İki hafta önce, bugün de hâlâ etkisinden kurtulamadığım bir rüyayla sıçrayıverdim uykumdan. Gerçi gördüğüm bir rüya mıydı, kabus mu, yoksa elimdeki nimetleri hatırlatan bir ders miydi bilemiyorum. Zaten o gecenin akabindeki günlerde yaşadığım olaylar, tanıştığım kimseler sanki bana birer mesaj veriyordu. Aynı türden şeylerle bu kadar kısa süre zarfında karşılaşmak bir tesadüf olamazdı. Bunca tevafuktan sonra da beni bir düşüncedir aldı...
Seyrettiğim bir çizgi filmden mi etkilenmiştim bilmiyorum: Aynaya baktım, her şey normal gözükürken birden bire ayağımın teki ortadan kayboldu ve tam yürüyecekken yere düştüm. Ayrıntılarını çok hatırlayamadığım rüyamda bu kısım o kadar netti ki, anlatırken bile tüylerim diken diken oluyor.
Metin'in Kesilen Bacağı
Ertesi gün ikindi namazı ve sohbeti için Ayyüzlü'nün bulunduğu binaya gitmiştik. Namazın sünnetini kılıp farz için Ayyüzlü'yü beklerken babasıyla birlikte içeriye benim yaşlarımda koltuk değnekli bir erkek çocuğu girdi. Tam da benim arkamdaki yere oturdu babasının yardımıyla. Başında takkesi vardı, belli ki o da namaz kılacaktı. Gece gördüğüm rüyanın üstüne de o çocuğu görünce çok etkilendim. Bazı abiler dönüp dönüp ona bakıyorlardı. Ben bile herkesin onu incelemesinden öyle rahatsız olmuştum ki, “Ne hissediyor acaba?” diye düşünmeden edemedim.
Namazımızı tamamladık, namaz sonrası tesbihatımızı yaptık, hepimiz sohbet dinleme duruşuna geçip Ayyüzlü'nün gelişini bekliyorduk ki onun gelmesiyle herkeste bir hareketlilik oldu. Ben her zamanki gibi kapıya yakın oturduğum için karşıdan amcaların bütün hareketlerini takip edebiliyordum. Daha sonradan adının Metin olduğunu öğrendiğim tek ayaklı arkadaş, Ayyüzlü içeri girince ancak koltuk değneğine tutunarak doğrulabildi. Ayyüzlü kendisi için ayrılan yere oturur oturmaz, bazı afacanlar hemen onun yanına koşup elini öpmek istediler; yaşı çok küçük çocuklar hariç hiç kimseye elini öptürmeyen Güzel İnsan, bu adetini bozmayıp onların başlarını okşadı ve ellerine birer ikişer çikolata verdi. Gözüm, istemeden de olsa Metin'e takılmış, adeta onun üzerine çivilenip kalmıştı. Kıvranıp durmasından ve etrafına bakınmasından belliydi ki, o da bir-iki hamleyle ayağa kalkmak, koşmak, o mübarek ellere dokunmak ve dünyanın en tatlı çikolatalarından birkaç tane almak istiyordu ama buna bir türlü cesaret edemiyordu. Belki kimse görmemişti onun heyecanlı hareketlerini ama o kıvranışları benim içimi delmişti adeta.
Sohbet biter bitmez Metin'in yanına gidip onunla daha yakından tanıştım. Bir trafik kazasında küçük kardeşi vefat etmiş; aynı kazada kendi bacağı da büyük darbe almış; doktorlar ayaktan kalçaya kadar o bacağı kesmek zorunda kalmışlar; bu arada, daha sonraki uzun tedavilere rağmen belindeki müthiş ağrıyı bir türlü giderememişler. Metin, Ayyüzlü'nün duasını alma ümidiyle gelmiş uzak bir beldeden.
Tanışıp konuştukça daha çok sevdim Metin'i; çektiği sıkıntıların onu ne kadar da çok olgunlaştırdığına şahit oldum. Çok güzel bir arkadaş; hal ve tavırları başka çocuklar gibi değil. Benden iki yaş küçük olmasına rağmen sanki daha büyük birinin dilinden dökülüyormuş gibiydi her cümlesi, hayranlıkla dinledim onun sözlerini. Meğerse hastanede kaldığı süre içinde bol bol kitap okumuş, en zor zamanlarını bile çok okuyup daha çok şey öğrenerek değerlendirmiş; kitaplarla sohbet ederken dertlerini bir an da olsa unutmuş. Okuduğu hemen her sayfadan sonra ise Allah'a dualar etmiş vefat eden kardeşi için.
