, oyuncu değişikliğini düşünmeden seyretti.
Hayır, biz artık böyle bir teknik direktörle Milli Takım’ı organize edemeyiz.
Ne bugünkü yakın hedef (Euro 2012) ne de yarınki büyük hedef (Brezilya 2014) için!
Maalesef, sıkıntı veriyor ama, Hiddink’in ilkesiz ve sadakatsiz Chelsea flörtü, bana bunları söyletiyor.
Bizi bize bırak
Milli Takım’da çoktan yapması gereken şeyler vardı. Sağlam bir omurga... Çok farklı, inandıran ve güvendiren bir oyun anlayışı... Hayır, bunları yapmadı Hiddink. Nuri Şahin’i mesela, Milli Takım’da yerleşik bir statüyle tanımlayamadı. Kadroya çağırdığı oyuncular da bir yenilenmenin çocukları mı yoksa futbol değirmeninde öğütülecek yeni kurbanlar mı ? Bilmiyoruz.
Hiddink’in kariyeriden değil, ciddiyetinden kuşkuya düşüyoruz.
Sözün özü...
Anahtar kilide uymadı.
Gidebilirsin Hiddink... Git ve Chelsea’de hayallerine dokun...
Bizi bize bırak.
Merak etme... Bakarız başımızın çaresine!
Özgener ve Atalay
Futbol Federasyonu’nun ay sonunda yapılacak kongresi şimdiden tartışma gündemine oturdu.
Mahmut Özgener yeniden aday olacak mı ? Mehmet Atalay seçime girecek mi ? Yoksa Göksel Gümüşdağ mı geliyor?
Hemen herkes, adeta papatya falı açarak futbolun geleceğini okumaya çalışıyor.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, Göksel Gümüşdağ, federasyon başkanlığı gibi gereksiz ve zamansız bir hevese kapılmamalı... Kulüpler Birliği ve Büyükşehir’de gayet başarılı ve sempatik bir pozisyonu var. Orada çok iyi örnekler verebilir. Zaten onu bu yola iten de Özgener’in kararsızlığı.
Mahmut Özgener, Üç Büyükler’le aidiyet bağı olmayan... Şöhret, servet ve statü kovalamayan, çok farklı bir spor adamı...
Karşı karşıya gelmesinler
Futboldaki güç odaklarının hiçbirine teslim olmadı. Mesafesini korudu. Çatışmalardan ve polemiklerden uzak durdu. Sportif ve hukuki reflekslerini hep zamanında gösterdi. Dürüstlüğü tartışılamaz... Babadan Altaylı... Babası gibi o da Altay başkanlığı yaptı. Ve Altay, O’nun federasyon başkanlığı döneminde 2. lige düştü... Belki gözünden yaşlar gelmiştir ama, Altay’ı kurtarmak adına kılını bile kıpırdatmamıştır.
Yeniden aday olur mu, olmaz mı ? Bu kararını verirken ailesinin belirleyici olacağını biliyorum.
Aile, kamuya malolmuş Özgener için bir özveride bulunur mu ? Bilemiyorum.
Mehmet Atalay’ı hep Başbakan Erdoğan’a yakınlığı ve siyasal çevresiyle tanımlamaya çalışanlar, bence bir gerçeği ihmal ediyor. Atalay gerçek spor adamıdır. Gazetecilikten gelip devlet ve spor bürokrasisine başarıyla uyum sağlamış, gerekirse bakanıyla da çatışarak doğru bildiklerini yapmıştır. Futbolda da vizyonuyla çok şey yapabilir.
Aday olup olmamak O’nun da hakkıdır.
Şahsen her iki spor adamına da saygı gösterilmesini isterim.
Ama ikisinin aynı kongrede karşı karşıya gelip başa güreş tutmasını hiç istemem!.
,
Yazı Atilla Gökçe Kritik
Alıntı:http://spor.milliyet.com.tr/git-artik-hiddink-/spor/sporyazardetay/08.06.2011/1399902/default.htm