(Bu Yazı 17 Aralık 1999 tarihli Akşam Gazetesinde yayınlanmıştır.)Hz. Musa'ya indirilen Tevrat'ın Tekvin bölümü Bab 2'de şöyle der; "Ve gökler ve yer ve onların bütün orduları itmam olundu ve Allah işi yedinci günde bitirdi, yaptığı bütün işten yedinci günde istirahat etti ve yedinci günü mübarek kıldı ve onu takdis etti, çünkü Allah yaratıp yaptığı bütün işten o günde istirahat etti."
Yahudi anlayışına göre, Allah'ın istirahat ve ibadet ettiği gün, Cumartesi'dir. Onlar da bu günü, zikir, sohbet ve namazla geçirirler, (Kıldıkları namazda Müslümanlarınkine benzerlikler bulunsa da rükû yoktur, kıyamdan sonra hemen secdeye giderler.)
Tevrat'ı, Zebur'u ve İncil'i kapsamına alan Kur'an-ı Kerim'de de, âlemlerin yaratılışı dolayısıyla Cum'a günü ile bağlantılı âyetler var...
Aslında sonsuz Esma ve Sıfat ile tavsif olan Mutlak Yaratıcı'nın "âlemleri altı günde yaratması"ndaki hikmet, bildiğimiz gün kavramıyla değil, varlık âleminin 0'nun sonsuz tecellilerinin sadece belirli bir bölümüyle meydana gelmesi şeklinde açıklanabilir ki, Kur an bu hükmü bizlere, mecazen 'gün' kelimesiyle yansıtmaktadır.
Aynı tema; Fussilet Suresinin 9, 10 ve 11. âyetlerinde de işlenmiştir. Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı, inkâr edip 0'na ortaklar mı koşuyorsunuz"
"Ve orada tam dört günde gıdalar temin etti..."
Allah'ın âlemleri altı günde yaratması, Cum'a gününde bu yaratılışın kemâle erdiği anlamına gelir.
Bildiğiniz üzere Cumartesi Yahudilerin, Pazar günü İsevilerin kutsal günüdür.
Cum'a ise, Muhammedi ümmete mahsustur.
Bir Hadis-i Şerif'te Resulullah (S.A.V) Efendimiz şöyle buyurmuştur;
"Cum'a günü Yehud ve Nasara'ya verildi, fakat onlar o günü bulmakta hataya düştü. İçtihat ettiler de bulamadılar. Allahü Tealâ, bu günü ümmet için sakladı sarahaten bildirdi ve o günü onlara bayram kıldı. Ona asıl hak kazanan, benim ümmetimdir. Yehud've Nasara ise, onlara tabidir. Onlar, sonraki günlere Cumartesi ve Pazar günlerine kaldılar." (Buhari-Müslim)
İslamda farz olan, özellikle nama, oruç gibi ibadetlerin, aslında Güneş'in ve Ay'ın hareketlerine bağlı olduğunu, göreceli zaman kavramının da bu nedenle oluştuğunu önceki yazılarımda vurgulamıştım.
Namaz kılmanın uygun olmadığı, yasaklandığı, sabah, gün doğumundan 45-50 dakika evvel, öğlen, güneşin zirveye (dik konuma) gelmesinden takriben 45 dakika önce ve akşam, güneşin batmasına 45 dakika kala gibi vakitler mekruh sayılırken, bu özellik, sadece Cuma namazında geçerliliğini yitirmektedir.
