Ayrıntılı Konu Bilgileri
Sayfa BaşlığıKonu: Balkanlar'da Etnik Arındırma - Herkül Milas
Mesaj SayısıMesaj Sayısı: 0 cevap var
OkumaGösterim: 1320
Google Özel Arama

Gönderen Konu: Balkanlar'da Etnik Arındırma - Herkül Milas  (Okunma sayısı 1320 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

    Avicenna

  • Özel Üye
  • *

  • İleti: 742
  • Nerden: Kayip Sehir
  • Rep: +73/-2
  • Cinsiyet: Bay
    • Profili Görüntüle
  • Çevrimdışı
Balkanlar'da Etnik Arındırma - Herkül Milas
« : 16 Temmuz 2008, 11:16:04 »


 

Etnik arındırma ve soykırım dünya dillerinde yeni terimlerdir. Eskiden benzer uygulama için (henüz tüfek ve süngünün keşfedilmediği dönemde) kılıçtan geçirme, daha sonra ise tehcir, katliam, kırım, kıtal gibi kelimeler kullanılırdı.

Daha yakın zamanlarda ise isyanı bastırma, hatta düzeni sağlama, barışı tesis etmek gibi terimlerin aynı pratikler için kullanılması alışılagelmiştir. Terörü engellemek sözünü ABD sınır ötesi operasyonları için kullanabilmektedir. Ölen sivillerin açısından işin hukukî ayrıntısı ya da eylemin ismi pek önemli değildir doğal olarak. Dilin kemiği yok lafını da en iyi yine onlar bilir.

Tasos Kostopulos'un Savaş ve Etnik Arındırma, On Yıllık Milli Bir Girişimin Unutulan Yanı, 1912-1922 adlı kitabı (Vivliorama, Atina: 2007) bu konuda yazılmış çok ender kitaplardandır. Kitabın ilk paragrafı dönemin savaşlarına katılmış olan ünlü yazar Stratis Mirivilis'in 1928'de yazdığı 'Savaş' adlı kısa bir öyküsünden: Bir köyde tutsak erkeklerin yakın bir tepede nasıl kurşuna dizildiğini anlatıyor. Müfrezeler karşılarına diziyordu insanları beşer altışar ve öldürüyordu.

'Birden kendimi yaşlı adamın karşısında buldum, babacan yüzünde birkaç çürük vardı ve durmadan dualar fısıldıyordu. İpek gibi sakalı rüzgârda hafif oynaşıyordu. Yapabileceğim en büyük iyilik onu bir an önce ve birden öldürmekti. Çünkü bazıları çok acı çekiyordu boğazlanan danalar gibi debelenirken ve avuçlarını yere çalarken. O yıllarda yepyeni Manliher tüfeklerimiz vardı, hafif ve çok isabetli idiler, bir meteliği vurabilirdin. Alnına, bembeyaz kaşlarının arasına nişan aldım. Ela gözlerini bana çevirdi ve sükunetle baktı. Sanki nişan çizgimi alnına ulaşan katı bir nesne gibi hissetmişti. Tetiği çektim ve yıldırım çarpmış gibi çamura düştü. İnce kırmızı bir kurdele süzüldü alnından sakin yüzüne ve bir leke gibi uzandı ak sakalına. İnfazlar tamamlanınca caminin kapıları açıldı ve kadınlarla çocuklar salıverildi. Sonra köy ateşe verildi. Erler gaz tenekeleriyle koşuşuyor evleri tutuşturuyordu [...] Ayrılmak üzere yola koyulduk. Birden bir sokaktan çılgın bir kalabalık belirdi. Camiden çıkmış olan kadınlar ve çocuklardı. Haykırarak cesetlere doğru koşuyorlardı. Baş örtüleri yoktu, göğüs bağır açıktı. Gözleri korkudan kocaman açılmıştı ve saçları gerilere doğru uçuşuyordu canlanmış kara yılanlar gibi. Tepeye koşuyorlardı. Yakınlarını bulmak için.' 'Aradan yıllar geçti. Ama içimde hep dondurucu ela bir bakış kaldı. Sabit ve ölümsüz gibi hissediyorum onu bedenimde. Kanımda yaşıyor ve dolanıyor, bir yara ve bir maraz gibi. Sanırım ancak ruhumla birlikte çıkıp gidecek.'

