Ayet ve hadislerde dünya
Esasen dünyanın ve dünya hayatının mahiyeti, ahiret nimetlerinin değeri pek çok ayet-i kerime ve hadis-i şerifte de net olarak anlatılır Bu ayet ve hadisler de müslümanlar tarafından dünyaya boş vermek şeklinde anlaşılmamış, tarih boyunca uygulama bu yönde olmamıştır Tam aksine müslümanlar dünyanın imarına büyük önem vermiş, fakat kalbin daima Cenab-ı Hakk’a bağlı kalması gerektiği şuuru içinde olmuşlardır Söz konusu ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden birkaç örnek zikredelim:
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur Âhirette ise çetin bir azap vardır Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir” (Hadîd, 20)
“Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır” (Âl-i İmrân, 14)
“Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran için ise şüphesiz cennet yegâne barınaktır” (Nâziat, 40-41)
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın Allah’tan korkun, çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (Haşr, 18)
“Vallahi ahiretin yanında dünyanın durumu, sizden birinin parmağını denize daldırıp çıkarması gibidir Çıkardığında parmağının (denizden) ne çıkardığına bir baksın!” (Hadis-i Şerif; Müslim, Cennet, 55)
“Eğer dünyanın Allah katında sivrisineğin bir kanadı kadar değeri olsaydı, ondan hiçbir kâfire bir yudum bir şey içirmezdi!” (Hadis-i Şerif; Tirmizî, Zühd, 13)
“Allah Tealâ bir kulu sevdiği zaman, tıpkı sizin bir hastayı sudan koruduğunuz gibi onu dünyaya karşı himaye eder” (Hadis-i Şerif; Tirmizî, Tıb, 1)
“Ailesi afiyette, bedeni sıhhatli, günlük rızkı da bulunduğu halde sabahlayan kimseye sanki dünya verilmiş gibidir” (Hadis-i Şerif; Tirmizî, Zühd, 34)
Biz bunları okuduğumuzda dünyayı boş vermek gerektiğini değil, gönlü dünyaya kaptırmanın yanlışlığını anlıyoruz Ama bu ayet ve hadislerin paralelindeki tasavvufî öğütler sözkonusu olduğunda kimi çevreler nedense pervasız olabiliyor Sûfilerin sözlerini doğru anlamak için çaba sarf etmek yerine kolaycılığa kaçarak geri kalmışlığın, yenilmişliğin sorumluluğunu onların üzerlerine yıkabiliyorlar
Nasıl doğru okuyan bir göz Kur’an ve hadislerden dünyanın ihmaline dair bir mesaj çıkarmıyorsa zühd önderlerinden nakledilen rivayetleri de aynı gözle okumak durumundayız Daha saygılı yaklaşarak, yaşamlarının ve tavsiyelerinin müslümanların sosyal hayatları üzerinde olumlu yönde etkili olduğunu anlamaya çalışmak, müminleri dünyadan koparmadığını görmek icap etmektedir
Kadercilik suçlaması
Her olumsuzluğun faturasını müslümanlara kesme yaklaşımına göre, müminlerin geri kalmalarının en büyük nedenlerinden biri de yanlış kader anlayışıdır Bu iddiaya göre müslümanlar, sahip oldukları bu anlayışla başlarına gelen bela ve musibetlerin kaderde yazıldığını, yapacak bir şeyleri olmadığını düşünerek mücadeleyi terk etmişlerdir Her felaketi kabulle karşılamışlar ve değiştirmek için bir çaba göstermemişlerdir
Bu iddia karşısında İslâm tarihine bir kez daha müracaat edelimTarihin hangi döneminde müslümanlar “kaderimiz bu” diyerek mücadele sahasından çekilmişler ve olan biteni refleks göstermeden olduğu gibi kabullenmişlerdir, diye bakalım Bir tek örnek bulamayız
Tam aksine İslâm tarihi tamamen mücadeleler tarihidir Üstelik hem içeride hem de dışarıya karşı Diğer taraftan bilim alanında müthiş bir hareketlilik vardırBu nedenle İslâm tarihini bütünüyle eylem ve hareket tarihi olarak tanımlamak yanlış olmaz
Yanlış kadercilik iddilarına bakan insan, “Kaderimiz böyleymiş diyerek bir köşeye sinmiş insanlar tarihin hangi döneminde yaşamış acaba?” diyecek, lakin herhangi bir tarih kitabının iki kapağı arasında böyle bir zümre bulamayacaktır
Belki bireysel olarak bu tür bir bakış açısını benimsemiş insanlara veya küçük gruplara rastlayabilecek, ancak kitlesel bir hareketi kesinlikle tespit edemeyecektir Çünkü söz konusu kader anlayışının müslümanları atalete ve teslimiyete teslim ettiği iddiası gerçekliği olmayan bir söylemden öte bir şey değildir Sadece ve sadece müminlerin bugünkü zillet durumuna neden aramak için ortaya atılmış âfâki bir düşüncedir
Kader inancı hayata bağlar
Peki müslümanların gerçekten de bir teslimiyet içinde olmalarına neden olan bu kader anlayışının aslı nedir? Bu kader anlayışı, olan biten olumsuzluklar karşısında müslümanları rahatlatan bir araçtır, ötesi değil Üçüncü halifenin şehit edilmesiyle başlayan süreçte yaşanan felaketler karşısında kader anlayışı müminleri teskin eden, psikolojik olarak rahatlatan bir vasıta olmuştur “Demek ki bunlar kaderimizde varmış, başımıza gelecekmiş” anlayışıyla inananlar olan biteni metanetle karşılamaya çalışmışlardır
Bu nevi bir kader anlayışının toplumun ruh dünyasının ve huzurunun temininde müspet etkisi olduğunu söylemek gerekir Hatta günümüzde de insanların başlarına gelen felaketleri olgunlukla karşılanmalarında aynı kader anlayışının olumlu etkisi olduğu gözlenebilir
Biz burada böylesi bir kader anlayışının doğruluğunu veya yanlışlığını tartışıyor değiliz Bizim yaptığımız, söz konusu kabulün müspet boyutunun olduğunu dile getirmekten, bu anlayışın müslümanların bugünkü durumunda bir etkisi olmadığını ifade etmekten ibarettir
Ne yapılmalı?
Sözün özü, her yanı kendisine düşman bir coğrafya ile çevrilmiş ve bunlarla mücadele etmek durumunda kalmış bir ümmetin bugünkü durumunu çok basit nedenlere indirgemek ve sadece müslümanları suçlamak hakkaniyet değildir Bugünkü zillette elbette müslümanların ve en başta da toplumları yönlendiren önderlerin olumsuz etkisi vardır Ancak ağırlıklı nedenleri görmeden suçu başka alanlarda aramanın, sorumluluğu tamamıyla müminlerin üzerine yıkmanın akılla, insafla bağdaşır bir yanı yoktur
Bütün bu geri kalmışlığın ve zilletin sosyoloji, psikoloji, tarih, siyaset bilimi ve diğer ilim dalları açısından ortaya konabilecek pek çok nedeni vardır Olan biten, bir iki nedene bağlanarak izah edilecek kadar basit değildir Çok boyutlu ve karmaşıktır Bunu anlamaya, ellerimizi müslümanların yakasından çekerek başlasak yeridir
Taha YILDIZ