Şu Hadis de konuya ışık tutuyor: "Her gün zevalden (Güneşin en dik konuma gelmesi) evvel Güneş ortalandığı vakit, Cehennemin ateşini yakar ve Cehennemi hazırlarlar. Bu saatlerde namaz kılmayın, bundan yalnız Cum'a müstesnadır. Cum'a gününün hepsi namazdır. 0 günde Cehennem hazırlanmaz." (İbn Hibban'Züafa'da) Bir başka Hadisinde, yine bu hususla ilgili olarak Resûlullah Efendimiz şöyle buyurmuştur; "Şeytanların boynuzları, güneş ile beraber doğar, güneş yükselince ayrılır. Zevale gelince tekrar gelirler, alçalmaya başlayınca ayrılırlar, batacağı sırada tekrar gelir ve battıktan sonra tekrar ayrılır." (Müslim)
Dilerseniz, bu Hadis-i Şerif'i gücümüz yettiğince açalım ve anlamaya çalışalım. Şeytanın boynuzlarının oluşu, onun varoluş gayesine uygun bir şekilde hareket etme prensibi ile, insanlara menfii yönlü fikirler ilka etmesidir. Boynuzlarının, yani kötü fikirlerinin, güneşin doğuşu ile başlayıp günün belli saatlerine yayılması güneşin, dünya üzerine yaptığı açılar ve ışınlarının insan beyninde oluşturduğu parazit ile açıklanabilir.
Beyin, bütün gücünü o andaki menfi yönlü dalgalardan korumak için kullanırken, ayrıca bu durumu fırsat bilen şeytanın ilka ettiği çeşitli fikirlerlerde de mücadele etmektedir. Hadiste belirtilen "Cehennemin hazırlanması" bu hâl ile ilgilidir. işte Kerahat vaktinde namaz kılmanın mekruh oluşunun sebebi budur. Cum'a bir de'hafta' mânâsına gelmektedir. Bu hususla ilgili Efendimiz (s.a.v) bir Hadisinde şöyle buyurmaktadır; "İnsanların amelleri her Cum'a öncesinde yani her hafta iki kere arz edilir. Pazartesi ve Perşembe günleri, iman sahibi her kul bağışlanır. Ancak, kendisi ile kardeşi arasında bir husumet bulunan kimse bağışlanmaz. 'Bu ikisini, üzerlerine düşeni yerine getirinceye kadar bekletin' denilir. (Müslim) Anlaşılacağı üzere, hir hafta içinde iki kez tövbe kapısının açılacağı, kulun Allah'tan nedamet dileyip istiğfar edeceği, bunun yanında garez ve kin sahibi kimselerin, Allah'tan af dilemez ise, bu yoğunluğu yaratamayacağı ifade edilmektedir. Hayli ilginçtir, Kur'an Hac davetini islâm'i Din olarak kabul etmiş tüm insanlara yaparken, Cum'a davetini yalnız Mü'min'lere yapmaktadır. Cum'a, isminden de anlaşılacağı üzere, cemaati gerekli kılar ve sayı asgari üç kişiden oluşur. "Kadınlar Cum'a namazı kılamaz" şeklinde fetva vererek işi bu noktaya getirenler, şimdiden kara kara düşünmeye başlasınlar. İlk Cum'a namazında Efendimiz'in hutbesi şöyleydir.
"Onu inkâr edenin veya hafif görerek terk eyleyen kimmsenin, Allah iki yakasını bir araya getirmesin ve işlerini tamam etmesin" (Sahihi Buhari) Tayyihatül Mescid adı verilen Cum'a'dan önce kılınan namaz ise, cemaatin Cum'a vaktine yetişmesi gayesine matuftur. Dolayısıyla Cum'a'da iki rekât namaz ve hutbe önemlidir. Hutbe, Cum'a ve Bayram namazlarından önce imamın mimberden yüzü cemaate dönük bir şekilde yaptığı konuşmadır ve özellikle Cum'a'nın temel koşuludur. Hutbesiz bir Cum'a söz konusu olamaz. Cuma Suresinin on birinci âyetinin inzal oluşu ile birlikte, namaz ile hutbe yer değiştirmiştir. İlk Cuma'larda hutbe, namazın, akabindeydi. Sahabilerden bir kısmı hutbeyi dinlemeden mabed'den ayrıldığı için bu değişikliğe gidildi.
Bütün anlatılanlar ışığında, Cuma'nın faziletini bilerek ve hissederek iyi değerlendirmek gerekir.
Allah Muin'imiz olsun.
Ahmet F. Yüksel
(alıntıdır)