HASAN KARAKAYA/Vakit
Aile içi şiddet... Ya da mahalle içi baskı!
Öncelikle bir "yanlış anlama"ya son vermeliyim... Dünkü yazımda, "kartel" gazetelerinin "kendi yandaşları"nın hataları konusunda son derece "anlayışlı" ve "hoşgörülü" olduklarını; "dindar" insanların "pire"sini ise "deve" gösterdiklerini yazmıştım...
Malûm, "benim teröristim iyidir" mantığı... Bazı okuyucularım aradı, "Kartelin bu tavrı" dedi; "Sadece, aynı çizgideki yandaşlar için... Oysa; birazcık aykırı yazan veya konuşanları ise hemen dışlıyorlar, hemen lince yelteniyorlar!"
Doğru bir tesbit... Ben de farklı düşünmüyorum... Gerçekten de "kendi paralelinde" olanlara toz kondurmuyorlar... Onların "deve" kadar büyük hatalarını "pire"leştiriyorlar... Ama, "aynı yaşam tarzı"na sahip olsalar da, "birazcık aykırı" görüş bildirenlere açıyorlar ağızlarını, yumuyorlar gözlerini!..
Saldır babam saldır!.. Vur abalıya!..
Okuyucularım, birkaç isim verdi... Ahmet Kaya, Cemil İpekçi ve Osman Yağmurdereli'nin isimleri... Son olarak da, Prof. Dr. Nur Vergin'in ismi...
"Bakın" dediler, hepsi de "hedef tahtası"na oturtuldu... Bunun tek sebebi, "başörtüsü lehinde" konuşmaları ve "dindar insanları savunan" sözler sarfetmeleri!..
Oysa, bunların hiçbirinin "Atatürkçü"lüğünden, "laik"liğinden veya "modern"liğinden şüphe edilmez!..
Hepsi de;
"Çağdaş yaşam tarzı"nı benimsemiş ve dolayısıyla kartel tarafından "el üstünde" tutulmuştur!..
Ne zaman ki;
"Başörtüsü" gibi, "laikler için tabu" bir konuya temas etmişler ve "başörtüsünün özgür olmasını" istemişlerdir, işte o zaman "aşağılanmışlar, horlanmışlar" ve hatta "yok" sayılmışlardır!..
AHMET KAYA VE BAŞÖRTÜSÜ!
Malûm, Ahmet Kaya; kartel medyası için de "iyi bir sanatçı" idi... Özellikle "protest müzik"te üstüne yoktu!..
Ama, ne zaman ki; "Annemin örtüsüne kimse karışamaz ve el uzatamaz" dedi, "geri sayım" başladı!..
Hele hatırlayın 1998 Eylül ayını...
Ayseli Göksoy başta olmak üzere kendilerinin demokrat ve laik olduğunu ileri süren birçok milletvekilinin Türkiye'deki insanlar arasına nifak tohumları serptiğini belirten Ahmet Kaya, Göksoy'un, "Bu ülkede hiç kimse inançlarından ötürü bir baskıya maruz kalmıyor. Başörtülü öğrenciler siyasi maksatla örtünüylorlar" şeklindeki sözlerini şöyle cevaplamıştı:
"Bu ülkede asıl sizin düşüncenizde olanlar ikilik çıkartıyorlar. Kimse bölücülük yapmasın. Ben, Türkiye'de demokrasi, insan hak ve hürriyetleri konusunda asgari müştereklerde nasıl buluşuruz, bunun sağlanması gerektiğini söylüyorum. Kimse inançlarından dolayı baskı görmüyorsa, bilim öğrenmek için üniversiteye gelen öğrenciler niçin coplanıyorlar? Neden saçlarından tutularak sürükleniyorlar?
Müslüman bir ailenin çocuğuyum... Hiç kimse de annemin başörtüsüne el uzatamaz!.. Türkiye'de başörtüsüne karşı sürdürülen yasaklama alanı yavaş yavaş genişletiliyor... Bu yasaklamanın sokaklarda dolaşmaya kadar bile vardırılacağı endişesini taşıyorum... Bunu bildiğim için, "Annemin başörtüsüne kimse karışamaz ve el uzatamaz, bu yapılırsa gerekli önlemleri alırım" dedim...
