AK Parti'ye kapatma istenen iddianameyi eleştiren H. Celal Güzel, "Hukuka ve mantığa uygun tek yönü yok!" dedi. Güzel, halka aman bazı kelimeleri kullanmayın uyarısı yaptı!
Resimlerin Görüntülenmesine İzin Verilmiyor.
Üye Ol ya da
Giriş YapRadikal gazetesi yazarı Hasan Celal Güzel, AK Parti'nin kapatılmasını isteyen Yargıtay Başsavcısı'nın iddianamesindeki tutarsızlıklara dikkat çekti. Güzel, "Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül'ün iddianameye dahil edilmesi hatası iddianame'nin Anayasa mahkemesi tarafından reddini gerektiren bir keyfiyettir." görüşünü savundu. İşte o yazı:
"Gel de bu iddianameyi eleştirme!
Sevgili okuyucular, bu pazar sohbetinde gündemin baş konusu AK Parti'nin kapatılma dâvâsından ve Yargıtay Başsavcısı'nın 'iddianamesi'nden söz edeceğim.
Evvelâ şunu kaydedeyim ki, benim gibi ömrünü kamu hukukuyla haşir neşir olarak geçirmiş bir kişinin, hukuku, yargıyı ve adaleti yıpratmak maksadıyla hareket etmesi düşünülemez. Bilâkis, hukukun üstünlüğünü ve hukuk devletini daima savundum. Tarafsız ve âdilane bir şekilde işleyen
adalet mekanizması ve görevini yapan hukuk adamları başımın üstündedir. Tenkitlerimi, tarafsız ve bağımsız bir yargının gerçekleştirilmesi için yapıyorum.
Yargıyı ve yargılamayı etkilemek amacıyla konuşmak ve yazmak aklımdan bile geçmez. Ancak, medyada açıklanmış ve tartışılan bir iddianame konusunda, elbette benim de diyeceklerim vardır. Gene de iddianamenin açıklanmasından sonra 5 gün bekleyip, bütün köşe yazarlarının ve medya yorumcularının eleştirilerinin akabinde görüşlerimi belirtmeye başladım.
Eleştirilerimiz Savcı'ya değil iddianameyedir
Efendim, 'hukukun üstünlüğü' hukukçunun üstünlüğü değildir. Yargı mensupları, yasamanın vaz ettiği anayasa ve kanunlara göre davranmak zorundadırlar. Eğer yetkilerini aşarak jüristokratik (yargıcın egemenliği) bir anlayışla hareket ederlerse, bu durum hem demokrasiye, hem de hukukun üstünlüğüne aykırı olur.
Yargıtay Başkanı, eleştiri sınırını aşmayın, Savcı'ya saldırmayın, diye açıklamalar yapıyor. Gazetelerde ise 'Savcıya dokunmayın!' manşetleri atılıyor. Ben şahsen Yargıtay C. Başsavcısı'nı tanımam. Onun şahsı da beni hiç ilgilendirmez. Onu veya herhangi bir savcı ve hâkimi tahkir etmeyi de düşünmedim. Benim eleştirilerim sadece açılan dâvâ ve iddianame ile ilgilidir. Türkiye'nin demokratik sistemini temelinden etkileyen bu iddianameyi eleştirmek ise, herkes kadar benim de hakkımdır. Bunu dahi istemeyenler, İddianame'yi Yargıtay Başsavcılığı'ndan ya da Anayasa Mahkemesi'nden basına dağıtırken düşünselerdi.
Hukuk Fakültesi dekanlarının Başsavcı'yı destekleme bildirisi de abesle iştigaldir ve malûmu ilâmdan ibarettir. Yargı organlarının yıpranmaması için, herşeyden önce yargı mensuplarının buna sebep olacak hatâları
ve eylemleri yapmaması lâzımdır.
Auguste Comte hortladı mı?
Pozitivist felsefenin kurucusu Auguste Comte'un 19. yüzyılın sonunda tesirini kaybetmiş teorileri, bizim saati durmuş materyalistlerin zihninde hâlâ tazeliğini koruyor. 'Üç Hâl Kanunu'nun 'pozitvist bilimsel hâl' merhalesini geçemeyen, Bertrand Russell'ın bilim idolünü âdeta metafizik bir geçerlilikle kabullenen 'lâikçi' zihniyet, inancı insanların vicdanına kapatırken, 'fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür' nesillerin yolunu tıkamaktan bir türlü vazgeçmiyor.
Lâikliğin, hiçbir hukukî tanımında bulunmayan ve bilimsel tarafı olmayan ifadeler, ne yazık ki bugün Anayasa Mahkemesi kararlarında ve parti kapatma iddianamelerinde yer alabiliyor. Başlıbaşına bu zihniyet dahi AK Parti'yi kapatma iddianamesinin ne derece yanlış varsayımlara dayandığını göstermek bakımından yeterlidir.
