-
Dadaşlar Diyarı Erzurum’un Kurtuluşu
--------------------------------------------------------------------------------
Sivas’ta “gardaş” neyse, Elazığ’da “gakkoş” neyse, Erzurum’da “dadaş” odur. Yiğit, demektir, delikanlı demektir, kardeş demektir. Lise yıllarında Erzurum halk oyunları ekibine girmiş, bar oynamıştım. Başbarı, delloyu, hoşbileziği, temirağayı, tamzarayı, hançer barını oynardık. Bar başlamadan önce bir şiir okunurdu. “Vur davula davulcu, Dadaş dönüyor başım” dizesinin ardından davul sesi duyulduğunda, tozpembe dünyamda yüreğim gümbür gümbür atardı.
Şairini bilmiyorum. Ama ne güzel söylemiş:
“Bir türkü tutturmuştur Palandöken;
Bir türkü tutturmuştur hasret kokar
Kekik kokar, yayla kokar, yar kokar.
Akşam olur gölgelenir kayalar.
Maniler yakılmış Erzurum ekin ekin
Türküler koşulmuş “Erzurum çarşı pazar”
Sen ağlama demiş canikom “Kirpiklerin ıslanır”
Ben ağlım ki deli gönül ıslanır....”
Evet “Türk’ü anlamak için türkü dinlemek gerek” diyenler ne güzel söylemişler. Erzurum’un türküleri; uzun havalarıyla, hoyratlarıyla, tatyanlarıyla ulusumuzun ruh atlası gibidir. Halide Nusret Zorlutuna’nın bir şiiri var “Yayla Türküsü” adını taşıyor:
“Bingöl yaylasında bin renktir bahar,
O güzel adına kurban yaylalar!
Bir yudum suyunda bin bir şifa var,
Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,
‘Yaylalar içinde Erzurum yayla’
Gülüne başka gül uyar mı ola?
Türküsünü Tanrım duyar mı ola?
Düşümde gördüğüm bu yâr mı ola?
Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,
‘Yaylalar içinde Erzurum yayla’
Damarında akan Türkün kanıdır.
Göğsünü kabartan Türkün şanıdır;
Yayla Türkün canı, öz vatanıdır,
Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,
‘Yaylalar içinde Erzurum yayla’ ”
Yaylalarında, gırcı gırcı karların erimeye, burcu burcu bahar kokularının filizlenmeye durduğu 12 Mart’ın, Erzurumlunun yüreğinde ayrı bir yeri var. Bu gün, Erzurumlunun; “Zulmün kara güllesiyle, topu önünde, / İmandan fukara olan eğilir. / Bir karış toprağın öz kıymetini / Toprağa kanını döken bilir” diyerek kurtuluşa ulaştığı gün.
Ruslar ve onların yardakçısı Ermeniler, kırk yıl önce de, 93 Harbi adıyla anılan Türk-Rus savaşında Erzurumlunun tokadını yemişti.
1877 yılı Kasım ayının ikinci haftasıydı. Türk-Rus harbinin kanlı ve karanlık günleriydi. Aziziye Tabyasını savunan bir avuç Türk askeri derin uykudaydı. Çevredeki Ermeni köylerinden harekete geçen kalabalık çete, sinsice Tabya’ya girmiş, askerlerimizi kahpece kılıçtan geçirmişti. Arkadan gelen Rus kuvvetleri de savunmasız kalan Aziziye Tabyası'na yerleşmişti.
Baskından kurtulan bir asker, Erzurum'a kara haberi ulaştırmıştı. Minarelerden sabah ezanı yerine "Moskof Aziziye'ye girdi!" sesleri yükselmeye başlamıştı. Bir anda bütün Erzurum ayaklanıverdi. . Tüfeği olan tüfeğini kaptı, olmayan eline ne geçirdi ise; tırpan, kazma, kürek, sopayı alıp sokaklara döküldü. Erkekli, kadınlı halk Aziziye'ye doğru koşuyordu.
Kenar mahallede oturan bir taze gelin vardı. Kocası cephedeydi. Bir gün önce, ağabeyi cepheden yaralı gelmiş ve kollarında can vermişti. "Moskof Aziziye'ye girdi" seslerini bu taze gelin de duymuş, ağlamaya başlayan üç aylık bebeğini emzirip, uyutmuş, "Seni bana Allah verdi, ben de seni Allah'a emanet ediyorum yavrum" diye mırıldanmıştı. Şehit kardeşini alnından öperken "Seni öldüreni öldüreceğim ben de" diyerek masanın üzerinden satırı kapmış sokağa fırlamıştı. O da Aziziye’ye doğru koşmakta olan kadınlı-erkekli, taşlı-sopalı kalabalığın arasındaydı. Aziziye'de boğaz boğaza kanlı bir dövüş başlamıştı. Balta, tırpan, kazma ve sopası olmayan pençeleriyle Moskofun gırtlağına yapışıyordu.
