ANA-BABAYA İTAAT
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Ana-babaya iyilik etmek, nâfile namaz, oruç ve hac [ve umreye gitmek] fazîletlerinden daha fazîletlidir. Ana-babasına hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasına karşı gelip, onlara âsî olanların ömürleri bereketsiz ve kısa olur. Anasına-babasına âsî olan mel’ûndur.)
Hasen-i Basrî hazretleri Kâbe’yi ziyâret ve tavâf ederken bir zât gördü ki, arkasında bir zembil ile tavâf eder. O zâta dönüp dedi ki:
- Arkadaş, arkandaki yükü koyup öylece tavâf etsen dahâ iyi olmaz mı?
- Bu arkamdaki yük değil, babamdır. Bunu Şâm’dan yedi kere buraya getirip tavâf eyledim. Çünkü, bana dînimi, îmânımı bu öğretti. Beni İslâm ahlâkı ile yetiştirdi.
- Kıyâmet gününe kadar böylece arkanda getirip tavâf eylesen, bir kere kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet havaya gider ve yine bir defâ gönlünü yapsan, bu kadar hizmete mukâbil olur
Ana Duası
Müslüman evladı, her zaman ana-babasının hayır duâlarını almaya çalışmalıdır.
Bâyezîd-i Bistâmî (k.s.) Hazretleri’nin ihtiyar ve hasta bir annesi vardı. Gece yarısı uykusundan uyanıp kendisinden bir bardak su istemesi üzerine, testiden su doldurup getirinceye kadar anası tekrar uykuya dalmıştı. Bâyezîd-i Bistâmî (k.s.), elinde bir bardak su ile uyanacak diye anasını sabaha kadar bekler.
Sabah Namazı için uyanan anası, oğlunun, elinde bir bardak su ile ayakta beklediğini görünce, son derece duygulanır. Ve bu fedâkâr oğlu için; "Ârifler sultanı olasın oğlum!" diye yürekten duâ eder. (43)
Annesinin duası bereketi ile Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, gerçekten ârifler sultanı olur. Ve bütün tasavvuf kitaplarında hep bu ünvân ile anılır.
Bununla birlikte anne bedduasından da son derece sakınmalıdır. Onların bedduasını alan evladın, dünyâda iki yakası bir araya gelmeyeceği gibi, âhirette de ebedî hüsrâna uğrayacağında şüphe yoktur.
Sahâbe-i kirâmdan Alkame adında bir zât vardı. Evlendikten sonra annesine karşı tutum ve tavrı iyice değişmişti. Bu durumdan ihtiyar annesinin gönlü incinmiş, kalbi kırılmıştı.
Böylece günler geçti. Bir gün Alkame, hastalanarak ölüm yatağına düştü. Annesine olan kırıcı davranışından dolayı dili tutuldu. Son nefesinde söylemesi gereken kelime-i şehâdeti söyleyemedi.
Nihâyet Rasûlullâh (s.a.v.)’in ısrarı ile, yaşlı anne, evlâdını affedip hakkını helâl etti. O anda Alkame’nin dili çözüldü ve kelime-i şehâdet getirmeye başladı. Rûhunu da bu îmânla teslîm etti.
Alkame yıkanıp kefenlendikten sonra, namazı kılınıp defnedildi. Ardından Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz, kabri başında durarak orada bulunanlara şöyle hitâb etti:
"Ey muhâcirler!
Ey ensâr!
Kim karısını, annesinden daha üstün tutarsa, Allâh’ın lâneti onun üzerinedir. Onun diğer ibâdet ve iyiliklerinin de kendisine bir fâidesi yoktur, kabul olunmaz." (44)
Ancak bu hadîs-i şerîf; eşin, kayınvâlide karşısında ezilmesi ve hiçbir hak sâhibi olmaması anlamına gelmez. Çünkü İslâm’da eşin de, annenin de hak ve sorumlulukları dengelenmiştir.