GERİYE BAKARKEN İLERİ YÜRÜMEK :::::
Kadınlarımızın tesettürü konusunda tarih yazmak isteyenlerin, peçelerin yırtıldığı dönemle başlamaları beklenir. Doğal olmayan durum, Müslüman kadının Trabzon caddelerinde peçesi ile dolaşamıyor olması idi. Nitekim kalbinde az veya çok iman bulunan her mü’min, peçesi yırtılan kadınla beraber kalbinin de parçalandığını hissetmiştir. Kaldırılan her peçe, açılan her çarşaf Müslümanların kimini evlerine hapsetti. Kimini ticaret alanından el etek çekmeye sevk etti. Kimi ağladı kimi de ne olduğunu anlayamadan bu âlemden kalbi mahzun olarak göçtü gitti. Neticede Müslümanlar, ağır bir mevsim şartı geçirmekte olduklarını anladılar. Yıllarca Müslümanlar, çocuklarının okuryazar olmadan büyümelerine bile tahammül ettiler bu mevsim şartlarından ötürü.
Siyasetten ticarete kadar pek çok alanda Müslümanlar için hayat bu sıkıntılara katlanarak yaşanabilir olmuştu. Bunun adına mücadele dendi, cihat dendi, sabır dendi, başa geleni çekmek dendi ve o süreç kabullenildi. Âliminden esnafına kadar her Müslüman bu süreçte üzerine düşeni yapma gayreti içinde oldu. Tarih yazılırken, böyle bir süreçte yıkılanlarla, dik durabilenlerin örneklerini de yazacaktır elbette.
Biz bu tarihle zihnimizi ve gündemimizi meşgul ederken, bugün geldiğimiz noktada ne kadar mesafe kat ettiğimizi değerlendirmeyi geciktirmiş bulunuyoruz. Tesettür arıyorduk, ‘kızlarımız açılmasın’ diyorduk, öyle de oldu. Tarih, üzerinden asır geçmeden yön değiştirdi. Tesettür, devlet eliyle men edilmez oldu. Tesettür üzerinden sanayi bile gelişti. Tesettür markaları bile oluştu.
Geldiğimiz nokta, tesettürün yasaklığı noktası değildir artık. Müslümanlar olarak, ‘kim engelliyor tesettürümüzü?’ diyebileceğimiz bir ortam yoktur. Müslüman kadının önündeki örtünme manileri kalkmıştır. Doğurup büyüttüğümüz kızlarımızı, nasıl giydireceğiz diye bir endişemiz yoktur; ne fakirlik ne de kanun engeli yoktur. Buna rağmen bir tesettür endişesi kaplamıştır bizi bu dönemde. İlerdik ve ilerlemeye devam ediyoruz derken, ayaklarımızın yönü ile yola bakan gözlerimizin yönü farklılık göstermektedir.
İslam ilerledi, yasaklar geriledi, ekonomimiz gelişti, imkânlarımız çoğaldı. Biz ise bir tesettür sıkıntısının etkisi altında eziliyoruz. Maalesef biz, çıplaklıkla mücadele ederken şeytan içimizden bir ‘giyinmiş çıplak’ kadro ihdas etmiştir. Bundan böyle tesettür üzerinden yürütülecek mücadelede iki başlık altında mücadele etmeye mecbur kalacağız. Bir başlığımız şeytanın, kadınların çıplak olmalarını engelleme mücadelesi olacaktır. Diğer başlığımız da, üzerine rengârenk kumaş ürünü koyduğu hâlde tesettür mantığı açısından çıplak gibi kalmış mantıkla mücadele olacaktır.
Sporun Gücü
Kızlarımızın okullarda ve toplu merkezlerde spor yapmalarının doğurduğu sonuçlardan biri olarak da çıplaklığı görebiliyoruz. Spor yapmakla sportif görünmek arasındaki fark yok sayılınca spor da giyinmiş çıplaklar üretti. Ya da kalbinde açılmaya meyil bulunanlar için spor iyi bir gerekçe oldu. Okullardaki beden eğitimi derslerinin bedenleri eğitmeden zihinleri meylettirdiği bir durum oluşmuştur.
Üç Neden
Mevcut durum üç nedene bağlanabilir:
Ortada bir iman erimesi vardır. Elbette imansızlık iddia edemeyiz ancak tam anlamıyla bir iman erimesinden söz etmemizde sakınca olmayacaktır. Tesettürü, kadının bireysel hakkı gibi gören anlayış, Allah Teâlâ’nın emirlerini keyiflere göre alma veya almama hakkının etrafında dönen bir fitneye tutulmuştur. Bir asra yakın zamandan beri de tesettürü, ‘Müslüman kadının örtünme hakkı’ olarak savunmuş bulunuyoruz. Hâlbuki Müslüman için böyle bir haktan önce, Allah’ın emrine itaat etme söz konusudur. Tesettür, Müslüman kadının namazı veya orucu gibidir; kulların namaz ve orucu ne kadar hak olarak görme hakkı varsa tesettürü de o kadar hak olarak görme hakları olabilir. Mesele iman etmek veya etmemek olarak konuşulduğunda nedense ilk akla gelen Ebu Cehil’in putları ve Peygamber aleyhisselama başkaldırışı olmaktadır. Sanki iman, sadece putları kaldırmayı emretmektedir! Evet, iman putları kaldırmayı emretmektedir ama şeytanın gözümüzde putlaştırdığı yaşam tarzları da bir put olarak görülmelidir. Zevke göre giyinme ve dilediğini yeme meyli de bir puttur. O putta kırılmalıdır ki, iman gerçek bir iman olabilsin.
