Ayrıntılı Konu Bilgileri
Sayfa BaşlığıKonu: Erkekleri dışarıya sürükleyen kadınlar mı? "Koca Kurt" Hikaye...‏
Mesaj SayısıMesaj Sayısı: 0 cevap var
OkumaGösterim: 1499
Google Özel Arama

Gönderen Konu: Erkekleri dışarıya sürükleyen kadınlar mı? "Koca Kurt" Hikaye...‏  (Okunma sayısı 1499 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

    nevres

  • Güzel Üye
  • ****

  • İleti: 431
  • Rep: +122/-0
    • Profili Görüntüle
  • Çevrimdışı


 

Erkekler kadınların ne istediklerini bilmediklerini söylerler. Kadınlar da erkeklerin. Aslında bir çok şey açıktır ama neden birbirlerini anlamazlar ?


                                                                   
Koca kurt masasının başındaydı. Doktor koca kurt, (doktordur) mesleğinin erbabı, işinin ehliydi. Başarılı ve tecrübeliydi. Pek çok konuda! Yıllarını verdiği mesleğinde gerçekten çok çalışmıştı. Alanında namı duyulmuştu. Bu başarı ve tecrübe de, haliyle vizite ücretine doğrudan yansıyordu. Bu konuda kimse bir şey diyemezdi. Yalansız, riyasız gecesini gündüzüne katmıştı çalışırken. Gündüz hasta kabulü, gece sürekli araştırma. Fedakârdı. Ha bu arada, yanlış anlaşılmasın, vizite ücretinden bahsetmişken, elinde avucunda bir şey olmayanlara karşı merhametli olmuştu daima. Hem geçmişte, hem bugün. Aman diyeni geri çevirmemişti. Hipokrat da, Lokman Hekim de kendilerinden sonra yeryüzüne bıraktıkları bu mirasla övünüyorlardı. Hayır, hayır! Asla koca kurdun yaşına gönderme yapmıyorum Lokman Hekim’in mirası derken. O, lafın gelişi…
Neyse efendim, biz yine koca kurdun bugününe dönelim. Çalışkan ve fedakâr demiştik. Mesleğinde başarılıdır, üstelik de isim sahibidir. Yıllarını tam anlamıyla vakfettiği hastalarının kendisine teşekkürü daima en büyük ödüldü onun için. Bu böyleydi, samimi olarak. Ve bu ödül ona hep yeter sandı. “Doktor” titri onu hep huzurlu yaşatır diye umdu. Uzun zaman öyle oldu aslında. Ama son yıllarda, belki son on yıldır, o huzuru, o mutluluğu, o tatmin duygusunu yaşayamaz oldu. Zaman çok hızlı geçmişti sanki. Başında kavak yelleri esecek zamanlarda, o hep çalışmıştı. Okumuştu. Mesleğiyle ilgili hep o çabalamış, hani nasıl derler, tırmanabilmek için, tırmalamıştı. Zordu şartları, yol gösterecek bir büyüğü olmamıştı. Zorluk şuradan geliyordu, ailesi onun okumak için gösterdiği gayreti biraz yersiz buluyordu. Küçük bir yerde yaşıyorlardı, varlıkları gayet iyiydi. Ağa idiler, bey idiler, paşa idiler.
Rahatı bozup, büyük şehirlerde okuyacağım, çalışacağım, tutunacağım diye eziyet çekmenin âlemi var mıydı? Hem burada ailesi de onu çok güzel nazlıyordu. Küçük evlattı. Kıymetliydi. Hatta ve hatta şımarıktı. Ama bunlar onu pek sarmadı. Filanca ağanın oğlu falanca kimse değil, doğrudan… Bey olmalıydı. Oldu. Oldu da, bu olmuşluk hep mesleki gelişmelerle oldu. Özel hayatı ise… Özel hayat mı? O ne? Öyle bir şey de mi var? Allah Allah?Gerçekten de okul okumaktan başka derdi olmayan bir genç olarak, aynı zamanda bir genç erkek olduğunu bile unutur gibiydi. Ama onun unuttuğunu ailesi erkence hatırladı. Daha okulu bitmeden, çok genç yaşında, evlendirdiler. İtiraz etmemişti. Nasılsa o işlere kendisi pek kafa yormadığından, ailesinin kendisi yerine bu işi halletmiş olması rahatlatmıştı bile. Ve peş peşe gelen çocuklar. Baştakilere ağabey olmuştu, babalığı ancak dördüncü ve son evladında tattığını hissetti. “güzelmiş” dedi. Babalık güzel şeymiş…
