Dinin hükümlerini bildiren ilme "Fıkıh ilmi" adı verilir. Fıkıh bilgilerini bilen kimseye ise "Fakîh" denir. Fıkıh ilmi, insanların yapması ve yapmaması lâzım olan işleri bildirir.
Fıkıh bilgileri, Kur'ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîflerden, icmâ'-ı ümmetten ve kıyâstan meydana gelmektedir. İcmâ', Eshâb-ı kirâmın ve Tabiînin söz birliği demektir.
Fıkıh bilgisinin bu dört kaynağına "Edille-i şer'ıyye" denir. Fıkıh ilmini kuran, ilk yapan, İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretleridir.
Fıkıh ilmi, dört büyük kısma ayrılır:
Fıkhın ibâdet kısmını kısaca öğrenmek her müslümana farzdır. Evlenme, boşanma ve alış-veriş kısımlarını öğrenmek farz-ı kifâyedir. Ya'nî, başına gelenlerin öğrenmesi farz olur. Meselâ, evlenecek olan kimsenin evlenmeden önce, evlilik bilgilerini öğrenmesi farz olur.
Fıkıh ilmi çok kıymetli bir ilimdir. Fıkıh bilgisi okumak, geceleri nâfile namaz kılmaktan daha sevâbdır.
Şu hadîs-i şerîfler, fıkıh ilminin şerefini göstermeğe kâfîdir:
(Allahü teâlâ bir kuluna iyilik etmek isterse, onu dinde fakîh yapar.)
(Herşeyin dayandığı bir direk vardır. Dînin temel direği, fıkıh bilgisidir.)
(İbâdetlerin efdali, en kıymetlisi, fıkıh öğrenmek ve öğretmektir.)
Fıkıh ilmi Peygamber efendimizden beri vardı. Ancak, İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretleri fıkıh bilgilerini toplayarak, kısımlara, kollara ayırdı ve usûller, metotlar koydu. Ayrıca Resûlullahın ve Eshâb-ı kirâmın bildirdiği i'tikâd, îmân bilgilerini de topladı ve yüzlerce talebesine bildirdi.
İmâm-ı a'zam hazretleri, usûller, metotlar koyarken, hüküm bildirirken dört kaynağı esas alıyordu. Yâ'nî, Kur'ân-ı kerîmde açıkça bildirilmiş ise, ona göre hüküm veriyordu. Açıkça bildirilmemiş ise, hadîs-i şerîflerde o husûs açıkça bildirilmiş midir buna bakıyordu. Burada da yoksa, bu konuda icma' ya'nî Eshâb-ı kirâmın söz birliği var mı buna bakıyordu. Burada da yoksa, kıyâs yapıyordu. İctihâd ediyordu.
Ya'nî bilinmiyen mes'eleyi bilinen mes'eleye benzeterek hüküm veriyordu. Meselâ, önceleri içki olarak sadece şarap vardı. Daha sonra başka içkiler de yapıldı. Sonraki içkiler, şarap ile mukayese edilerek, bunların da harâm olduğuna dâir ictihâd edildi.
Peygamber efendimiz zamanında da ictihâd yapılıyordu. Eshâb-ı kirâmdan birinin ayrı ictihâdı olurdu. Fakat bu ahkâm, Peygamberimiz zamanında hatâlı ve şüpheli olamazdı. Çünkü, yanlış olan ictihâdlar, Allahü teâlâ tarafından, Cebrâil aleyhisselâm vasıtasıyla hemen düzeltilir, hak ile bâtıl birbirinden hemen ayırılırdı.
Peygamberimizin âhırete teşrîfinden sonra meydana çıkarılan ahkâm ise böyle olmayıp, doğru ile yanlış ictihâdlar karışık kaldı. Allahü teâlâ ictihâd yapma yetkisi olan kimselerin ictihâdlarının hepsini doğru kabûl etti. Hadîs-i şerîfte böyle ictihâdların rahmet olduğu bildirildi. Aradaki fark doğruyu isâbet ettirene on sevap, diğerlerine bir sevap verilmesiydi. Neticede ikisine de uyan sevap kazanıyordu. Eğer farklı ictihâdlar olmasaydı, müslümanlar büyük sıkıntıya düşerlerdi. Bunun için mezhepler büyük rahmet oldu.
Bütün bunlardan şu netice çıkıyor ki, dinimizi doğru olarak ancak fıkıh, ilmihâl kitaplarından öğrenebiliriz.
alıntı