"Halkı yüzde 99 Müslüman olan bir ülkede Müslümanlara karşı uygulanan bu baskıların haklılığını ve yasallığını kimse savunamaz. Sayın Ayseli Göksoy'a sesleniyorum; "Ben, inanca saygıyı, düşünceye özgürlüğü savunuyorum. Siz neden savunmuyorsunuz? Sizler Meclis'te sohbet etmekten başka bir iş yapmıyorsunuz. Sokak anneleri ile başörtülü öğrenciler, saçlarından tutularak coplanıyorlar, siz ise sadece seyrediyorsunuz. Televizyonlardaki bu görüntüler sizi rahatsız etmiyor mu? Sizin attığınız bu nutuklar milleti bıktırdı. Buna bir son verin. Bu görüntüler sizi rahatsız etmiyorsa sohbetlerinize devam edin ve televizyonlarınızı çekirdeklerinizi çıtlatarak seyretmeyi sürdürün. Sizler rahatınıza bakın, hiçbir şeye karışmayın. Bu ülkenin bölünmesine bizler izin vermeyiz."
NE KÜRTLÜĞÜ KALDI, NE PKK YANDAŞLIĞI!
İşte bunları dedi, "ipi çekildi!"
Nasıl olduysa oldu, adamın bir "Kürt" olduğu hatırlanıverdi birden!..
Bırakın "Kürt" olmasını ,"eski görüntüler" tozlu raflardan indiriliverdi ve önce "PKK sempatizanı" olduğu, sonra da "PKK yandaşı" olduğu keşfediliverdi!!!..
"Yargısız infaz" kampanyası başlamıştı artık!.. Bu adam "dışlanmalı", bu adam "yok sayılmalı" ve bu adam "linç" edilmeliydi!..
Öyle de yaptılar!.
Daha düne kadar "baştacı" yaptıkları, "aynı masa" etrafında oturup "içki" içtikleri bir adamı "yalnızlığa mahkûm" ettiler!..
Adamcağız, o kahırla öldü gitti!..
Hayır, önemli olan onun "Kürt" olması veya "PKK sempatizanı" olması filan değildi!.. Önemli olan, "başörtüsü lehinde" konuşmasıydı!..
Demek ki, "öte tarafa kayıyor"du!..
O halde, çekiver ipini!..
OSMAN YAĞMURDERELİ DE HEDEFTE!
Şimdi aynı kampanya, inceden inceye Osman Yağmurdereli için de sürdürülüyor.
Osman Yağmurdereli; hem "sinema"da, hem "müzik"te "marka" olmuş isimlerden biriydi... "İnsan" olarak da, "dünya tatlısı" bir insandı!..
"Laik"liğinden, "Atatürkçü"lüğünden, "çağdaş yaşam"ından şüphe edilmezdi... Ehh, biraz "muhafazakâr"dı ama, idare ederdi!..
Ne zamana kadar?..
Önce AK Parti'ye geçene, sonra da "başörtüsü lehine" konuşana kadar!..
Yapımcı ve şarkıcı kimliğinin yanı sıra son dönemde AK Parti milletvekili olarak "siyaset"te de adından söz ettiren Osman Yağmurdereli, eşi Esin Hanım ile birlikte Sabah gazetesine verdiği röportajla dikkatleri üzerine çekmişti...
Yağmurdereli, "Diyelim ki, yeni evleniyorum; 25 yaşındayım, kız da 20 yaşında... Karımın türbanlı olmasını tercih ederdim... Bugün eşimin 50 yaşında kapanmasını kastetmiyorum. Yeni evlendiğimizde saçının telini yalnız benim göreceğim bir eşim olsun isterdim" demişti!..
Vay, sen misin bunu diyen?..
"Düşman, al sana bomba!"
Ne "şaka yaptığı"(!) kaldı, ne de "göbeğini kaşıyan adam"lığı!!!..
"Linç kampanyası" başlamıştı... Fırsat buldukça "vuracak"lardı!..
Peki, bu "saldırılar" karşısında Osman Yağmurdereli ne yapacak?..
"Dik" mi duracak, yoksa boyun mu eğecek?.. "Dik" durursa, kazanır!.. Ama "boyun eğecek" olursa, ipini çekerler!..
CEMİL İPEKÇİ’YE SALDIRILAR!
Malûm, bir de Cemil İpekçi var...
Gerek "cinsel tercih"leriyle, gerek "modacı"lığı ve "defile"leriyle laik ve çağdaş kesimin "1 numarası" olan Cemil İpekçi'ye, son günlerde bir hâller oldu!..
Önce Fazıl Say'a yüklendi:
"İşgal yıllarında bile kimse Türkiye'yi terk etmedi... Fazıl Say'ı tanırım... Ama 'onlar' ne demek?.. 'Onlar' dediğin çoğunluk, yüzde 70 oy alıyor. Nasıl böyle bir ayrım yaparsın? Bunlar, Türkiye'yi Nişantaşı'ndan ibaret zanneden 40 bin kişilik, içinde benim ailemin de olduğu beyaz Türkler... 65 milyonluk Türkiye'yi görmüyorlar; çünkü belirli bir azınlığın ve dinozorların son çığlıkları bunlar."