Yıllar geldi geçti, aktı gitti. Yüzündeki çizgiler, saçındaki kırlar güzel yüzüne yakıştı. Hem de çok. Enikonu değil, basbayağı yakışıklı adamdı. Yüzü kadar boyu bosu, tavrı, edası da hoştu. Genç görünmezdi, ama yaşlılık bir erkeğe böyle yakışır dedirtirdi.
Yaşıtı olan eşine gelince… Gelmesek mi? Gelelim, gelelim. Çirkin desen, çirkin değil. Ama yaşın kendisine kocasınınki kadar yakıştığını söyleyebilmek de mümkün değil. Nalan Hanım’ın Üzerindeki her parça giysi ayrı bir markaydı. Ve her birinin görüntüsü, markaları gibi ayrı tellerden çalıyordu. Bu haliyle şık giyinmiş bir hanım olmaktan çok, misafirlerin eşyalarını rast gele attığı bir antre askısını hatırlatıyordu. Öyle bağlantısız, öyle gelişigüzel. Sadece elbiseler değil, yüzü hatta vücudu da biraz karmaşık, biraz dağınıktı. Şöyle ki, sevgili eş koca kurt, arada ahbap saydığı hanımlara, karısının adını vermeden dert yanıyordu:
—Yahu arkadaş! Epilasyon diye bir şey çıkarmış adamlar! Kadın sanki askerden koğuş arkadaşım!
Böylesine dertliydi koca kurt. O gün karısı yine eşofmanlarını üstüne geçirmiş, kendinden vazgeçmiş şekilde kahvaltı hazırlıyordu. Kahvaltı sofrasında yine bir baştan savmalık vardı. 30 yıl olmuştu evleneli, belki de daha fazla ama masanın bir ucunu açıp, oraya kahvaltıyı hazırlamaktan vazgeçmemişti. Tıpkı, sabah saçını  taramayı adet edinmediği gibi. Nalan hanım hayattan pek beklentisi olmayan bir hanımdı aslında. Hayat onun için yorucu, sıkıcı, aynı şeylerin tekrarlanıp durduğu bir şeydi. Evet sadece bir “şey”.  Kocası elinin altındaydı nasıl olsa, çoluk çocuk evlenmiş, torun torbaya karışmışlar, daha ne istesin ki ?
Koca kurt:
Gel bugün seni de dışarı çıkarayım, bir kuaföre git, hanım dedi.
Ay gidemem bir yere. Ne kuaförü sabah sabah dedi, hayattan bıkmış şekilde.
Yahu saçını başını boyat işte.
Yok yok ben Makbule ye gideceğim bugün, içliköfte yapacağız.
Koca kurt  ne dese, ne hesaplasa, istediğine ulaşamıyordu işte. Gün gün gezen Nalan hanım aslında 100 kilo olmaya adaydı ama hala yemeye devam ediyor, birazcık da boğazımdan keseyim diye düşünmüyordu işte.
Diyetisyene gidelim mi ? Dedi birdenbire.Nalan hanım o kadar kızdı ki bu fikre .
Sen ne yapmaya çalışıyorsun, bu yaştan sonra diyetisyenlerde  plastik cerrahlarda mı gezeceğim ? Ben eleğimi elemiş, duvara asmışım, Beğenen, beğenmiş  dedi.
Koca  kurt, yıllarını birlikte geçirdiği eşini üzmek istemiyordu aslında ama  kendisine bakması gerektiğini ona nasıl anlatabilirdi ki ? Bütün insanların kendilerine bakmaları gerektiğini, bunun yaşla filan ilgisi olmadığını nasıl anlatabilirdi ? Akşama kadar kafa yordu. Ne yapsa, nasıl etse de, bu işi tatlıya bağlasaydı ?
Akşam elinde paketlerle eve döndüğünde Nalan’ın henüz gelmediğini gördü. Hediye paketlerini koltuğun üstüne yerleştirirken, kapının açıldığını duyup, o tarafa doğru yöneldi. Nalan karnını tutarak  içeri girdi.
Ay çok yemişim var ya, az kalsın çatlayacaktım.
Niye bu kadar yedin be kadın !
Dememek için kendini zor tuttu. Şu tatlı akşamın tadını bozmaktan korktu belki de.Koltukların üstündeki kutuları gören Nalan hanım, paketleri açmaya başladı. Her paket açışında bir memnuniyetsizlik, her pakette, bir boş vermişlik...
