"Ay parçası gibi bir şehzade vardı. Güneş bile onu kıskanmış, avaresi olmuştu. (...) Fitne, nergis gözlerini gece renginde, simsiyah görünce, onların içine dalıp avlanmaya, biniciliğe kalkışırdı. Ne de hoş bir av elde etmişti ya! Dudakları hem baldı, hem şeker. Biri öbüründen, o da bundan daha hoştu, daha tatlıydı. Arılar balına üşüşmüşlerdi de o yüzden şeker kamışı gizli kalmıştı. Dudakları öyle güzeldi ki adeta mercana, akideye benzerdi; inci gibi otuz dişi de bunların arasında parıl parıl parlardı. (...) Yüzünü gören herkes, canı varsa hemen ona peşkeş çekerdi. Bir çavuş, o ay yüzlü güzele aşık oldu. Gönlü şaşkın bir hale geldi, aklı, yolunu kaybetti. Öylesine bir derde düştü ki dermanı yoktu. Çünkü çavuşta, sevgiliye layık bir can yoktu. O dertle bir hayli becelleşti, altüst oldu. Kimsecikler onun halini bilmiyordu."
Öykü çok uzun olduğu için bundan sonraki bölümlerini özetliyoruz:
Çavuş, aşkıyla yanıp kavrulurken, komşu ülkelerden birinin padişahı, o ülkeye savaş açar. Bu savaşa komuta etme görevi şehzadenindir. Çavuş ise olaya çok sevinir ve hemen şehzadenin maiyetinde savaşa katılır. Şehzadeye daha yakındır. Sürekli yüzüne hırsızlama bakmakta, onun yakınında olmanın sevincini yaşamaktadır. Şiddetli bir savaş olur. Şehzadenin ordusu yenilir, herkes kaçar. Ortalıkta bir tek şehzade ile çavuş kalmıştır. İkisi de yakalanır ve zindana atılırlar. Şehzade, çavuşa kendisini tanımadığını söyler ve hangi bölükten olduğunu sorar. Çavuş da onun askeri olduğunu, kendisini çok sevdiğini, savaşta iyice döğüşüp komutanına yararlı olmak istediğini söyler. Şehzade memnun olur. Ve ona iltifatlarda bulunur:
"Yüce şehzade, ona bir hayli iltifatlarda bulundu. Zaten gönlü yanmadaydı çavuşun, bu iltifatlar yüzünden büsbütün tutuştu. Çavuşun gönlü, neşeyle öyle bir hale geldi ki sanki yüzlerce alemin saltanatına nail olmuştu. Gerçi zindandaydı zavallı, ama hiç şikayetçi değildi. Gece gündüz o çocuğun hizmetinde bulunuyor, her an hizmette biraz daha ileri gidiyordu. Bütün gece sabaha dek ayaklarını ovuyor, bütün gün, gönlünü hoş edecek sözler bulup söylüyürdu. O yasemin kokulu dilberle öyle senli benli olmuştu ki bu, sözle tarif edilemez. O gönlü hasta aşık, her gün; Yarabbi, bu murada erişmemeyi, bu aşkı, bu yanışı, sen ziyadeleştir de tek ayrılık olmasın. Sen bu zindandan kurtarma bizi. Bu zindan bana bir cennet ki bir kerpicini bile yüzlerce cennete değişmem, diye dua etmekteydi." Bu arada, Padişah savaşın sonucunu öğrenir, şehzadesinin esir düştüğünü haber alır. Çok üzülür ve diğer padişaha elçi göndererek onunla uzlaşır. Şehzade iade edilir. Ayrıca Padişah kızını da şehzadeye verir. Kırk gün kırk gece düğün yapılır. Fakat bu durum çavuşun hiç hoşuna gitmemiştir. O sıralarda yeni evli olan şehzade de ortalıklarda görünmemekte, çavuş kıskançlık ateşiyle yanmaktadır. Sonunda şehzade tekrar günlük hayata döner ve çavuşu hatırlar. Huzuruna çağırtır:
"Çavuşu huzuruna çağırdı. Çavuş içeri girip selam verince derhal yere yıkıldı, aklı başında gitti. (...) Ta can evinden öyle bir nara attı ki! O yerlere serilen aşıkın aklı başına gelince o tertemiz şehzade sordu: A çavuş, dedi, bu ne hal? İşin feryadü figan. Vücudun kamış kalemin içindeki kıla dönmüş, öyle bir hale gelmişsin ki, hasta mıydın, yoksa bensiz ciğerlerini mi dağlıyordun? Çavuş, ağzını açıp; padişahım, dedi, o zindanda senden haberim bile yoktu benim. Fakat şimdi tam kırk gündür ayrılığını çekiyorum. Kırk gün sonra seni ancak görebildim işte. Gördüm de ne fayda. Binbir tantana içindesin. (...) Ayrılığa düşmemiştim. Vuslatına bir alışmıştım ki, seninleydim hep, hasretine takatim yok! Tekrar zindandaki elbiseleri giyer, bana görünürsen sana talip olabilirim. Fakat şu büründüğün elbisede kalır, saltanat ve hükümdarlık eder durursan, bu koşup köpüren can nasıl kudret bulur da bu saltanatla seni koçabilir, buna imkan var mı? Bu sözü söyleyip ölüm haline geldi. Yüzlerce feryat-figanlarla tertemiz ruhunu teslim etti."
alıntı