Sonra da, "başörtüsü lehinde" konuştu:
“Türban, tülbentten geliyor... "Bu bağlanış şeklinin bir ideolojik bağlanış şekli olduğunu kabul ediyorum. Çünkü hepsinin birden aynı şekilde bağlamasını başka türlü açıklayamazsınız. Ne zaman serbest kalacak, ondan sonra. Tabii ki bin şekil başı bağlama, bin şekil tesettür veya kapalı insanların giyinme şekilleri... Şu anda bu ideolojidir ve kimse kimsenin ideolojisine karışamaz! Kadın olsaydım türban takardım. Yasak kalkıncaya kadar türban defilesi yapmayacağım!"
Bunları söyledi ya, "kendini AK Parti'ye yakın hissettiğini" ifade etti ya, saldırılar anında başladı!..
Ne "cinsel tercih"i geldi gözlerinin önüne, ne "laikliği" ve ne de "çağdaş"lığı!..
"Kırmızı görmüş boğa"lar gibi, hem de burunlarından alevler fışkırtarak saldırmaya başladılar:
"Modacı Cemil İpekçi, "Türban serbest bırakılana kadar defile yapmayacağım" diyor.
Benim bildiğim modacı, çağdaşlığı izleyen bir kafa yapısına sahiptir.
Soluklanmadan yenilikleri yaratmanın peşinde koşar.
Böyle bir meslek erbabı nasıl oluyor da kadınların örtünmesini savunabiliyor?"
NUR VERGİN’İN GÖZÜYLE DİNDAR MAHALLE
Gelelim, Prof. Dr. Nur Vergin'e... Malûm, Nur hanım, "başı açık" bir hanım... "Kılık-kıyafet" bakımından da, "çağdaş yaşam biçimi"ne uygun giyinen bir hanım...
Geçenlerde bir "sosyolojik tahlil" yapıp, "AK Parti'nin aldığı yüzde 47 oyu" açıklarken şöyle dedi:
"Cumhuriyet'in ilanından sonra Türkiye'de dindar insanlara öyle ağır baskılar yapılmış ki, işte bu baskılar şimdi bir oy patlaması halinde sandığa yansıyor. (...) O kadar baskı vardı ki... Bir örnek vermek istiyorum, ben laik kesim içinde doğdum büyüdüm ve öyle devam ettim yaşamaya.
Yıllar önce yeni bir eve geçmiştim ve içimden Kur'an okutmak geldi. Anneme, 'Bir hoca çağırıp okutsak' dedim. 'Ya iyi olur' dedi. Fakat sonra 'Komşular ne der?' diye düşündüm. Bir hafta sonra aynı apartmanda bir Musevi ayini yapıldı ve hiçbir şey olmadı. Demek ki, (...) yasal olmamakla beraber böyle bir baskı vardı.'
Vayy, sen misin bunları diyen?..
İlk tepki, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ten geldi...
Özkök 2 Ocak tarihli yazısında, yakından tanıdığı Vergin'le fikirlerinin çok yakın olduğunu söylüyordu. Ama, açıkladığı bu görüşlere fena halde şaşırmış ve hatta çıldırmıştı!.. Özkök, 'Çünkü, o sözlerde, bu ülkenin 'laik hayat tarzını' benimsemiş, o konuda hassasiyeti olan insanlara atılmış öylesine ağır bir iftira var ki, hepimizin şiddetle itiraz etmesi gerekiyor' diyordu...
Vergin'in bu sözlerini, 'Benim gibi sakin insanları bile çıldırtabilir’ diye değerlendiren Özkök, ‘Allah aşkına, elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin. Siz hayatınızda böyle bir şeye şahit oldunuz mu? Hiç böyle bir sıkıntıya düştünüz mü?' diyordu büyük şaşkınlık içinde...
Çünkü, Nur Vergin, "laikleri içten vuran" sözler sarfediyordu...
Üstelik, "laik despotizmi" deşifre ediyordu...
Söyledikleri yalan mıydı?..
BU “BASKI”LAR OLMADI MI?
Gerçekten de, bu ülkenin "dindar" insanları, "laiklerin ağır baskısı"na maruz kalmamış mıydı?.. Bu milletin "ezan"ına müdahale edilip, "Allahüekber" yerine "Tanrı uludur" dedirtilmemiş miydi?..
Bu millet, "Kur'an öğrenebilmek" için, "gizlice bağ damlarında toplanmak" zorunda kalmamış mıydı?..