Ona üzülüp üzülmediğini sorduğumda, “Biliyorum ki kardeşim şimdi Cennet'te ve bizi görebiliyor. Onun canı hiç acımıyor. Sadece onu çok özledim. Bazen fotoğraflarla avunuyorum, bazen de Rabbim rüyamda onu gösterip hasretimi dindiriyor.” diye cevap verdi.
Metin ayağı kesildiğinde çok ağlamış, fakat onun ziyaretine gelen öğretmenleri yaşadığı sıkıntıların, acıların arkasında nasıl birer rahmet gizli olduğunu anlattıkça olayları değerlendirmesi değişmiş ve ağlamaları tebessümlere dönüşüvermiş. Dışarıdaki insanların ona dönüp dönüp bakmalarından ve bazı çocukların “sakat” diyerek onunla dalga geçmelerinden dolayı çok ağladığı zamanlar da olmuş ama anne-babasının da desteğiyle o acı günleri hatıralara hapsetmiş. Şimdi başına gelenleri Allah'ın takdiri olarak görüyor ve Cennet'te sapasağlam bir ayağa sahip olacağına çok inanıyor. Sahabe Efendilerimizden bir bacağı sakat olan Amr b. Cemuh vefat edince, Peygamber Efendimiz'in “Şu anda Amr'ı ayağı sapasağlam olmuş, Cennet'te koşarken görüyorum” deyişini bir an olsun unutmayan Metin, kendi hakkında da aynı hayali kuruyor ve o hayalle her zaman bir kevser serinliği yudumluyor...
Belalardaki Rahmet Sırrı
Metin'in buradan ayrılmasının akabinde bedeniyle, sağlığıyla imtihan olan insanlar aklıma takıldı durdu. Hep kendilerine yardımcı olacak birilerine muhtaç, yatağa bağlı, felçli kimseleri; gömleğinin düğmesini bile ilikleyemeyen güçsüzleri; arkadaşları sokakta koşup oynarken pencereden seyretmek zorunda kalan yürüme engelli kardeşlerimizi; konuşamadığı için hareketlerle kendini ifade etmeye çalışan dilsizleri; bununla birlikte hareket dilinden anlamadığı için karşısındakiyle dalga geçen kendini bilmez, kalbsizleri düşünüp durdum. Gözlerim yaşardı, dilim duaya durdu. Onlar için ne yapacağımı bilememenin şaşkınlığıyla öylece kalakaldım. İçimin sıkıntısı öyle kavuruyordu ki beni balkonda oturup gökyüzüne bakarken gecenin soğuğunu bile hissetmemişim. Ben dalıp gitmişken aniden balkonun kapısı açıldı ve annemin sıcak sesiyle dışarıda ne kadar da çok üşüdüğümü farkettim.
“Ne düşünüyorsun böyle gökyüzüne bakarak? Hem üstündekiler de ince, üşütüp hasta olmayasın Talip'im!..” diyerek yanıma oturup kolunu omuzuma atıverdi annem. Anacığımın sıcaklığıyla birden içim ısınıverdi.
“Metin'i düşünüyordum anneciğim.”
O ana kadar zihnime kıymık gibi batan soruyu anneciğime açmadan edemedim:
“Allahu Teâlâ'nın yarattığı hiçbir şeyde nizamsızlık, hikmetsizlik, abes yoktur, öyle değil mi anne?”
“Evet, yavrum...”
“Peki bedeninde bazı rahatsızlıklar bulunan, engelli kimselerin durumunu nasıl açıklayabiliriz? Allah'ın her şeye gücü yeter, murad etseydi herkesi sağlıklı yaratırdı, hiç kimseye sakatlık vermezdi?”
“Allah her şeyi kulları için yaratmıştır, kullarını da imtihanlardan geçirip olgunlaştırmak ve rızasına hazırlamak için. Hiç düşündün mü neden göletler kirlidir de akarsular berraktır, temizdir?”
“Bilmem, hiç düşünmemiştim. Biri akıyor biri sabit duruyor diye mi?”
“Bir nebze doğru, fakat akanı temiz yapan engelleri aşmaya çalışıp kendini oradan oraya çarpması ve bu sayede içindeki kirleri atıp arınmasıdır. Allahu Teâlâ da kullarını kirlerinden, günahlarından arındırmak için, kimi zaman onları ibadetlerle ulaşamayacakları makamlara çıkartmak için, kimi zaman da yapıp ettikleri güzellikleri, sahip oldukları nimetleri kendilerinden bilerek kibirlenip Şeytan'a yoldaş olmamaları ve acizliklerini hissedip Allah'a yönelmeleri için imtihanlardan geçirir, sıkıntılara çarptırır, kirlerinden arındırıp yüksek makamlara ulaştırır.”
