Ayrıntılı Konu Bilgileri
Sayfa BaşlığıKonu: Atatürkü hapse attıran sultan
Mesaj SayısıMesaj Sayısı: 0 cevap var
OkumaGösterim: 1384
Google Özel Arama

Gönderen Konu: Atatürkü hapse attıran sultan  (Okunma sayısı 1384 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

    MAT_ROCK23

  • Sevdalı Üye
  • *****

  • İleti: 1966
  • Nerden: ELAZIĞ_23
  • Rep: +79/-5
  • Cinsiyet: Bayan
    • Profili Görüntüle
  • Çevrimdışı
Atatürkü hapse attıran sultan
« : 18 Haziran 2008, 23:46:05 »


 

Medreseler kanunla değil, genelgeyle kapatılmıştı!

MUSTAFA ARMAĞAN
“Medreseler açılmayacaktır. Millete mektep lazımdır.” Bu hiddetli sözler, Gazi Mustafa Kemal’e aittir ve 18 Eylül 1924 günü Rize Hükümet Konağı’nın merdivenlerinden inerken kendisine ‘medreselerin yeniden açılması’ için dilekçe veren iki müftünün yüzüne karşı söylenmiştir.
İyi de bu müftüler Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ndan, hele onun bir ‘devrim kanunu’ olduğundan haberdar değil midirler ki, böylesine cüretkâr bir işe girişmiş ve bizzat Gazi’ye, kanunun geri alınması teklifinde bulunacak denli ileri gitmişlerdir?

İsmail Kara’nın bir araştırması sayesinde (bkz. “Din ile Modernleşme Arasında”, Dergâh Yay., 2003, s. 445 vd.) o yıllarda Trabzon’da çıkan “İstikbal” gazetesinde müftülerin dilekçesinin medreselerin tekrar açılması hakkında değil, “medreseler hakkında” olduğunu öğreniyoruz. Nihayet Kara, müftünün kardeşinden öğrendiğine göre onların Gazi’den yeni eğitim sisteminde medreselerin binalarından, kütüphanelerinden ve hocalarından da yararlanılmasını istedikleri sonucuna varmaktadır.

Fakat benim asıl projektörlerimi yöneltmek istediğim nokta, biraz farklı: Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulünden yaklaşık 6,5 ay sonra iki müftünün doğrudan Cumhurbaşkanı’na böylesine cesurane bir dilekçeyle başvurmalarının altında hangi bilmediğimiz düğüm yatıyor?

“Hep önde, hep ileri!” Olur olmaz her vesileyle söylediğimiz Onuncu Yıl Marşı böyle diyordu. Peki bunu söylerken mevcut İnkılap Tarihi kitaplarımızın çağdaş tarihçilik düzeyini yakalamayı bir kenara bırakın, elimde duran 50 yıl önce liseler için yazılmış “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi”nin seviyesinden dahi aşağıda seyretmesini neyle açıklayacağız?

Kitabın yazarı Prof. Enver Ziya Karal, eğitimi ilgilendiren Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun dinî-siyasî bir konu olan Hilafetin kaldırılması ile idarî bir karar olan Şer’iyye ve Evkâf Vekaleti’nin lağvının neden tam da aynı günde gerçekleştiğini “aynı fikirde, aynı zihniyette fertlerden mürekkep bir millet yapma” amacına bağlıyordu. (s. 156)

Amaç, imtiyazlı, ayrıcalıklı, dokunulmaz siyasal alanların ortadan kaldırılmasıyla oluşacak boşlukta yeni iktidarın, geleceğin güvencesi olan çocukları tek bir eğitim çarkında yetiştirebilmesiydi. Buna engel olabilecek güçlerden Halife yurtdışına gönderilirken, aynı gün başka garip şeyler de oluyor, daha önce kabineye dahil olan Genelkurmay Başkanı kışlasına, Şer’iyye ve Evkâf Vekili (Bakanı) evine yollanıyor, nihayet 430 sayılı kanunla öğretim birliği sağlanıyor, yani sivil veya askerî, yerli veya yabancı, özel veya resmî bütün okullar Eğitim Bakanlığı’na bağlanıyordu. (Gerçi daha 2 yıl sonra, 22 Nisan 1925’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu delinecek ve askerî okullar Savunma Bakanlığı’na bağlanacaktır.)