Mirivilis, Yunancada da var olan 'maraz' (marazi) kelimesini kullanmış. Ama Kostopulos'un kitabından Balkan halklarının kelimelerin dışında başka ortak yanlarının da olduğunu öğreniyoruz. Yunanistan'da şok etkisi yapmış olan kitabın ana teması 1912-1922 yıllarında, Sırplar, Bulgarlar, Arnavutlar, Makedonlar, Yunanlılar, Türkler gibi etnik grupların birbirine karşı uyguladıkları etnik arındırmalardır. Araştırmacı, Yunan devletinin, askerinin ve halkının yaptığı etnik arındırma amaçlı vahşete öncelik vermiş. Olaylar Yunan ve yabancı devlet arşivlerine, yayınlanmış ve yayınlanmamış anılara, zamanın gazete yazılarına dayanarak anlatılıyor. Olanların ne rastlantısal ne de münferit olmadıklarını anlıyoruz.

Ulus devletlerinin, kuruluş dönemlerinde ve yayılmacı politika uyguladıkları sürelerde etnik arındırmalarda bulunmaları maalesef 'normal' sayılmalıdır. Normal olmayan çok sonraki dönemlerde bu olayların kabul etmek istenmemesi, düşündürücü olan da unutmanın tercih edilmesidir. Yunan halkı bugüne kadar uğradığı haksızlıkları okuyup dinleyerek yaşadı. Arada, Yunan'ın yaptıkları da, özellikle anılar ve edebiyat metinlerinde ortaya çıkmadı denemez, ama bu anlatılar genellikle 'münferit' hanesine kaydedildi. Şimdi belki ilk kez 'kendi tarafının' da başkalarına karşı (en hafif tabiriyle söylersek) baskıyı sistemli bir biçimde ve bir politika olarak uyguladığı ortaya çıkmakta. Özellikle Yunanlıların Arnavutlara, Bulgarlara ve nihayet Anadolu'da Türklere karşı yaptıkları, en ufak bir sansür etme izlenimi verilmeden sergilenmektedir. Ancak bu kitabı okumak hiç de kolay değildir. Çünkü vahşet inanılmaz boyutlardadır. İnsanın bu gerçeklerle karşı karşıya gelmesi, insan denen canlının, işkenceden tecavüze, bebeklerden yaşlılara, soygundan sürgüne neler yapabileceğini okuması travma doğuran bir deneyimdir.

Kitabın Yunanistan'da toplumca içe sindirilmesinin temel nedeni, sanıyorum, vahşetin ulusların bir ikisine değil, hepsine mal edilmesidir. Hiçbir toplumun kendisinin gaddar, cani vb. olduğunu kabul etmesi kolay değildir. Hatta bir halkın bu tür genel suçlamaları kabul etmemesi sağlıklı bir tepkidir. Bütün toplumların aşağı yukarı aynı aşamalardan geçerek, tarihin belli bir döneminde 'paylarına düşen' vahşeti işlediklerini kabullenmeleri ise daha kolaydır. Zaten dikkatli bir okuyucu bu kitapta ulusların değil, bir pratiğin, bir anlayışın ve bir dönemin yargılandığını hemen anlayacaktır.

Zekâ sahibi kimseler kendi ecdadının kusurlarının sergilenip eleştirilmesinin kendilerine (yani bugünkü insana) halel getirmeyeceğini görürler. Tersine, gerçeklerle yüzleşebilmek bir ulusun olgunluğunu, dürüstlüğünü ve gücünü gösterir. Ulusal özeleştiri de, mazoşizmden ya da ihanetten değil, bu anlayıştan doğar. Herkesin zaten bildiği kusurlu bir geçmişi sır olarak saklamaya çalışmanın akıl kârı olmadığı artık açıkça görülüyor. Kitaba bu açıdan bakınca yazarın bugünkü soydaşlarının namusunu koruduğunu, onlara onur sağladığını düşünebiliriz. Nihayet, Türkiye tarihiyle de doğrudan ilişkili olan bu çalışmanın Türk okuyucularınca da okunmasını dileyeceğim ama yaygın 'ulusa hakaret' anlayışı yüzünden çeviriyi üstlenecek yayıncıyı da düşünemiyorum. Kitabı kısmen çevirmek ve yalnız öteki tarafın ettiklerini göstermek ise, taraflardan eşit mesafede kalmaya çalışan kitabın felsefesini tersine çevirmek olacaktır. Şimdilik kitabın yöremizle ilgili, ibret olabilecek çok çarpıcı vahşet olaylarından söz ettiğini bilmekle yetinelim.

Herkül Milas
Kayip bir sehir,
su ömrüm neye esir,
ne olur yanimda kalsana...

Yalnizim, cok yalinizim,
yardimcim,sirdasim yok,
ne olur sesimi duysana...


Paylaş delicious Paylaş digg Paylaş facebook Paylaş furl Paylaş linkedin Paylaş myspace Paylaş reddit Paylaş stumble Paylaş technorati Paylaş twitter
 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son İleti
0 Yanıt
71 Gösterim
Son İleti 22 Mart 2024, 11:34:25
Gönderen: Selincan