“Peki kimisi sağlıklı, kimisi sakat; bazısı fakir, bazısı da zengin.. hani daha önce fakirlik-zenginlikten bahsederken, “Allah kimisine biraz fazla mal verir ve o malı diğer kardeşleriyle paylaşıp paylaşmayacağına bakar. Eğer o kimse şükreden ve ihtiyaç sahipleriyle malını paylaşan, cömert birisiyse imtihanı kazanır. Cenab-ı Hak kimilerine de az mal verir ve sabredip etmeyeceğine bakar. Eğer o kişi sabreder, şikayet etmezse, o da imtihanı kazanır ve pek çok mükafatı haketmiş olur.” demiştin ya, acaba Allahu Teâlâ sakat kimseleri sabredip sabretmemeleriyle imtihan ederken sağlıklıları da onlara karşı vazifelerini yapıp yapmamalarıyla sınavdan geçiriyor olabilir mi?”
“Ah Talip, bu o kadar önemli bir mesele ki, üzerinde ne kadar konuşulsa yeri var. Her engelli, öncelikle anne-babasını sonra da toplumu eğitmek gibi özel bir vazifeyle dünyaya geliyor.”
“Nasıl yani?”
Engellilerin Nasihati
“Biz insanoğlu olarak önünde örnek görmeden bazı şeyleri kavramakta çok zorlanıyoruz. İşte onlar da, çevresindeki sağlıklı kimselere ellerindeki sağlık nimetini hatırlatıyorlar. İkinci olarak da bu nimetin bizim elimizde olmadığını, Allah'ın bunu dilediğine verdiğini ve istediği vakit de emanetini geri alabileceğini göstermiş oluyorlar. Dahası, engelli insanlar her halleriyle “Ahiret var, bir mükâfat diyarı var, hazır olun yolculuk var!” diyerek adeta herkesi ikaz ediyorlar.”
“Nasıl bir ikaz?”
“Oğlum Allah asla haksızlık yapmaz, O âdildir. Kime ne kadar nimet verirse ve kim o nimetlere ne ölçüde şükürle mukabelede bulunursa mutlaka o ölçüde ötede karşılık verir. Engelli bir insanın çektikleri kat'iyen boşa gitmez. O sabırla yaşadığı müddetçe “Ben mükafatımı almaya hazırlanıyorum, ebedi sağlam olacağım bir yere gidiyorum” diye ahiretin yani asıl mükâfat alma yerinin habercisi gibidir, hep onu ilan eder. Bir ayet-i kerimede Cenab-ı Allah “Şüphesiz ilahî adalet gereği, herkes gücünün yettiğinden ve sadece kendisine verilenden sorulacaktır.” buyuruyor. Ne kadar az güç, o kadar az sorumluluk demektir. Âmâ olan birini gördüğümüzde bu dünyayı göremediği için üzülürüz belki, fakat asıl yapmamız gereken şey, bu sayede gözüyle hiç günaha girmediğini düşünüp onun masumiyetine sevinmek ve bir nimet olarak verilen gözlerimizle işlediğimiz günahlar varsa onları hatırlayıp kendi günahlarımız için Allah'a tevbe etmektir. Anlayacağın, Talip'im, sağlıklı insanların imtihanı diğerlerininkinden daha zor, çünkü bütün nimetlerden, sağlıktan vs. tek tek hesaba tabi tutulacağız. Rahman u Rahim Allah bize merhametiyle muamele etsin...”
“Ama anne engelli olmak her şeye rağmen çok zor!..”
“Tabii ki zordur oğlum; neticedeki mükâfatı almak için sakat olmak istenmez. Allah dilerse o ödülü ağır bir imtihana uğratmadan da verebilir. Allah'tan her zaman sağlık ve afiyet istenmelidir. Fakat, insan başına bir musibet geldiğinde ona sabretmeli, dünyanın geçiciliğini düşünmeli ve ahiretin ebedi mutluluğunu kazanmaya çalışmalıdır. Bir de, her zaman Cenab-ı Hakk'ın sabır karşılığında va'dettiği nimetleri düşünmelidir.”
“Nasıl nimetler?”