Ne gerek vardı bu kadar şey almaya, benim her şeyim var.Diyerek mutfağa yöneldi. Koca kurt, bir teşekkürü bile kendisinden esirgeyen karısına ne diyeceğini bilemedi doğrusu. Bu yaşında gördüğü onca hayat hikayesi içinde çok acıklılarını görmüştü ya, kendi hikayesi de  pek tatlı  sayılmazdı. Kendine acıdı. Onca hastanın problemini çöz de, kendi derdine derman bulama. Acaba hayattan ona kalan da bu muydu ? Şimdi Nalan’a açık açık anlatsa hissettiklerini, eve geldiğimde eli yüzü düzgün bir kadın istiyorum, dese, ne diyecekti Nalan. Aşağı yukarı tahmin edebiliyordu aslında “ Yaşını başını almışsın sen be adam ! nelerle uğraşıyorsun”...
Bunları söyleyeceğini bildiği gibi biliyordu ki, karısı düzelmeyecekti. Ama 30 seneden sonra yapılacak ne vardı ki, ne yani şimdi ondan ayrılacaktı da ne olacaktı ? Konu komşuya rezil olmak vardı işin ucunda.Sonra çocuklar ne diyeceklerdi, kendi başına yaşayabilecek miydi ? En azından akşamdan akşama bir nefes vardı evinde. Bir an nefesin o kadar da önemli olmadığını düşündü. Bir muhabbet kuşu alsa, daha çok muhabbet ederdi onunla.
Yine akşam oldu...
Yine sabah...
Yine akşam...
Nalan hanım akşamları hastası olduğu dizileri izledi. Onlarla ağladı, onlarla güldü. Aynı koltukta oturduğu kocasının duygularını ise hiç merak etmedi.Üstüne yeni bir şeyler almayı da akıl etmedi. Nalan hanım, saçına hiç fön çektirmedi, kocası için hiç süslenmedi. “Amaaan bizden geçmiş artık” Lafını da ağzından hiç düşürmedi. Nalan hanım dağınık saçları ve ayağından çıkarmadığı eşofmanlarıyla, hep sızlandı durdu.”Ay yorgunum, ay tansiyonum yükseldi”...
Koca Kurt Nalan hanımla çocuklarının annesi olduğu için evli hala.Akşamları kendisine bir arkadaş toplantısı bulup ortadan kayboluyor. Hastalarıyla gece yarılarına kadar ilgileniyor. Eve olabildiğince geç gitmek için, elinden geleni yapıyor. Artık kaderine razı olmuş görünüyor. İnançlı adam koca kurt, yoksa şu yaşadıklarını başkası yaşasa... Bunları aklına bile getirmemeye çalışıyor.Ne de olsa o evli ve çoluk çocuk sahibi bir adam. Yaşı da almış başını gidiyor. Hem çoluk çocuk duysa ne der ?  Koca Kurt her akşam bir abajur gibi koltuğun bir köşesinde oturuyor ve saçı başı karmakarışık Nalan’ı seyrediyor. Ana babası onu istemeye gittiklerinde çok derli toplu, temiz bir kızcağız demişler o zaman ama sanki bahsedilen kişi bu kişi değil.  Koca kurt hala kabus gördüğüne inanıyor, kabustan uyanacak ve her şey çok güzel olacak. Gökten üç elma düşecek... Aynı masallardaki gibi....

DÜNYAYI ÇİRKİN BULUYORSAN KALBİNİ YOKLA!


Paylaş delicious Paylaş digg Paylaş facebook Paylaş furl Paylaş linkedin Paylaş myspace Paylaş reddit Paylaş stumble Paylaş technorati Paylaş twitter
 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son İleti
0 Yanıt
1798 Gösterim
Son İleti 29 Temmuz 2007, 21:23:09
Gönderen: çoban
3 Yanıt
1754 Gösterim
Son İleti 14 Ağustos 2007, 23:13:19
Gönderen: ebruuu___
56 Yanıt
12442 Gösterim
Son İleti 30 Nisan 2010, 05:04:07
Gönderen: sevdaligul
4 Yanıt
2555 Gösterim
Son İleti 17 Ekim 2009, 18:38:23
Gönderen: adada hayat
1 Yanıt
1106 Gösterim
Son İleti 03 Mart 2010, 22:50:43
Gönderen: hkx