Dünyaya Genç Gözüyle Bakmak
Ömrün de safhaları vardır şüphesiz… Bu aşamaların kendince özellikleri ve güzellikleri mevcuttur.
Ömrün kesitleri, biraz da mevsimlere benzer. Çocukluk ilkbahar, gençlik ve orta yaş yaz, ihtiyarlığın arifesi sonbahar, ihtiyarlıksa kıştır. Fakat kış deyip geçmeyin, kışın da kendine göre güzellikleri olduğunu kim inkâr edebilir? Dünyayı boydan boya kuşatan o muhteşem beyazlık neyle değişilebilir ki!.. Ya saçlarımıza karışan aklar? Onlar da güzeldir, eşyanın manasına vakıf olabilenler için.
Güzellik, gören gözlere mahsustur aslında. Güzeli görebilmek de erdemdir kanımca. Ne mutlu, eşyayı hayır üzere temaşa edebilen engin ve kalender gönüllere… Onlar ki geleceğin şekillenmesinde anahtar rolü oynayacaklardır.
Ömrün tartışmasız en güzel çağıdır gençlik… Dünyaya genç gözüyle bakmak, güzellikleri görmektir.
Biraz dağınık ve savruk olsalar da gençler, yaşlı dünyamızın ve yarınlarımızın gözbebeğidir. Biz dünyayı onlardan emanet aldık. Bizler aslında onların kiracılarıyız. Gerçekte ev sahibi gençlerdir. Bu gül bahçelerini onlara teslim edeceğiz. Vakit hitama erende, emaneti sahibine teslim edeceğiz.
Mühim olan şey, emaneti teslim edeceğimiz nesle, milli ve manevi şuur aşılamaktır. Bunu başarabilirsek, gönül huzuru içerisinde yaşar gideriz. Gözümüz hiçbir zaman arkada kalmaz. Böyle bir yarını bugünden inşa etmeliyiz.
Günümüzde gençlerin meseleleri yığın yığın olsa da sorumlulukları az olduğu için sıkıntıları çabuk unutmaktadırlar. Hayatını doyasıya yaşamak (!) pahasına küçük olumsuzlukları görmezlikten gelmektedirler. Hakikatlerin aydınlığından kaçıp hülyaların gölgesine sığınmaktadırlar. Fakat gölgeler ilelebet devam etmez. Güneşin huzmeleri, gölgeleri bertaraf etmeye yeter. Neticede zaman gelir, gerçeklerin kılıcının şakırtıları kulaklarımızı çınlatır.
Gençliğimize Bir Haller Oldu
Günümüzde gençliğe bir haller oldu! Değişimin ve dönüşümün kaçınılmaz olduğunu bilirdik de, mazinin değerlerini bu kadar süpüreceğini tahmin etmezdik!
O eski sevecen, saygılı, müşfik ve kalender gençlik gitmiş, yerine hırçın, mağrur, ukala, tahammülsüz, gösteriş meraklısı bir nesil gelmiştir. Böyle bir değişimi arzu etmezdik ama her şey arzular üzere gerçekleşmiyor. Toprağa ne atarsan o bitiyor. Demek ki bizler toprağa çürük tohumlar attık ki böyle çelimsiz ve yabani fideler çıktı yüzeye… Bunda tohumdan çok, biz bahçıvanların sorumluluğu daha büyüktür. Tek taraflı düşünmek sağlıklı neticeler getirmez.
Bugünkü gençlik okumuyor, düşünmüyor, sadece hayal ediyor. Fakat hayallerin gerçekleşmesi için hiçbir şey yapmıyorlar; tabiri caizse kılını kıpırdatmıyorlar. Tabii, gün geliyor hayal harmanları yanıp kül oluyor. Okumayan gençlik, meselelere vakıf olamıyor; hadiselere geniş perspektiflerden bakamıyor. Oysa gençler okumanın zevkine bir kez varabilseler, her şey çok değişik olacak. Hayatı daha doğru anlamlandırmak için okumak, olmazsa olmazlardandır.
Türkiye’de yaşayanlar, ilkokul birinci sınıftan üniversiteye kadar, Türkçe dersi görmelerine rağmen, yine de anadillerinin inceliklerine varamıyorlar. Koca delikanlılara, üniversite sıralarında hâlâ Türkçe’nin dilbilgisini öğretmek, onur kırıcı değil mi?
Bir İngiliz, 16. asırda yaşayan Shakespeare’i, sözlüğe bakmadan anlamasına rağmen, bizim çocuklarımız elli sene evvel yazılan eserleri, sözlüğe müracaat etmeden anlayamıyorlar. Bugünkü gençlik, birkaç yüz kelime arasında sıkışıp kalmıştır. Onun içindir ki kendilerini ifade edemiyorlar.
Hayal Hükümranlığında Hayat Sürenler
Dedik ya gençlik okumuyor, seyrediyor, hayal kuruyor. Evlerde her şey var ama kütüphane yok. Anne baba okumayınca, haliyle çocuklar da okumuyor. Evler sinema salonlarına dönmüş, herkesin takip ettiği bir dizi veya spor programı var. Her gece kanal kavgaları sürüp gidiyor..!