Peygamberimiz ve Engelliler
“Peygamber Efendimiz'in haber verdiğine göre, Allah Teâlâ şöyle buyurmuş: “Ben kulumun -iki gözünü kast ederek- iki sevgilisini almakla imtihan ettiğimde o buna sabrederse, iki göze bedel olarak ona Cennet'i veririm.” İşte, buna benzer müjdeler çoktur. Cenâb-ı Allah, bazen insanın ayağını alır; onun karşılığında âhirette pek çok şey verir. Ayağını almakla o kimseye aczini, zaafını, fakrını hissettirir. Kalbini Kendisine çevirtip, o insanın duygularına inkişaf verirse, çok az bir şey almakla, pek çok şeyler vermiş olur. Demek ki zâhiren olmasa bile, hakikatte bu ona, Allah'ın lûtfunun ifadesidir. Tıpkı, bir insanın şehit olup Cenneti kazanması gibi... Evet, Allah, birkaç sene dünyanın geçici güzelliklerini seyredecek fâni bir gözü alıyor ama ona bedel, Cennette, Cennet manzaralarını ebedî gözlerle, ebedî bir sûrette seyredecek kırk göz kuvvetinde gözler vereceğini vadediyor.”
“Anne, bazen sakatlara falan acıyarak dönüp dönüp bakıyorlar ya bu günah mı?”
“Günah diyemeyiz ama sürekli acınarak bakılmak kişiyi rahatsız ve rencide eder. Fakat, onlara acıyarak bakmak yerine onların da bizim gibi insanlar olup ihtiyaçlarının bulunduğunu düşünmemiz ve hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz'in de buyurduğu gibi sadaka sevabı kazanma adına onların sıkıntılarını gidermeyi büyük bir fırsat olarak değerlendirmemiz gerekir.”
“Onlara yardım etmek sadaka vermek gibi midir?”
“Evet oğlum. Bir keresinde Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), doğan her gün için sadaka verilmesi gerektiğini söylemiştir. Sahabe Efendilerimiz, kendilerinin bu kadar mal varlıklarının bulunmadığını ifade edince, İnsanlığın İftihar Tablosu, sadakanın birçok çeşidinin bulunduğunu belirtip bunlara örnekler vermiştir: “Âmâya rehberlik etmen, sağır ve dilsize anlayacakları bir şekilde anlatman, muhtaç bir kimseyi hâcetini tedarik etmesi için gerekli yere götürmen, derman arayan dertlinin imdadına koşman, koluna girip güçsüze yardım etmen, konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade edivermen, bütün bunlar sadaka çeşitlerindendir...” buyurmuştur.”
Sevgili arkadaşlar,
Annem ve ben engelliler hakkında konuşurken babam giriverdi odaya. Sohbet mevzumuzu öğrenince öyle şeyler söyledi ki adeta ağzım açık dinledim. Meğer bu konuda ne de az şey biliyormuşum ve engellilerin problemlerini ne kadar az düşünmüşüm.
Babam “Kuran'ın Engelliye Yaklaşımı” isimli bir doktora çalışması okumuş. E. Gül'e ait olan ve sonra kitap olarak da basılan o çalışmada “Kur'an'ı Kerim'e göre, toplumun engellilere ihtiyacı var.” deniliyormuş. Yazar diyormuş ki:
“İslam dini engelli tüm insanlara dinî ve sosyal yaşamlarında her tür kolaylığı sunmuş ve onları evlerine kapanmaya mahkum etmeyerek güçleri nispetinde aktif sosyal hayata dahil etmiştir. Peygamber Efendimiz'e (sallallahu aleyhi ve sellem) gelen bir kişi ‘Ben görme engelliyim acaba namaz için mescide gelmesem olur mu?' diyor. Peygamber Efendimiz ona ‘Ezanı duyuyor musun?' diye soruyor. ‘Duyuyorum.' cevabını alınca, ‘O zaman senin için bir mazeret görmüyorum.' diyor. Buradan da anlaşıldığı gibi İslam, engellileri sosyal hayatın içine davet ediyor.”
Babam bu hadiseyi anlatır anlatmaz aklımdaki soruyu sordum:
“Babacığım, Peygamber Efendimiz'in yanında engelli sahabiler var mıydı?”