Şimdi, İddianame'deki lâiklik tariflerine bir bakınız: "Lâiklik, ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı ile gelişen(...) bir uygar yaşama biçimidir. Lâiklik, toplumun düşünsel ve örgütsel eylemlerinin son aşaması; ulusal egemenliğe, demokrasiye, özgürlüğe ve bilime dayanan siyasal, SOSYAL VE KÜLTÜREL YAŞAMIN ÇAĞDAŞ DÜZENLEYİCİSİDİR(...) Lâiklik ilkesinin kabulüyle, dogmatizmin katı ve değişmez kalıpları yerine akla ve bilime dayanan değerler geçmiş, dinsel duygular sahibinin vicdanında dokunulmaz yerini almıştır." İddianamede ayrıca, devletin dinî özgürlükleri sınırlayabileceği ve lâiklik ilkesinin (jakobenlerin demokrasi için söyledikleri gibi) Türkiye'nin koşullarına göre farklı uygulanabileceği de yer alıyor.
Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde bu derece ilkel ve sınırlayıcı bir lâiklik tanımı yoktur. Lâikliğin, her yerde kabul edilen iki özelliği ve tanımı vardır. Birincisi, din ve devlet işlerinin ayrılığı; ikincisi de din ve vicdan hürriyetidir. Nitekim, Anayasa'nın lâikliği düzenleyen 24. maddesinin başlığı da 'Din ve vicdan hürriyeti'dir. İddianamedeki modası geçmiş Kartezyen (Descartes) felsefenin ve diyalektik yaklaşımın lâiklik anlayışının, din, vicdan ve özellikle ibadet hürriyetini imkânsız hâle getireceği açıktır.
İddianame'den inciler
Efendim, isterseniz vicdanları hapseden teorik ifadeleri bir yana bırakıp iddianamenin ilginç tesbitlerinden birkaç örnek verelim:
- İddianamede, hâlen Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül'ün güya lâikliğe karşı eylemleri de 10 madde hâlinde sıralanmış ve Gül'e 5 yıl süreyle siyaset yasağı getirilmesi istenmiş. Halbuki, Cumhurbaşkanı, Anayasa'nın 105. maddesine göre sorumsuzdur ve ancak vatana ihanetten dolayı, TBMM üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılabilir. Ayrıca, siyaset yasağı getirilmek istenen Gül'ün, 101. maddeye göre zaten siyasetle ilişkisi yoktur. Aslında bu hatâ dahi, İddianame'nin AYM tarafından reddini gerektiren bir keyfiyettir.
Peki, Gül ne yapmış da lâikliğe aykırı fiil işlemişmiş? İddianameden bir örnek verelim: ' Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün, 2003 yılı Kasım ayında Roma'daki AB Troykası toplantısına giderken uçakta yaptığı söyleşide AB İlerleme Raporu'nun demokrasi ve insan hakları alanlarındaki sorunlar listesine türban yasağının dahil edilmediğini eleştirdiği.'
- Başbakan Erdoğan hakkında da 61 maddelik bir lâikliğe karşı eylem(!) listesi verilmiş. Bu listede neler yok ki... İddiaların büyük çoğunluğu da başörtüsü yasağıyla ilgili. Meselâ; Başbakan "Bizdeki etnik unsurları birbirine bağlayan önemli bir din bağı vardır" demiş; "Türkiye'de din bir çimentodur" demiş; "Kamusal alan sadece bizde var" demiş; "Bir demokratik ülke din özgürlüğünü sağlamalı" demiş; "Gönlümün derinliklerinde yatan hıçkırıklar var" demiş; "Böyle bir yasak Anayasa'da yok, sadece Anayasa Mahkemesi'nin bir yorumu var" demiş; "Özgürlükler konusunda genel mutabakat ile bütün mağduriyetleri giderme kararlılığındayız" demiş; "Bunlar bu gidişle evin içine de karışacaklar" demiş; "Velev ki (türbanı) bir siyasî simge olarak taktığını düşünün" demiş; "Biz o beyaz çarşaflarla (kefen demek istiyor) yola çıktık" demiş...
Bütün bunlar da lâikliğe karşı eylemlerin odaklaşmasıymış...
- Bu arada iddianamedeki bazı tuhaf hususlardan da örnek verelim: Meselâ, Cüneyt Zapsu "Türbanını çıkar demek, sokaktaki kadına donunu çıkar demekten farksızdır" demiş. 'İftar Çadırları' (AK Parti 'den önce de vardı) lâikliğe aykırı bulunmuş. İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Âkif'in 'Safahat'ını dağıtmak, Kur'ân dağıtmak lâikliğe aykırı bulunmuş...
Allah aşkına (Eyvah! Ben ne diyorum. Şimdi beni de içeriye kapatacaklar) sevgili okuyucularım, bırakınız lâikliğe aykırı fiillerin odağı olmayı, iddianamede altı çizilerek yazılan bu hususların hukuka ve mantığa uygun tek yönünü gösterebilir misiniz?...
Aman dikkatli olunuz!
Aman dikkatli olunuz. Bundan böyle 'inşallah',
'maşallah', 'allahaısmarladık', 'hay Allah' veya 'Allah Allah' gibi kelimeler ve deyimler kullanmayınız. Sakın ola ki, Erkin Koray'ın 'fesubhanallah' şarkısını da söylemeyiniz. Askerimiz de artık savaşırken 'Allah Allah' diye değil, 'Hip hip hurray' diye bağırsın. Yoksa alimallah (Bak gene lâikliği çiğnedim) lâiklik elden gider de Türkiye 'şeriat devleti' olur...
Radikal