Gerek çıplaklık anlamındaki tesettürsüzlük ve gerek ‘giyinmiş ama çıplak’ anlamındaki tesettürsüzlük neticede nefisleri putlaştırmanın sonucudur. Yine ortada bir put vardır. Bu putun adının Lat veya Menat olması ile moda ya da zevk olması sonucu değiştirmeyecektir. Put puttur. Allah’ın gazabını celp ettikten sonra ona bizim ‘İslamî Tesettür’ adını vermemiz de kurtarıcı olamaz. Allah Teâlâ’nın açık âyetlerini, Peygamber aleyhisselamın açık hadislerini nereye kaldıracağız ki, âyete ve hadise rağmen yaptığımız, giydiğimiz ve yediğimiz imanımıza zarar vermiş olmasın? İman, ap açık bir teslimiyettir. Bu teslimiyet, kurban keserken veya Kur’an okurken nasılsa giyim kuşamda da öyledir. Ortada bir tesettür sorunu varsa kesinlikle imanda ham kalmış bölüm de vardır.
Erkeklerin önderliği gerilemiştir. Kur’an’ımız, erkeklerin kadınların yöneticisi olacaklarını beyan etmiştir. Nisa suresinin otuz dördüncü âyetinin bu emri gayet açıktır. Erkeklerin bu önderliği, onların kendileri kadar kadınlarının da Allah’ın emirlerine itaat etmeleri veya etmemelerinden mesul olmalarını gerektirmektedir. Eşlerin veya kız çocuklarının nasıl olduklarını, onların zevklerine terk etmekle erkekler, sorumluluk alanlarını daraltmış olmazlar. Bilakis sorumlulukları altındaki bir işte vebal altında kalırlar. Hürriyet kavramının, Allah’ın emirlerini de ihtiva edecek şekilde anlaşılmasına eşlerin ve babaların onay vermeleri kabul edilebilir mi? Gelinen seviyedeki söz geçirememe, yılların birikiminin sonucu olmuştur. Ortada bir söz geçirememe vardır ama sözün geçtiği zamanlardaki ihmallerin sonucu olarak gelinen bu noktada bir masumiyet iddiası inandırıcı olmayacaktır. Erkekler, Allah Teâlâ’nın onlara verdiği ‘kavvame’ hakkını, akşam eve geldiklerinde yemeklerinin hazır olması şeklinde anlamışlarsa kesinlikle Kur’an’ın bir emri anlaşılmamış demektir. Sorumlu olmakla, birisinin enerjisini kullanma yetkisine sahip olmak arasında ne fark varsa bu da o farktır.
Çorbasının tuzunu az veya çok bulunca erkekliği aklına gelenlerin, parasına dokunan harcamalarda israfın haram olduğunu hatırlayanların, nesillerin israf edilişini göz göre göre oluşturmaları bir vebal değil midir?
Bir cahillik ortamı vardır. İman açısından bakıldığında nasıl iman, dar bir kalıp içinde tutuluyorsa ameli konularda da farz ilimler dar bir kalıp içinde tutulmuştur. Çocuklara ibadet öğretilirken tesettür, namazın şartlarından biri olarak öğretilmiştir. Esasen tesettür, namazın şartı olmaktan önce hür bir Müslüman olmanın şartlarındandır. Tesettürün yan konulardan biri durumuna gelmesi ile namaz kılarken örtünme, dini toplantılara giderken bir başörtüsü örtünme pratiği gelmiştir. Kökten yanlış olan bu anlayışın yerine, tesettürü Müslümanlığın gereklerinden biri olarak kabullenme gerçeği gelmelidir. Tesettürü sahiplenmek dini sahiplenmek olduğu gibi, tesettürden verilen her taviz de dinden verilmiş bir taviz olarak anlaşılmalıdır.
Nasıl namaz konusunda bir fazlalık veya farklılık/eksiklik kabul edilemiyorsa, tesettür konusunda da bir fazlalık/eksiklik ya da bizden olmayan farklılık kabul edilemiyor olmalıdır. Bu mantığı sahiplenemezsek, sabah namazını üç rekât kılan birinin yaptığına ucubelik izafe ederken, Peygamber aleyhisselamın ‘giyinmiş çıplak’ dediğine tesettürlü deriz ki, bu yakıştırmanın kendisi bir ucube olur.
Tesettür, Müslüman kadını ve kızı gözlerden korumak için iken, bizim elimizdeki tesettür Müslüman kızı daha cazip hâle getirme sonucu doğurur. Bunun kesin adı garipliktir.
