Zira, Bilal bir âlem olmuştu. Çileli günlerin bir hatırasıydı. Medine 'Allah (c.c)ü Ekber'i ilk onunla duymuş, aynı sadâyı Mekke'ye o taşımıştı. Rasûlullah'ın müezziniydi. Mukadder beşer yolculuğu devam etse de, günde beş vakit ezan ve namaz arkada kalanlara birer borçtu. Bilal de giderse, ezanları kim okuyacaktı..? Her ikisi de hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bir ara kendini toparladı Bilal ve inleyen bir sesle; 'Rasûlul-lahtan sonra ben ezan okuyamam!' diyebildi.
Belli ki, Ebû Bekir'in ısrarı bir netice vermeyecekti. Bilal'i durdurmak mümkün değildi. Öylesine kararlıydı ki, bir adım daha attı ve Halife'ye:
'Sen' dedi. 'Beni, Allah (c.c) için mi satın alıp hürriyete kavuşturdun, kendin için mi?'
Ebû Bekir gibi varlığının tamamını Allah (c.c) yolunda seferber eden birisi, kendisi için bir adım atar mıydı hiç? 'Elbette Allah (c.c) için' cevabın verdi. Bunun üzerine boynu bükük Bilal'in ağzından şu cümleler dökülmeye başladı:
'Şayet beni kendin için satın alıp hürriyete kavuşturmuşsan, yanında tutabilirsin. Hakkın var buna.. o zaman dediğini yaparım. Ancak bunu, Allah (c.c) için yapmışsan bırak da bugün ben, Allah (c.c) için cihad edeyim.'
Yüreğe bir taş daha basmak gerekiyordu ve artık Bilal için Medine uzaktan bakılan bir şehirdi. En çok sevdiği, arkasından ağıtlar yaktığı Mekke de artık yarasına merhem olamazdı ve oraya dönmeyi de düşünmüyordu. O sıralarda Şam tarafına gitme hazırlığında olan bir seriyye vardı.. katıldı aralarına ve sonrasında hiç durmadan Allah (c.c) için koşturdu durdu. Zira, yarasına ancak Allah (c.c) için attığı adımlar merhem olabiliyordu.
Zaman ilerliyordu. Ebû Bekir de gurub etmiş, bayrağı artık Ömer taşıyordu. Bilal'i özleyen, Bilal'in ezanına hasret kalanlardan biri de şüphesiz Ömer'di. Aynı hasreti yaşayan binlerce insan vardı Hicaz'da. Dindirilmesi mümkün olan bir hasretti bu. Konuştular aralarında ve bir nebze de olsa dindirmeye karar verdiler. Halife Ömer gidecek ve getirecekti Bilal'i tekrar Medine'ye...
Ömer düştü yola ve Şam'a geldi bir gün. Aradı ve buldu Bilal'i. Aradan yıllar geçmişti. Oturup hasret giderdiler saatlerce... Mekke'den bu yana kopup gelen iki dostun dertleşmesiydi bu... Hicranı, sadece Bilal yaşamıyordu ki..! Hicaz'ın yası, bitip tükenme bilmiyordu... Bir anlık teneffüs bile olsa, yüreklere bir nebze su serpilmeliydi... Sonra sözü ezana getirdi Ömer... 'Ne olur, bir defa' dedi ve ısrar etti: 'Medineliler seni.. ezanını bekliyor ya Bilal..!'
Yumuşamıştı Bilal. Zira, önünde sadece bir fert değil, sosyal bir talep duruyordu. Belki de dualar külliyet kesbetmiş ve kabul vakti gelmişti.
Bir de rüya görmüştü Bilal! Yıllarca hasretiyle yanıp tutuştuğu Efendisi, Efendimiz gecesine teşrif etmiş, 'Bu kadar ayrılık niye ya Bilal! Bizi ziyaret vakti gelmedi mi?' demişti.