Giydiği "elbise"den veya "giymek istemediği şapka"dan dolayı saldırılara ve "yasa dışı baskı"lara maruz kalmamış mıydı?..
Ve işte, "başörtüsü yasak" değil miydi?.. Bu ülkenin çocukları, "katsayı adaletsizliği" gibi bir zulme maruz kalmıyolar mıydı?..
Okudukları "Kur'an kursları" ve namaz kıldıkları "cami"ler hâlâ baskınlara maruz kalmıyor muydu?..
İncecik bileklerine "kelepçe" geçirilenler, okul önlerinde "coplanıp, tekmelenen"ler, "ağızları kapatılan"lar ve "örtüleri başlarından çekilen"ler kimlerdi!?!..
Bu baskılar, "laik mahalle"nin baskıları değil miydi?.. Ertuğrul, bunları bilmiyor muydu?.. Bal gibi biliyordu ama "itiraf" etmek işine gelmiyordu!.
Prof. Nur Vergin, işte bu "ağır baskılar"ın, 22 Temmuz seçimlerinde, sandığa bir "oy patlaması" şeklinde yansıdığını söylüyordu!..
Bir "devrim"di bu!..
Kendi ifadesiyle;
"Sözünü ettiği devrim 'cumhuriyete karşı' devrim değil. Sınıfsal bir tepkinin, kendini mağdur ve mazlum görenlerin seçim yoluyla ortaya koyduğu bir devrim!.."
Peki, ne oldu bunları söyleyince?..
Önce Ertuğrul'un "hakaret"leri, sonra da "saldırı"lar!..
Yine kendi ifadesiyle;
"Üç gündür Vatan'ın internet sitesinde okurların hakaretlerine maruz kalıyorum. Ne para pul, mevki düşkünlüğüm, ne AKP 'yalakalığım', ne CIA ajanlığım, ne de cahilliğim kaldı.
'Hedefteki kadın' oluverdim."
ZEMİNLERİ KAYMAYA BAŞLAYINCA!
Hani "mahalle baskısı" diyorlardı ya, hani, "Türkiye'nin Malezya olduğundan" dem vuruyorlardı ya, hani "yüzde 70, yüzde 30" paranoyaları ile "öcü" pompalıyorlardı ya, asıl "baskı"nın nerede olduğunu ve kimden geldiğini görün işte!..
Görün ki; "dindar" insanlar üzerine "psikolojik baskı" uygulayıp onları susturmak ve pıstırmak isteyen "laik mahalle" sakinleri, bununla da yetinmeyip, şimdi "kendi mahallelerindeki ötekiler"e baskı uygulamaya başladılar!.. Buna, "aile içi çatışma" denilebilir!..
Evet, yaptıkları; resmen ve alenen "aile içi şiddet"tir!.. Yaptıkları, "mahalle içi baskı"dır!..
Bunda, son derece "kararlı" görünüyorlar:
Kim "dindarlara uygulanan baskı"lardan söz ederse, kim "başörtüsü lehinde" konuşursa, belli ki "linç" edecekler!..
O insanlar, "kendilerinden" bile olsa!..
Zira, "zemin kaybetmeye" tahammülleri yok!..
--------------
Sessiz ölüm: Sarıkamış!
Kafkas cephesinde 1914 yılının Kasım ve Aralık aylarında yaşanan ve "90 bin askerin öldüğü" muharebelerde Enver Paşa komutasındaki orduda görevli Albay Arif Bartın'ın kaleme aldığı günlükler, "Sessiz Ölüm: Sarıkamış Günlüğü" adıyla yayımlanmış!
Kitaptan bazı bölümler şöyle:
"Karavanalarda ısıtılarak eritilen kar suyunu hayvanlar bile içmiyordu."
"Gıdasızlıktan dolayı vucudun harareti kaybolduğundan donma vakaları artmakta ve hayatta kalanlar da aynı araza uğrayarak hayaletler gibi dolaşmaktaydılar."
İlk muharebelerde başarılar elde eden Türk askerinin, Erzurum Şenkaya'ya bağlı Bardız köyünü geçtikten sonra bocaladığını, bunun sebebinin ise arazinin mükemmel bir haritasının bulunmayışı olduğunu kaydeden Bartın; “Enver Paşa'nın emri ile yapılan hücum manevrasında arazinin ve yollarının hali bilinmediği” gibi, hemen hemen her tümenin kendisine verilen istikametten ayrı bir tarafa hareket ettiğini anlatıyor.
Bunlara rağmen, bu harekâta "başarılı" diyorlar ya, daha ben ne diyeyim!..