“Tabii ki vardı Talip; vardı ve Sevgili Peygamberimiz onlara çok şefkatli davranır, ezilmelerine, kendilerini eksik hissetmelerine mani olur ve onları toplum içinde de aziz tutardı. Mesela, bir ayağı sakat olan Muâz b. Cebel'i Yemen'e vali olarak göndermişti. Seferlere/savaşlara giderken, Medine'de yerine vekalet etmek üzere âmâ olan İbn Ümmü Mektum'u tam 13 defa görevlendirmişti; Medine'de namazları İbn Ümmü Mektum'un kıldırmasını emretmişti. Rasûl-ü Ekrem'in uzun yıllar müezzinliğini de yapan İbn Ümmü Mektûm, Kâdisiyye Savaşı'nda da sancaktarlık yapmış ve orada şehit olmuştu. Yine, âmâ olan Itbân b. Mâlik, kendi halkına imamlık yapmak üzere tayin edilmişti.”
Acımak Çare mi?
“Babacığım, sence engelliler konusunda yapılan en büyük yanlışlık nedir?
“Oğlum bence hem engellilerin hem ailelerinin hem de çevrenin yaptığı birer büyük yanlış var. Bazı engelliler, kendilerinin cezalandırıldığını düşünüp Allah'a, dine ve tabii hayata küsüyor ve işte o zaman gerçekten engelli haline geliyorlar. Aileler de “Neden bizim başımıza geldi?” deyip kadere taş atıyor, isyankar oluyorlar. Hatta bazen anne-baba birbirlerini suçluyor, karşılıklı “Senin yüzünden!..” diyebiliyorlar. Aslında, herkese düşen “İmtihan oluyoruz!.” deyip bu düşünceye göre hareket etmektir ama bazıları bunu başaramıyorlar.
“Peki çevredekilerin yanlışı?”
“Talibim, bazı insanlar da sadece “vah vah, yazık” demekle yetinip zahiren acıma ifadeleri sergiliyorlar ama yardım etme yolunu hiç seçmiyorlar. Oysa, herkes engellilere ya da onların ailelerine bir şekilde yardım edebilir. En büyük yardım onları acınacak, eksik kimseler olarak görmemektir. Sonra da, hal hatır sormaktan moral vermeye, bazen onlarla sohbet etmekten alıp bir yerlere götürmeye ve bir şekilde onlarla ilgilenmeye kadar pek çok yolla onların elinden tutmaktır. Az önce bahsini ettiğim kitapta okumuştum zannediyorum; katıldığı bir panelde otistik çocuğu olan bir ilahiyat hocasının verdiği misal insanların genel duyarsızlığına canlı bir örnek gibi: ‘21 yıl boyunca otistik çocuğumuzu anbean, adım adım takip ettik, onu bir an yalnız bırakamadık; ama bu süre zarfında hiçbir akraba ya da ahbabımız “Bugün de çocuğunuza biz bakalım, siz de eşinizle baş başa bir yere gidin, bugünlük dinlenin.” demedi.' diyor.”
“Babacığım son bir sorum olacak. Az önce “gerçekten engelli” dedin. Bu ne demek?
“Kur'ân-ı Kerim'de engelliler üç şekilde ele alınır. Önce engelliliğin eksiklik kabul edilmemesi gereken insanî bir durum olduğu nazara verilir. Sonra, engellilere cihad, hicret, ibâdet gibi dini tekliflerde kolaylıklar getirildiği anlatılır. Engellilerle alakalı ayetler daha çok üçüncü gruba dahildir. Bu grupta, gerçek engellilerin imandan mahrum kimseler olduğu vurgulanır; Allah'ın kainat kitabındaki ayetlerini göremeyen kimselerin asıl “körler”, Peygamberin mesajına kulak vermeyenlerin gerçek “sağırlar” ve iman nurundan nasipsizlerin tam “kalbsizler” oldukları anlatılır.”
Evet arkadaşlar,
Anlıyoruz ki, dünya hayatında elsiz-ayaksız, dilsiz-gözsüz olanların engelliliği geçici; onlar sabreder ve ahirete yatırım yaparlarsa, buradaki muvakkat mahrumiyetlerinin karşılığını ötede ebedî saadet olarak alacaklar. Fakat, bütün vücut organları sağlam olsa da, Allah'ın ayetlerini görmeyenler, Efendimiz'in çağrısını duymayanlar ve günahlar yüzünden kalblerini karartanlar hatta öldürenler, dünyadaki geçici ve zahiri bir rahatın akabinde sonsuz bir azaba uğrayacaklar; haşir meydanına sağır, dilsiz, kör ve sakat birer mahkum olarak çıkarılacaklar.
Bu arada, sizin hiç “geçici engelli” arkadaşınız var mı?
Onu en son ne zaman arayıp sordunuz; ne zaman ona dertlerini unutturup Cennet bahçelerini hatırlatarak yüzünü güldürdünüz?
Sahi, her gün böyle bir sadaka veriyor musunuz?