Hakikatlere ve tefekküre kafa yoran yok denecek kadar az. Böyle bir ortamda, sağduyulu bir neslin yetişmesi zaten mucize olurdu. Dibi çamurlu derelerin suyu duru olmaz ki! Böyle dereden böyle su akar.
Ders kitabı dışında kitap okumayan gençliğin, kendi hayat tecrübeleriyle yetinmesi, pek çok sıkıntıları da beraberinde getiriyor. Lise son sınıfa gelen öğrenci, mezun olacağı gün “Yahu, gitmeden şu okulun kütüphanesini de bir göreyim” diyebiliyor. Kitap okumayan gençlik, insanların canına okumaktan geri kalmıyor.
Günümüzde hayal alıyor, hayal satıyor delikanlılarımız ve genç kızlarımız. Hayalin hükümranlığı da saman alevinden daha uzun ömürlü olmuyor. Tez vakitte hakikatler bir şamar gibi iniyor, hayal tacirlerinin maskeli yüzlerine. Yazık oluyor gençliğimize!
Okumayan, kendini yenileyemez. Gençler yeterli kitap okumayınca da şer odaklarının tuzaklarına kolayca düşebiliyorlar. Basiret nazarları köreliyor genç dimağların… Solukları kesiliyor yarı yolda…
Medya Sürüklüyor
Gençliği olumsuz yönde etkileyen pek çok araç mevcut toplumda. Bunların başında da medya gelmektedir. Yazılı ve görsel basının insanlar üzerindeki tesirini ne inkâr edebiliriz, ne de görmezlikten gelebiliriz. Aslında medya, hayırlı işlerde kullanılsa, nice güzelliğin ortaya konmasında vesile olur. Tehlikeli olan medya değil, onu kötü emelleri uğrunda kullanan tekelci medya patronlarıdır. Bu sadece Türkiye’ye mahsus bir durum da değildir.
Aslında basın-yayın organlarının asıl vazifesi, doğru haber ve doğru bilgi vermektir. Bunu yaparken kişisel hesapları unutmaları gerekir. Milletin öz değerlerine saygılı davranan ve asırlık birikimleri geleceğe taşıyan bir medyanın, başımızın üstünde yeri vardır. Bizim karşı olduğumuz şey, medyanın kendisi değil, yanlışlarıdır. Aklı başında medya su, hava ve ekmek kadar lüzumludur. Bu milletin değerlerine sadık kalarak işini yapanlara müteşekkiriz.
Medyanın yönlendiriciliği inkâr edilemez bir gerçektir. Günümüzde medyayı takip edenlerin büyük çoğunluğu gençlerdir. Yazılı ve görüntülü medyanın en büyük müşterileri onlardır.
Bu toy zihinler, kitle iletişim araçlarının zararlarını düşünemiyorlar; hatta onları çok zevkli ve eğlendirici platformlar olarak görüyorlar. Televizyonlara kuşkuyla bakmıyor gençlerimiz… Bakış açısı bu olunca, doğal olarak önlem alma gereği de duymuyorlar.
Dizilerin ve Yarışmaların Malzemesi
Kokuşmuşluk
Son yıllarda televizyonlarımız dizi çöplüğüne dönmüş durumdadır. Bir dizi bitmeden öbürü başlıyor. Dizilerin verdiği mesajlar hiç de tutarlı ve faydalı değil.
Üçkâğıtçılık, kolay ve kısa yoldan köşe dönme, duygu istismarı, ahlaki zaaflar, dizilerin belkemiğini oluşturuyor. Sevişme ve yatak sahneleri, gayr-i meşru ilişkiler, sıradan hadiseler olarak yansıtılıyor. Bunları seyreden gençler, farkında bile olmadan, böyle bir hayata yöneliyor. Televizyonlardan akıl alıp iş yürütenlerin sonu da tabiî olarak hüsran oluyor. Evlilik, yerini gündelik ilişkilere ve kaçamaklara bırakıyor. Düzeysizlik düzey olunca, sapla saman birbirine karışıyor.
Bizler, Türkiye’nin ve insanlığın geleceğini düşünen ve bunun için fikir geliştiren, sorgulayan, yargılayan, geleceğe umut taşıyan bir gençlik istiyoruz. Şiddet ve nefret televizyonlardan evlere, evlerden sokaklara pompalanıyor. İnsanlıkla ve medeniyetle örtüşmeyen sıradanlıklar, ‘modernleşme’ adı altında yutturulmak, bir yaşam tarzı hâline getirilmek isteniyor.
Üstelik bunlar topluma dayatılıyor. Kabul etmeyenler de ‘gericilik’ yaftası yiyor. Senin gibi düşünür, senin gibi yaşarsam, ‘modern’ oluyorum, inançlarım, kültür ve medeniyetim doğrultusunda yaşarsam, ‘bağnaz’ oluyorum. Sevsinler sizin çürük manifestonuzu! Uyandı insanlık, artık dayatmalar prim yapmıyor.
