Çözüm mü, çözünürlük mü?
Ülkemizin en sıcak konusu hususunda herhalde benim de bir şeyler yazma veya bir şeyler söyleme hakkım var. Aslında uzunca bir süredir konuyu kendi penceremden şöyle bir temaşa etmek; gördüklerimi ve gözlemlediklerimi yazmak veya şöyle bir kulak kabartmak; duyduklarımı ve hissettiklerimi penceremin eleğinden geçirip kendi kamuoyumuza sunmak veya şöyle bir havayı teneffüs etmek; algıladıklarımı ve algılayamadıklarımı sunmak veya fotoğraf makinemin projektörlerini çevreye doğrultmak, çekebildiklerimi ve çekemediklerimi dostlarımla paylaşmak istemişimdir.
Zannedersem‘Ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür’ ifadesi uzun zamandır kulaklarımızın zarını patlatırcasına duyduğumuz cümleciklerden bir tanesidir. Zira ülkenin bölünmesi aynı zamanda milletin bölünmesi, milletin etnik unsurlara ayrılarak bölünmesi de yine ülkenin fiili olarak bölünmesi anlamına gelir. Dolayısı ile bu hususun sık sık dile getirilmesi bence doğru ve kaçınılmaz bir durumdur… Hepimiz herhalde şunun farkındayız ki, devlet, millet, ülke gibi kavramlar bizler için kutsiyet ifade eden kavramlardır. Bu yaklaşım tarzı, şu anlama gelmiyor elbette:
Millete rağmen bir devlet,
Milletin değerlerine rağmen bir devlet,
Milli ve manevi değerleri hiçe sayan veya milli ve manevi değerleri sürekli aşağılayan, o değerlerin toplumsal hayatta kullanımına izin vermeyen bir devlet,
Tarihi bilincin oluşmasından rahatsız olan bir devlet
Eğer devlet bu noktaya gelmiş ise, milletin devleti olmaktan çıkmış ve belli bir grubun veya belli bir zümrenin veya belli bir azınlığın devleti haline gelmiş demektir. İşte bu noktada sorunlar başlıyor zaten.
Terör ve terör örgütlerinin de küçük çıkar grupları veya küçük hesaplar peşinde olan fırkalar olduğunu hep düşünmüşümdür. Onların genel anlamda vizyonlarının olmadığını söylemek sanırım çok abartılı bir ifade olmaz. Bu örgütler geneli değil özeli, toplumu değil grupları, cemaati değil münferidi, milleti değil etnik yapıyı, ülkeyi değil belli bir coğrafyayı baz alan yaklaşımlar sergilerler ve fikirlerini, söylemlerini ve eylemlerini bu tez üzerine bina etmeye çalışırlar.
Son günlerin en önemli mevzusuna gelince:
Terör örgününün ülkemiz topraklarını terk etmesine,
Terör örgütünün silahları bırakmasına,
Terör örgütünün silahı bir hak elde etme aracı haline getirmekten vazgeçmesine zannımca bir Allah’ın kulunun hayır diyeceğine inanmıyorum.
O zaman bu hayır diyenler acaba niçin hayır demiş olabilirler*
Hiçbir önyargıya sahip olmadan birazcık derinlemesine konuyu müteala edersek karşımıza şöyle bir tablo çıkacaktır.
1- İyi niyetli bir şekilde ülkesini düşünenler
2- Milletin ve devletin bölünme ihtimali olduğunu düşünenler
3- Silah bırakmanın bir aldatmaca olduğu tezini savunanlar
4- Terör örgütünün ülkeden çekilmesinin ve silah bırakmasının mutlaka belli bir bedel karşılığı yapıldığı tezini kabullenenler
5- Terör örgütünün TSK karşısında yenilmiş olduğunu görüp, bu şartlarda iddaa ettikleri gibi bir final maçı ile sonuç alamayacağını düşünüp, bu mücadeleyi daha sonraki zamanlara yayma stratejisi olarak değerlendirenler
6- Terör örgütünün finans kaynaklarının sürdürülemez bir noktaya gittiğini bilip, yeni finans kaynakları arama stratejisi olarak görenler
7- Terör örgütünün taşeron olmaktan çıkma ve yeni Ortadoğu Coğrafyasının yeniden yapılandırılma sürecinde bir aktör olma isteği olduğunu düşünenler
8- Terör Örgütünün Irak’ın, Suriye’nin, İran’ın ve Türkiye’nin Kürt Etnik yapısının yoğun olarak yaşadığı belli bölgeleri kapsayacak bir Büyük Kürdistan, Büyük Ermenistan veya Arz-ı Mev-ud olarak yahudiler tarafından telakki edilen Büyük İsrail projesinin silahlı milisleri olmak isteği olduğunu düşünenler
9- Terör Örgütü lideri’nin ölüm korkusu ve bu korku muvacehesinde O’nun mahkumiyet şartlarının iyileştirilmesi çerçevesinde yapılan bir manevra olduğu sav’ını kabul edenler
10- ABD, RUSYA ve AB gibi emperyalist güçlerin kurulacak olan küçük ve kendilerine bağlı bir kabile devletini her türlü üs için kullanma adına yeni bir oluşum peşinde olduğunu düşünenler
Bütün bu soruların olmayacağının veya olamayacağının garantisini hiçbir yetkili bugüne kadar vermedi ve sanırım bundan sonra da veremez. Bu sorular yanıtsız kalınca elbette speküle edilme süreci de beraberinde gelmektedir.
Şahsım itibari ile şunu düşünüyorum bu süreç başarılı ve güçlü bir siyasi, askeri, sosyo-ekonomik pozisyon çerçevesinde sürdürülemez ve doğru yönetilemez ise; hem ülkemiz için ve hem de milletimiz için vahim sonuçların oluşması kaçınılmazdır. Tabii ki, siyaset risk alma sanatı ve risk alarak ürün devşirme sanatı ise hükümetin böyle bir angajman’a girmesi doğru bir adımdır. Ancak bu adımların bir kaosa dönüşme ihtimali olan muğlak noktaların mutlaka vuzuha kavuşturulması gerekmektedir.
Bence özellikle 7.8.9.ve 10. maddelerde ifade edilen risklerin ciddiyetle ele alınıp, kısa ve orta vadede bölgede oluşma ihtimali olan yapılanmalara karşı mutlak etkili ve sonuç alıcı siyasi, askeri, sosyo-ekonomik politikalara mutlak manada ihtiyacımızın olduğunu ve bu politikaların ivedi ve titiz bir şekilde uygulanmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Olayın bir başka olumlu tarafı da Türkiye’nin çok güçlü bir siyasi aktör olarak süreci başlatması, bu konuyu çözmek için düğmeye basması ve başkalarının arzusu ile değil bizatihi insiyatif alarak bu süreci başarılı bir şekilde yönetmesi ve çok güçlü bir siyasi lider ile bu sürecin tamamlanmasıdır.
Korkmadan, çekinmeden, siyasi ve sosyal her türlü riski göz önünde bulundurarak yürütülen bu sürecin olumlu sonuçlarının olacağına inanıyor ve diyorum ki..
Görelim Mevlam neyler Neylerse Güzel Eyler
Alıntı:
Kaynak:http://ipekyoluhaber.net/yazidetay-30.html