Cennetlik Adam
Mısır’ı fetheden büyük kumandan Amr b. el-As’ı herkes tanır. İslam Dininin Kuzey Afrika’da yayılması bu fetihten sonra hız kazanmıştır.
Bu değerli ve büyük kumandanın Abdullah isminde çok namaz kılan, çok oruç tutan bir oğlu vardı. Bu imanlı genç Mısır Fatihi babasından daha önce müslüman olmuştu. Peygamber Efendimiz’i çok severdi, O’na çok bağlıydı. Mescitte hep en önde bulunur, Peygamberimiz’in sohbetlerini can kulağı ile dinler, öğrendiklerini taviz vermeden uygulardı. Onun bu özelliklerini arkadaşları da bilirdi. Ahirete düşkünlüğü, dünya malına hiç önem vermemesi hep dillerde dolaşırdı. O, Sevgili Peygamberimiz’in sözlerini en iyi bilenlerden birisiydi.
İşte bu değerli insan bize Peygamberimiz’in döneminde geçen bir olayı şöyle anlatıyor:
- Bir gün camide Peygamberimiz’in etrafında halka olmuş oturuyorduk. Bize Kur’an-ı Kerim’den ayetler okuyor onlarla ilgili açıklamalar yapıyordu. Birden konuşmasını kesti. Sonra:
“Şimdi şu yoldan Cennet’e girmeye layık bir adam gelecek.” diyerek mescidin o yola bakan kapısına işaret etti. Biz de dönüp o tarafa baktık. Kapıdan herkesin yakından tanıdığı, Medine’li bir adam girdi. İşin garibi, yakından tanıdığımız bu adamın Peygamberimiz’in bu büyük müjdesine layık bir özelliği olabileceğini zannetmezdik. Çünkü basit bir hayatı vardı ve çok önemli bir iş yaptığını görmemiştik.
Adam mescide girerken, halinden yeni abdest aldığı anlaşılıyordu. Bir kenara çekildi, biraz namaz kıldı. Hareketlerinde dikkat çekici herhangi bir durum yoktu. Namazını bitirince geldiği kapıdan çıkıp gitti. Biz hepimiz dikkatle ona bakmıştık. Ne uzun uzun namaz kılmıştı ne de namaz içinde dikkatimizi çekecek bir hali vardı.
Adam mescitten çıktıktan sonra, biz yine Peygamber Efendimiz’e yöneldik. Söylediği hiçbir şeyi kaçırmak istemiyorduk. Ama Allah Rasulü, adam gittikten sonra bu konu ile ilgili başka hiçbir şey söylemedi. O konu öylece kapandı gitti.
Ancak Peygamberimiz’in bu adam ile ilgili söylediği şeyler bütün gün kafama takıldı. Ne yapmıştı da böylesine bir ödülü, yani Cennet’i hak etmişti. O günün gecesinde de bu merakımı yenemedim.
Ertesi gün biz yine Hazreti Peygamber’in etrafında halka olmuştuk ve kulaklarımız O’nun tatlı sesiyle bayram ediyordu. Aman Allahım! O ne güzel bir sesti, kelimeler sanki kulaklarımızdan giriyor ve kalbimize akıyor gibiydi. Adeta berrak bir kaynaktan akan lezzetli bir su kalplerimizin susuzluğunu dindiriyordu.
Birden, dün olduğu gibi, Sevgili Peygamberimiz mübarek sözlerini kesti ve:
“Şimdi şu kapıdan Cennetlik bir adam girecek.” dedi. Aynen dün işaret ettiği kapıyı parmağıyla gösteriyordu. O kapıdan yine dünkü hepimizin tanıdığı Medine’li adam girdi. Ne eksik ne de fazla, bir önceki gün ne yaptıysa aynı şeyleri yaptı.
Bizim o adam ile ilgili merakımız bir kat daha artmıştı. Gözlerimizi ondan ayıramıyorduk. Namazını kıldı ve dünkü gibi çıktı gitti. Biz de kaldığımız yerden sohbeti dinlemeye devam ettik.
Üçüncü gün de aynı şeyler tekrarlandı.
Artık bu olaylar bende dayanılmaz bir merak uyandırmıştı. Ne yapıp edip, bu merakımı mutlaka yenmeliydim. Adamı takip edip ne yaptığını nasıl davrandığını öğrenebilirdim. Ona Cennet’i kazandıran neydi? Ben de Cennet’e girmeyi ne kadar isterdim! Hele bunun müjdesini dünyada iken almak ne büyük bir mutluluktu! Belki o ne yapıyorsa ben de aynısını yapar, buna ulaşabilirdim.
Ama nasıl?