TBMM 3 Mart 1924 günü Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu kabul etmişti. Ne var ki, bu kanunla ilgili yaygın bir yanlış anlama söz konusu. Üstelik bu yanlış anlama öyle kes-yapıştırcı “internet alimleri”ne mahsus bir kusur da sayılmaz. Mesela Toktamış Ateş hocanın Bilgi Üniversitesi tarafından basılan “Türk Devrim Tarihi” adlı kitabında şöyle bir ifade geçiyor: “3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkartılarak medreseler kapatıldı ve geri kalan tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı.” (s. 187)

‘İyi de, ne var burada yanlış olan?’ diyorsanız sabredin biraz, bir de İslamcı cephenin eski yazarlarından Hasan Hüseyin Ceylan’ın “Cumhuriyet Dönemi Din-Devlet İlişkileri” (Risale Yay., 1989) adlı kitabının 209. sayfasından yaptığım alıntıyı okuyun lütfen: “3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı kanunla Türkiye dahilinde dinî tedris veren bütün mektep ve medreselerin kapatılması… ile bir yerde dine dayalı hayat sona ermiş bulunuyordu.”

Ve daha yüzlerce, binlerce beyinlerimize bozbulanık akan metin… Bu alıntılardaki yanlış bilgileri şöyle belirtelim:

Bir kere 430 sayılı kanunun medreseler bakımından asıl önem taşıyan maddesi, “Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti veyahut hususi vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekâleti’ne devir ve raptedilmiştir” hükmünü getiren 2. maddesidir. Ancak görüldüğü gibi bu maddede medreselerin kapatıldığına veya kapatılacağına dair herhangi bir hüküm bulunmamakta, sadece söz konusu bakanlık ile özel vakıflara bağlı bütün medrese ve okulların Eğitim Bakanlığı’na devredilip bağlandığı ifade olunmaktadır.

Yani neymiş? Medreseler 3 Mart 1924’te kapanmamış, sadece mektepler gibi Eğitim Bakanlığı’na bağlanmış. (Zira o tarihte henüz “Millî” formayı giymemişti eğitim sistemimiz ve “millî” olabilmek için Demokrat Parti’nin kurulmasını, yani 1946’yı beklememiz gerekecektir.)

Peki medreseler ne zaman ve nasıl kapatılmıştı?

Medreselerin kapatılması için 8 gün daha beklememiz gerekecektir. 11 Mart günü, henüz birkaç gün önce bakanlık koltuğuna oturan Maarif Vekili Vasıf [Çınar] Bey, yayınladığı bir genelgeyle medreselerin kapanma emrini verecektir. Lakin kapatma işleminin bir süre daha, belki birkaç ay sürüncemede kaldığı tahmin ediliyor. Zira Vasıf Bey, 17 Nisan 1924 günü TBMM’de sert eleştirilere cevap verirken o sırada medreselerin en azından bir kısmının hâlâ açık bulunduğunu anlıyoruz; bakan, medrese talebelerinin diğer okullara nasıl kaydırılacağına ilişkin sorunlardan söz etmektedir.

Demek ki, medreselerin 3 Mart’ta kapatıldığı doğru olmadığı gibi, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kapatıldığı da doğru değildir. Medreselerin bir kanunla değil, sadece bir bakanlık genelgesiyle kapatıldığını söylemek inkılap tarihçilerimize neden bu kadar zor geliyor dersiniz? Yeniden açılabileceklerinden duyulan korkudan olmasın?

Açılır veya açılmaz, o ayrı bir konu. Ancak medreselerin kapatılmasını bir “devrim kanunu” olarak kabul edip onu dokunulmaz kılmaya kalkanlar neyi savunduklarını bir kere daha düşünseler keşke. Eğer Tevhid-i Tedrisat, denildiği gibi “medreselerin kapatılması”nı amir bir “devrim kanunu” olsaydı, Rizeli iki müftü, bizzat Atatürk’ün önüne çıkıp kanunun rağmına bir talepte bulunmaya cesaret edebilirler miydi? Ve öyle olsaydı Atatürk bağırıp çağırmakla yetinir miydi?


Paylaş delicious Paylaş digg Paylaş facebook Paylaş furl Paylaş linkedin Paylaş myspace Paylaş reddit Paylaş stumble Paylaş technorati Paylaş twitter
 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son İleti
0 Yanıt
2303 Gösterim
Son İleti 03 Ocak 2008, 21:54:06
Gönderen: sevdaligul
2 Yanıt
1009 Gösterim
Son İleti 21 Mayıs 2008, 21:07:15
Gönderen: orkide
1 Yanıt
2073 Gösterim
Son İleti 12 Ağustos 2008, 22:10:29
Gönderen: sevdaligul
2 Yanıt
1259 Gösterim
Son İleti 10 Kasım 2008, 01:42:23
Gönderen: orkide
0 Yanıt
1370 Gösterim
Son İleti 08 Ekim 2012, 20:17:24
Gönderen: sevdaligul