İki bin Moskof askeri ölmüştü ama, biz de çok şehit vermiştik. Yaralılar arasında taze gelin de vardı. Aldığı yaranın etkisiyle kanlar içinde yere yıkılmıştı. İşte bu taze gelinin adı Nene Hatun’du. Doksan sekiz yıl yaşadı. Bir kahramanlık sembolü olarak tanındı ve anıldı. Ömrünün son yıllarını "Üçüncü Ordu'nun annesi" olarak geçirdi. 1955 yılında "Yılın Annesi" seçildikten sonra, 22 Mayıs 1955 günü Erzurum'da öldü. Aziziye Şehitliğine gömüldü.
Aslında Nene Hatun; Şerife Hanımların, Kara Fatmaların, Topal Gülizarların sembolüydü. Sembol olarak da şiirlerimizde yaşıyor: İşte Alp Aydın’ın şiirinin bir bölümü:
“Sen Türk kızısın unutma!
Başın Ağrı kadar dik,
Heybetli, vakur.
Yüreğin Fırat kadar deli,
Fırat misali coşkun.
Ve sen İstanbul kadar güzelsin...
Sen Türk kızısın hatırla,
Erzurum Tabyası’nda Nenem Hatun’sun.
Ne ölümler korkutur seni,
Ne de zulümler,
Vatanın esareti kadar...
Sen Elif Anam’sın.
Bir elinde minik beben,
Diğerinde bomba...
Savaş meydanlarındasın, korkusuzsun.
Biliyor yaban seni, ben biliyorum,
Sen Türk kızısın...
...........”
Aziziye’de zafer kazanılmıştı ama, 3 Mart 1878 Ayestefenos (Yeşilköy) anlaşması ile, Rusların galibiyeti kabul edilmişti. Aynı yıl 13 Temmuz’da Berlin’de yapılan anlaşma ile Rus sınırı Erzurum’un doğusundan geçmişti.
Birinci Dünya Savaşı’nda işgalci Rus Çarlık Ordusu’nun ilk hedefi Erzurum’du. Aralık 1914-Ocak 1915 Sarıkamış hezimeti, Rusların yolunu açtı. 11-15 Ocak 1916’da beş gün süren kanlı bir çarpışmanın sonunda Türk askerleri geri çekilmeye başlamıştı. 19 Ocakta Hasankale, 21 Ocakta Tortum düşmanın eline geçti. Düşman, 11 Şubatta Erzurum’a taarruzu başlattı ve 16 Şubat 1916’da Erzurum işgal edilmişti. Bu acılı günler iki yıl sürdü.
Rusların korumasındaki Ermeniler görülmemiş vahşet örnekleri sergiliyorlardı. Çoluk çocuk yaşlı, kadın demeden Türk halkını katlediyorlardı. Büyük Ermenistan hayaliyle girişilen bu soykırıma Rus komutanlar seyirci kalıyordu.
Suşehri’nde bulunun 3’üncü Ordu Komutanı Vehip Paşa, 10 Ocak 1918’de 1’inci Kafkas Ordusu Komutanı Kâzım Karabekir’e, Erzincan, Erzurum, Sarıkamış yönüne hareket emrini verdi. Ermeni zulmünü haber alan askerimiz, uykusuzluğa, açlığa, kışa bakmadan ilerledi. 13 Şubat 1918’de alevler içinde yanan Erzincan’ı kurtardı. Öncü kuvvetler 22 Şubatta Mamahatun’u, 25 Şubatta Aşkale’yi almış ve 26 Şubatta Erzurum’a doğru ilerleme kararı vermişti.
Kolordu Karargâhını Alaca Köyüne taşıyan Kâzım Karabekir Paşa, 10 Martta hareket emrini verdi. 11 Martta Ilıca kurtarıldı. 12 Mart 1918 günü, Erzurum’un esaret günleri sona erdi. Kısa zamanda bütün Doğu Anadolu Ermenilerden temizlenerek Anavatan’a katılmıştı.
12 Mart yalnız Erzurumlular için değil, insanlık için de oldukça önemli bir gündü. Çünkü akla gelebilecek insanlık dışı her türlü işkence ve katliamı gerçekleştiren Ermeniler, geldikleri yere gönderilmişlerdi.
O Erzurum ki, bir süre sonra, Kurtuluş Savaşımızın, Cumhuriyet’e giden yolun en önemli kilometre taşı olacaktı. Yüce Atamız, 23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi’ni gerçekleştirecekti. Erzurum hemşehrisi, Erzurum Mebusu olacaktı. Kurtuluş’a giden yol, 12 Mart 1918’de kurtarılan Erzurum’dan geçmişti.
Ne güzel tesadüf. Erzurum’un kurutuluşundan üç yıl sonra, 12 Mart 1921’de, Mehmet Akif Ersoy’un Mehmetçiğe armağan ettiği şiiri, İstiklâl Marşı olarak kabul edilmişti:
“Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı;
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.”