Biraz düşündüm. Bir çare bulmalıydım. Adam başka bir gün yine namazını bitirmiş çıkmaya hazırlanıyordu. O çıkınca hemen peşine takıldım. Evine kadar öylece yürüdüm. Evinin kapısının önünde biraz bekledim. Sonra kapıya vurdum. Kendisi çıktı ve ne istediğimi sordu. Ben de:
- Şu an gidecek bir yerim yok. Beni birkaç günlüğüne misafir edebilir misin? dedim.
Gülümsedi ve beni evine aldı.
- Hoş geldin! Bize şeref verdin! Misafir ev sahibi için berekettir. dedi.
Son birbirimizin halini hatırını sorduk ama o benim problemimin ne olduğunu hiç sormadı. Evinin güzel bir odasını benim için hazırlattı. Daha önce de güzel bir yemek ikram etmişti.
Medineli bu adamın evinde üç gün kaldım. Gerçekten bana çok misafirperverce davrandı. İmkanları ölçüsünde ikramda hiç kusur etmedi. Bu arada durumumla ilgili en küçük bir soru da sormadı. Her gece yatsı namazından sonra biraz sohbet ediyorduk. Konuştuğumuz konular, genelde dinimize ait yeni bilgiler ile müslümanların durumları ile ilgili oluyordu. O bildiklerini bana anlatıyor ben de öğrendiğim şeylerden ona bahsediyordum. Bu konular bizim konuşmaktan zevk aldığımız şeylerdi. Bu yüzden üç gün boyunca birbirimizden hiç sıkılmamıştık.
İlk gün kendi kendime şöyle düşünmüştüm:
Bu yeni arkadaşımı sadece gündüzleri yaptığı işlerle değerlendirmemeliyim. Geceleri sabaha kadar ibadet ediyor olabilir. Kimbilir bütün geceyi ayakta geçiriyordur, Kur’an okuyor ve Cenab-ı Hakk’a dua dua yalvarıyordur. Öyleyse gecesini de görmeliyimdim.
O gece biraz konuştuktan sonra istirahata çekildik. Arkadaşım yattıktan biraz sonra derin bir uykuya daldı. Sabah namazından az önce beni de uyandırdı ve namazı Peygamber Efendimiz’in arkasında kılmak için camiye gidebileceğimizi söyledi. İşte gece de böyle geçmişti.
Ben yine beklediğimi bulamamıştım. Bir ara aklımdan evinde kalış sebebimi söylemek geçti. Sonra bundan vazgeçtim. Ama doğrusu, hâlâ merakımı yenememiştim.
Dördüncü gün sabah kahvaltısı yapıyorduk. Ben işin aslını anlamak için artık daha fazla bekleyemeyecektim:
- Değerli dostum. diye söze başladım.
- Ben, aslında, senin nasıl bir insan olduğunu anlamak için evinde misafir oldum. Çünkü birkaç gün önce mescide namaz kılmak için geldiğinde Allah Rasülü daha önce kimseye söylemediği bir şeyi senin için söyledi. Böylesine bir övgüyü nasıl kazandığın beni çok meraklandırdı. Allah Rasülü’nün senin hakkında “Cennetlik bir adam” övgüsü, gerçekten ne büyük bir iltifat.
Adam benim sözlerimi dinleyince gözleri yaşla doldu. Sonra:
- Dostum, işte ben senin birkaç gündür gördüğün insanım. Bundan daha fazla bir özelliğim yok.
Başka bir şey söylemedi. Ben kendisine çok teşekkür ederek ayrılmaya hazırlandım. Ama içimdeki merakı giderememiştim. “Bu adamda mutlaka benim sezemediğim bir şey var.” diye düşünmekten kendimi alamıyordum.
Kapıya doğru yürüdüm. Tam çıkacakken, arkamdan seslendi. Hemen döndüm. Yanıma kadar geldi. Elini omzuma koydu.
- Sevgili dostum! Merakını yenemediğini biliyorum. Ben senin gördüğünden fazla bir özellik taşımıyorum. Ancak şu var ki, bana kötülük bile edilse kimse hakkında kötülük düşünmüyorum. Ayrıca bazı üstünlükler ve güzelliklere sahip kimseleri de kıskanmıyorum. Çünkü bunları veren Allah’tır. Bunlar beni her zaman daha mutlu ve huzurlu yapıyor.
Ben işte şimdi sırtımdan bir yük kalkmış gibi rahatlamıştım. İşte benim aradığım özellik buydu:
- Aziz dostum! İşte sen bu övgüye bu temiz kalbinle ulaşmışsın. Allah’ın Sevgili Peygamberi ne kadar doğru söylemiş! diyerek evden gönül rahatlığıyla ayrıldım.