Nedenlerin Sonuçları
Tesettürün geldiği noktanın, kadınlarımızı Allah’ın emirlerini zevklerine ve çevrelerine göre şekillendirme sonucu getirdiği tartışılamaz. Asıl olan tesettür olmak iken mevcut durum, tesettüre rağmen güzel ve çekici olmak olmuştur. Bu da dinin emirlerinden birinin zevklere göre kullanılması demektir. Aynı iş namaza göre yapılsa idi ne diyecektik? Mesela, ‘spor fonksiyonu da olan namaz’ gibi bir gelişmeye nasıl bakardık? Namaz ve sporu birleştirmeyi henüz mantığımız kabul etmiyor ama tesettür ve cazibeyi kabul etti. Namazın yarını da görülmeye başlamıştır. Kimse şaşmasın, uzak ihtimal görmesin; namaz ve spor hiç de birbirinden uzak şeyler değildir.
Tesettürün, bize ve bizim ölçülerimize ait olmaktan kayması ile beraber ortaya çıkan sonuçlardan biri de, kadınlarda ve erkeklerde hayânın azalmasıdır. Hayânın azaldığı yerde de ilk darbeyi iman görür. Hayânın erimesiyle beraber, aile için ölçüsüzlükler yaygınlaşmaktadır. Haramlara karşı en azından bir çekingenlik düzeyi bile kaybolmaktadır. Tesettürün, bizim ölçülerimizin dışına taşması ile beraber yayılan hayâsızlık, diğer büyük haramlara yol açmıştır. Zina ve zinaya davetiye olan işlerin durdurulamaz bir süratle yayılma nedeni budur. Hayâsızlık, zinanın ve onun gibi işlerin bataklığı durumundadır.
Kadınlar arasında bir tür yarış başlamıştır. Sporcuların, birbiri ile yarıştığı gibi Müslüman kadınlar da yeni ‘giyinmiş çıplak tesettürü’ kültürünü yarış konusu hâline getirmişlerdir. Bilhassa genç kızlar, birbirlerini izlemekte gecikmemişlerdir. Bir asır önce, İstanbul’un zengin kesimlerinde oturan kadınlar izlenirken bu zamanda zenginlerin kızlarının okuduğu ve sahibi Müslümanlar olan özel okullardaki zengin çocuğu kızlar, Anadolu’dan gelmiş kızların Parislisi durumuna gelmişlerdir. Bu kör taklit, yabancıyı taklitten daha kolay ve daha yaygın bir taklit illetini başımıza musallat etmiştir. Artık, düğünler içkili çalgılı olduğu için değil, Müslümanların kızlarının kızlarımıza tesit edeceği için gidilemez duruma gelmiştir. Bu durumun şeytanın bir zaferi olduğu nasıl inkâr edilebilir? Kalplerden takvayı silen bu selin nerede duracağı da belli değildir. Nasıl olsa sahibi Müslüman olan her mağazanın sattığı kıyafet tesettür kabul edilmektedir! Küfür ehline benzemek olmuş önemli mi? Kızlarımızın şeytana karşı dirençleri kırılmış tehlike mi? Mukaddesliği dillere destan annelik, hayatın temeli kadınlık/eşlik çökmüş risk mi?
Bugün gelinen noktada, gözlerden kaçan bir husus daha vardır: Biz tesettürü konuşurken, kadınların erkeklerden korunması başlığını yoğun olarak kullanıyoruz. Elbette tesettürün öncelikli maksadı, kadınların erkeklerin gözlerinden korunmasıdır. Mevcut durumda ise kadının kadına karşı avretinin de yok sayıldığını görüyoruz. Kadının, kadının önündeki avreti de Allah’ın korunmasını emrettiği şeylerdendir. ‘Kadının kadına karşı avreti’ ne kadar gündemimizdir, böyle bir fıkhı ne kadar biliyoruz, yaygın tesettür anlayışı bunu ne kadar sağlıyor; bilmem bunu düşünmeye fırsatımız olur mu?
Kim?
Mevcut gidişatı kim durduracak, kim engel olacak?
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin emrini iyi biliyoruz:
‘Sizden kim bir münker/kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Ona gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmezse kalbi ile tepki göstersin. Bu ise imanın en zayıf hâlidir.’ Müslim, 49
Ortada, Allah’ın münker olarak gördüğü bir durum vardır. Bu da bizim gözümüzün önündedir. Sokağımızda, okulumuzda, çarşımızda hatta evimizin göbeğindedir. Biz ise Allah’a imanın gereklerini biliyoruz. İmanımızın gereklerinden biri de gözümüze değen münkeri değiştirmektir. Elimiz, dilimiz veya kalbimiz!
Ve bu, değiştireceğimiz münker de bizim uzağımızdakilerin sorunu değildir; ya kızımız ya da bizden birinin kızının sorunudur.
Nureddin Yıldız - Milli Gazete-30.05.2013
Alıntı:Linklerin Görülmesine İzin Verilmiyor.
Üye Ol ya da
Giriş Yap