Son yıllarda, görüntülü medyada büyük bir yarışma furyası almış başını gidiyor. Önüne gelen uçuk kaçık bir yarışma programı düzenleyerek, özellikle gençlerden oluşan kitleleri peşlerinden sürüklüyorlar. Bir yarışma bitmeden öbürü başlıyor. Şarkı, türkü söyleme yarışmalarından tutun da güzellik ve mankenlik yarışmalarına kadar onlarca yarışma, televizyonlarda arz-ı endam ediyor.
Gençlik bu anlamsız yarışmaların peşinden sürükleniyor. Yarınlarımızın teminatı olan gençlik, lüks yaşamak ve çok kazanıp çok harcamak için hayal avcılığına soyun(durul)muş. “Binmişiz bir alamete gidiyoruz kıyamete” misali sürüp gidiyor bu ekran kirliliği. Denetim mekanizmaları da bu çirkeflikleri görmezlikten geliyor çoğu zaman…
Gençlik yavaş yavaş avuçlarımızdan kayıp gidiyor ama gaflet uykusundaki bizler, bunun farkında bile değiliz. Yarın, çok geç olmadan gençliği bu bataklıklardan kurtarmalıyız.
Yarışmalara katılmak için evden kaçan kızlar ve henüz reşit bile olmayan erkekler, büyük şehirlerdeki stüdyolara ve otellere akın ederek yarışmaların elemelerine katılıyorlar; gecenin yarısında kuyruklara girip yer kapmaya çalışıyorlar. ‘Popstar’ (ne yaldızlı bir zehir!) olma hayalleri aklın önüne geçmiş, herkes hayal dükkânından alışveriş yapıyor.
Gençlik kısa zamanda köşeyi dönmenin hesabı içerisinde. Fakat köşenin öte yanında, nice gayya çukurlarının kendilerini beklediklerinden haberleri yok. Şöhret hevesi, genç bedenleri kirli ellerin tuzağına düşürüyor.
Bırakın Artık Müslüman Türk Gençliğini!...
Okullarda ilim öğrenmesi gereken genç beyinler, stüdyoların ve podyumların kasvetli havasında, körpe yaşamlarını ve parlak ömürlerini törpülüyorlar. Unutulmamalıdır ki bir gecede hayatı değişenlerin, yine bir gecede hayatlarının sönme ihtimali çok yüksektir. Bunun sayısız örneklerini yaşayıp görüyoruz.
Bırakın artık Müslüman Türk gençliğini!... Düşün istikbalimizin aydınlık şafağı hükmündeki gençliğin yakasından. Kirletmeyin yarınlarımızı… Birazcık empati (duygudaşlık) yapın, aydınlık geleceğimizi karartmayın. Üç kuruş reklâm geliri için yapmadığınız kalmadı. Vicdanınızı, cüzdanınıza mı hapsettiniz yoksa?
Bizler, sıcak yuvalarında olmaları gerekirken, gece yarılarına kadar sahnelerde hayal avcılığı yapan, masalarda meze olan bir gençlik istemiyoruz. Üstat Necip Fazıl’ın deyimiyle “Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!’ şuurunda bir gençlik...” istiyoruz.
Türk gençliği, aydınlık Türkiye’nin temelini atmak için sabahlara kadar okumalı ve vaktini laboratuvarlarda değerlendirmelidir. Çamurlarda debelenen bir gençlik değil, güle sevdalı bir gençlik istiyoruz biz…
Bu necip millet, uzun zamanlardan beri güle sevdalı bir gençliğe hasrettir. Kadehlerde dert unutmaya çalışan şuur fakirlerini değil, dertlilere umut olan bir gençliği özlüyor ve hasretle bekliyoruz. Bu gençliğin mayası milletimizin özünde vardır zaten. Yeter ki bizler balçığa karışmış ve görünmez olmuş bu cevheri bulmak için çamurlanmayı göze alabilelim.
Mevlanaların, Yunus Emrelerin, Hoca Ahmet Yesevilerin, Mehmet Akiflerin, Necip Fazılların, Cemil Meriçlerin, Nurettin Topçuların, Erol Güngörlerin, Serdengeçtilerin davasını sırtlayan ve yorulmak nedir bilmeyen bir gençliğin rüyasını görüyoruz parsellenmiş uykularımızda.
Son Sultanşşuara (Şairlerin Sultanı) Necip Fazıl Kısakürek; ufuklarda yolu hasretle gözlenen, sorumluluk, yüksek seciye ve ideal sahibi bu gençliği şöyle tasvir ediyordu bize:
“Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarsalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, Türk’ün de yine bir buçuk asırdır, işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezhebe ortada ne kadar illet varsa, devasının ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin, İslam’da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslam âlemine ve bütün insanlığa model teşkil edecek bir gençlik…
‘Kim var!’ diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert ‘Ben varım!’ cevabını verici, her ferdi ‘Benim olmadığım yerde kimse yoktur!’ fikrini besleyici bir dava ahlâkına kaynak bir gençlik... Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispette strateji ve taktik sahibi bir gençlik...
Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin ve gerçek kahramanlık madeniyle sahtesini ayırt etmekte kuyumcu ustası bir gençlik...”
Alıntı