Bir iktirandı bu... Doğruca Medine'nin yolunu tuttu. Oraya gelinceye kadar, bütün hatıralarını yeniden canlandırdı zihninde. Medine'de okuduğu her ezanın imamı Rasûlullah'tı ve Bilal de Medine'ye gidiyordu. Sanki yeniden karşılaşacakmış gibi heyecanlanıyor, yürüdüğünün bile farkına varmıyordu. Uçuyordu âdeta...
Derken ulaşmıştı Medine'ye. Doğruca Efendimiz'in kabrinin başına geldi. Çok duyguluydu. Yıllar sonra pâk yüzünü göremese de O'nun, kendi halini gördüğünden emindi. Bir hasbihaldi bu..! Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Orada, iki yâdigar; Hasan ve Hüseyin'le karşılaştı. Görüp karşılaştığı herşey Efendisini, gönlünun sultanını hatırlatıyordu. Kendini kaybetmişti Bilal! Onları kucaklıyor, öpüp öpüp sarılıyor ve kokularında Rasûlullah'ı duymaya çalışıyordu.
Sevinen sadece Bilal değildi ki! Geldiğini duyan herkes, ayrı bir sevinç yaşıyordu. Hz. Hasan ve Hüseyin, bir fırsat yakalamışlardı. Bırakmadılar onu, değerlendirmek istediler. Bilal'in olduğu yerde, ezanı da Bilal okumalıydı ve sabah ezanını okuması için boynuna sarılıp yalvardılar âdeta. Belli ki istek, Ömer'den değil, bütün Medine'den geliyordu.
Gecenin karanlığı veda edip Medine aydınlanmaya durunca, o gece mescitten bir nida yükselmeye başladı: 'Allah (c.c)ü Ekber.. Allah (c.c)ü Ekber..!'
Ezan okunuyordu. Ama bu ezan, bu ses, tanıdık bir sesti... Evet.. evet, Bilal'in sesiydi bu..! Onun sesi kulaktan girince gönüllere, Rasûlullah tahtını kurmaz mıydı hiç..?
Rüya değil, gerçekti bu..! Bilal.. ezan.. Rasûlullah ve Medine... O kadar bütünleşmişlerdi ki, dâussılayla yanıp tutuştukları Mekke'ye bir fetihle girdiklerinde bile geri dönmüş, Medine'yi şenlendirmeye devam etmişlerdi..!
Medine sarsılmıştı âdeta. Dalga dalga yankılanan Bilal'in sesini duyan herkes, evinden fırlıyor ve heyecanla mescide doğru koşmaya başlıyordu. Kadın-erkek, çoluk-çocuk, aynı sarsıntıyla doğruluyor, Medine'de bayram yaşanıyordu. Sanki Rasûlullah hayata geri dönmüş, Bilal de mescidde, Allah (c.c) Rasûlü'nün kıldıracağı namazın ezanını okuyordu.
Daha Bilal'ın ezanı bitmeden, yığılmıştı Medine mescidin önüne..! Heyecan doruk noktaya ulaşmıştı. Duyup gördüklerinin, rüya değil gerçek olduğunda şüpheleri kalmamıştı artık..! Göz pınarları ceyhun olup çağlamaya durmuş, o güne kadar görülmeyen bir gözyaşı döküyordu Medine..! Hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. En çok ağlayan ise, şüphesiz Halife Ömer'di.
Bilal'in ise, bu heyecanı kaldıracak takati yoktu, tekrar vedalaştı Medinelilerle, attı yine kendini Şam cephelerine..!
Hayata veda zamanı gelip ölüme el sallarken Bilal, 'Yarın dostlara kavuşacağız! Muhammed ve yanındakilere..!' diyordu. Bunu duyan hanımı bir taraftan ağlıyor, diğer yandan da dövünüp çırpınıyordu. Teselli yine Bilal'e düşmüştü:
'Bir vuslat bu. Ne mutlu bize!'
Hicretin üzerinden 20 yıl geçmişti. Bilal, 60 küsur yılı geride bırakırken, fena ve faniye de veda ediyor, ebedi dostlukla bitmeyecek bir vuslat yaşıyordu.
Alıntı